Nefesim ol! – Bölüm 2

“Bak Gülfinaz, kız da artık kazandı, dört yıl sonra eli ekmek tutacak Allah izin verirse, artık çekmeyin şu herifi. Sen ona bakıyorsun, o sana bakmıyor ki!” dedi Seher hanım sahile çay içmeye gittiklerinde. Eni konu düşünmüştü bir akşam önce. Bu ana kız o adamdan kurtulmazlarsa hayatları mahvolacaktı. Kızın sınavı kazandığını duyunca tövbe göndermezdi Süha bey.

Nefes göz ucuyla annesine baktı. Onun da en büyük hayaliydi okuyup annesini kurtarmak bu hayattan ve baba demek zorunda kaldığı o adamdan. Annesinin ona anlatmadığı şeyler olduğunu biliyordu ama bir türlü ağzından alamıyordu hikayeyi. Ne zaman sorsa bir bahane bulup kaçıyordu annesi.

“Biliyorum Seher abla. Ben de kara kara onu düşünüyorum şimdi. Nereye kaçalım bu adam peşimizi bırakmaz ki bizim! Hâlâ para koparma derdinde.”

“Gülfinaz bence git konuş ailenle, bak kızın üniversiteyi kazandı. Haydi sana sahip çıkmadılar bari şuncağıza sahip çıksınlar. Bu çocuğun hayatı da mahvolmasın senin ki gibi”

“Anne?” dedi Nefes merakla. Annesinin ailesinin öldüklerini sanıyordu. Öyle söylemişti Gülfinaz hanım çocuk soru sormasın diye.

“Tamam Nefes şu kaydını yaptıralım anlatacağım sana da!” dedi annesi.

“Bence de anlat artık, çocuk değil Nefes!” diye destekledi.

“Seher teyze sen de mi biliyorsun yoksa?”

“Kızım biliyorum bilmesine de, ne fayda. Annenle konuşman lazım bu konuyu, bana düşmez anlatmak!”

“Para meselesi ne peki?”

“Anlatacağım kızım sonra, bırak şimdi bunları. Bak senin başarını kutlamaya geldik!” diye konuyu yine kapattı Gülfinaz hanım.

“Öğretmenime uğrayacağım bu gün, dün haber vermek için okula uğradım ‘Eve gel hem konuşalım, hem kutlayalım. Sana bir hediyem var’ dedi.”

“Allah bin kere razı olsun ondan, bir de hediye mi almış. Bizim ona bir şey yapmamız lazım asıl. O olmasa nasıl başaracaktın bir başına! Git tabi, benim de çok teşekkür ettiğimi söyle. Onu ağırlamak isterdim ama malum baban!” dedi Gülfinaz hanım iç çekerek.

“Kız Gülfinaz, Süha ile konuşmaya ben de mi gelsem, belki ikna eder, gözünü korkuturuz ne dersin?”

“Yok Seher abla o ikna olur mu Allah aşkına, kıza bulaşıkçılık bulmuş diyorum”

“Allah bildiği gibi yapsın o canavarı, böyle akıllı çocuğun önü kesilir de bulaşıkçılık işi bulunur mu? Ya bir şey gelse körpenin başına?”

“E hani güzel şeyler konuşacaktık!” dedi Nefes annesinin iyice üzüldüğünü görünce. Çaylarını içip getirdiklerini yediler, denize bakıp geleceğin güzel olacağından bahsetmeye başladılar.

Çevrelerindeki tek kötü Süha bey değildi maalesef. Onun kahve arkadaşlarından biri sahilde onları otururken görmüş, yememiş içmemiş kahveye koşturup Süha beye yetiştirmişti. Süha bey sanki haberi varmış gibi insan içinde bozuntuya vermemişti. Karısını ve kızını dövdüğünü bildiği halde sanki yaranılacak yeri varmış gibi adama yetiştiren de karşısına oturup gözünün içine bakıp durmuştu. İyice canı sıkılan Süha bey daha saatlerce oturacağı kahveden kalkıp erkenden eve dönmüştü.

“Kalkalım mı Seher abla geç kalmayalım, biz karnımızı doyurduk ama daha yemek hazırlanacak uğursuza?” Gülfinaz hanım isteksizce. Bu kadarcık fark bile hepsinin ruhuna gökkuşağı olmuştu sanki. Gökyüzünün ve denizin mavi olduğunu hatırlamışlar. Manzaranın bedelsiz sunulmasının tadını çıkarmışlardı. Yine de dönülmesi gereken bir hayat vardı maalesef. Bıraksalar sonsuza kadar gün batımına karşı çay içerlerdi belki. Keşke birileri o anı dondurabilseydi diye düşünecekti Nefes ileride. Hayatında hatırladığı en mutlu anlardan biri olacaktı o gün.

“Ben de öğretmenime gideyim o zaman, sizinle evde buluşuruz!” dedi Nefes ve koşar adımlarla ayrıldı yanlarından. İki kadın getirdiklerini toplayıp hesabı ödediler. Ağır ağır, konuşa konuşa gittiler evlerine.

“Aferin sana Nefes, inan beni öyle mutlu ettin ki!” dedi öğretmeni ona kapıda sıkıca sarılıp. Ayrımcılık yapıyor demesinler diye bir gün önce okulda fazla tepki gösterememişti. Nefes’e ders verdiğini de söylememişlerdi okuldan kimseye. İnsanoğlunun nereden neyi üreteceği belli olmuyordu.

“Sayenizde öğretmenim. Siz olmasanız başaramazdım!” dedi Nefes gözleri parlayarak.

“Her yelkene bir rüzgar lazım güzel kızım. Gel bak sana ne aldım!” diye masanın üzerindeki kutuyu gösterdi Nefes’e, “Gel kızım çekinme! Aç bakalım beğenecek misin?”

Nefes hayatında neredeyse ilk kez hediye alıyordu. O kadar heyecanlandı ki kurdeleli pakete bakınca. Kutusu bile çok güzeldi, eli varıp canım fiyongunu bozmak istemiyordu o parlak kağıtla kaplı kutunun.

Öğretmen ısrar edince, ilk hediyesinin paketi ile oyalanmayı bırakıp, yırtmamaya çalışarak açtı kağıdı ve kurdeleyi.

“Göz kararı aldım ama tahminen olur sana!” dedi öğretmen.

Krem rengi, düz tabanlı harika babetlerdi bunlar. Üzerlerinde minnacık pembe fiyonkları vardı. Annesinin pazardan aldığı ayakkabılarından sonra o kadar zarif duruyordu ki, “Ayaklarım içine sığar mı bunun?” dedi elinde olmadan.

“Dene de bakalım, olmazsa numarasını buluruz zaten merak etme!”

Korkarak ayakkabıları halının üzerine koyup, bir ayağını yerleştirdi birinin içine. Ayağı hiç zorlanmadan pıt diye kaydı ve tam oldu ayakkabı. Neredeyse sevinçten ağlayacaktı, hemen diğer ayağını da geçirdi ayakkabıya.

“Nasıl rahat mı?”

“Hem de nasıl rahat!” diyerek atıldı öğretmeninin boynuna.

Kadıncağız beklemediği bu tepkiden düşecekti az kalsın ama toparlanıp o da sarıldı öğrencisine.

“Bu güzel ayakkabılar, sana istediğin her yolu açsın canım kızım. Bundan sonrası sana kalmış artık. Yine de bir soracağın olursa benim nerede olacağımı biliyorsun. Tercih zamanı gelmeden seni bir yere götüreceğim bir hafta sonra uğra mutlaka tamam mı?”

“Tamam!” dedi gözleri dolan Nefes. Sonra ayakkabılarını özenle çıkarıp kutusuna koydu hemen.

“Giymeyecek misin?”

“Hayır okula gideceğim ilk gün giyeceğim izniniz olursa!”

“Ne zaman istersen öyle giy Nefesciğim!” dedi öğretmeni gülerek.

Biraz oturup öğretmeni ile sohbet ettikten sonra hediyesini ve paketini bir torbaya koyup sevinçle eve doğru yola çıktı Nefes. Gözü sürekli torbanın içinden görünen ayakkabı kutusundaydı. Annesi de çok beğenecekti görünce. Sonra birden babası geldi aklına. Eğer bunları görürse ondan para saklayıp aldıklarını sanır annesini de onu da döverdi kesin. Öğretmeni aldı dese, ders aldığını, sınav kazandığını bilmediği için açıklayamaz, hatta ayakkabıları da elinden alır bir güzel götürüp satardı lanet adam. Ne yapsam diye düşünürken, “Seher teyzeye bırakayım şimdilik!” diye düşündü, rahatladı biraz. Gün kararmaya yeni dönmüş, kuşların bir kısmı güneşi uğurlar gibi cıvıl cıvıl ötmeye başlamışlardı. Hava kararmadan eve dönmek için adımlarını hızlandırdı. Kahvenin önünden geçmeden eve varmak için yolu biraz uzatması gerekiyordu. Süha bey kahvede arkadaşları ile oyun derdindeydi muhtemelen, hava karardıktan sonra içmeye başlarlardı. Tabi önce eve uğrayıp, annesinin elinden günlük kazancını aldıktan sonra.

Kötü şeyler düşünmek istemiyordu bu gün, gerçekten hayatının en güzel günlerinden birini geçirmiş, hayatının ilk hediyesini almıştı. Aldığı puanla harika bir üniversitede okuyacaktı. Artık bu kadar güzelliğe de dertlenir şikayet ederse nankör sayılırdı herhalde. Sevgiyle elindeki torbaya baktı, iyice hızlandı. Daha Seher teyzeye uğrayıp paketi bırakacaktı.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s