Ertesi gün evdekilerle konuştuktan sonra koşa koşa arkadaşına gelmişti Nadire.
“Söyledin mi?” diye sormuştu Güneş daha onu kapıda görür görmez. Nadire’yi biraz daha üzmelerini hiç istemiyordu. Bu kadar rahat ve aç gözlü insanlar kolay kolay buldukları konforu terk etmek istememişlerdi muhtemelen.
“Söyledim, söyledim!” dedi Nadire alışkanlıkla terliklerini dışarıda çıkarıp içeri öyle girerken.
“Ne dediler peki?”
“Valla inanmayacaksın ama hemen kabul ettiler, zaten burada çok sıkılmışlar, alışamamışlar, kendi komşularını özlemişler falan”
“İnanmam!”
“Yemin ederim”
“Bunca zamandır bunu söylesen gidecekler miymiş yani?”
“Evet onlar da annem öldükten sonra beni yalnız bırakmak istememişler, üzülmeyeyim diye bana nasıl söyleyeceklerini düşünüyorlarmış.”
“E iyi ya işte, keşke daha önce akıl etseydik ya!”
“Neyse gidiyorlar ya sen ona bak. Ben çalışıyorum diye ev satılana kadar kalacaklar, gelenlere evi göstermek için sonra ev satılınca da dönüp gidecekler!”
“Ay bu kadar kolay olduğuna inanamıyorum hâlâ ben de neler düşünmüştüm. Kabul edecekleri aklımın ucundan geçmediği gibi bir de seni ikna etmeye uğraşacaklar sanmıştım. İlk kez beni iyi anlamda şaşırttılar!”
“Her şey harika değil mi?”
“Evet hem de çok! Sonunda hayallerimiz gerçek oluyor galiba!” dedi Güneş ve iki arkadaş yine birbirlerine sarılıp ağlaştılar ve kaybettiklerini andılar. Neredeyse her akşam Necmiye hanım ve Gülten hanımın adını anıp onlara dualar ediyorlardı. Mezarlığa ancak ayda bir gidebiliyorlardı ama duayı hiç eksik etmiyorlardı ikisi de.
Bir kaç gün sonra Tuna’dan babasının yeniden Güneş ile görüşmek istediğini söyleyen bir telefon geldi. Tuna’nın sesini yeniden duymak çok hoşuna gitmişti.
“Artık özlüyor muyum ne?” dedi kendi kendine ve sanki biri duymuş gibi yanakları kıpkırmızı oldu.
Ertesi gün Tuna gelip onu alacaktı Feridun beyin dükkanından. Nadire ile yine bütün akşam hayal kurdular. Nadire zaten tarifi bildiği için başka ne tür şeyler yapabilecekleri, tarifi nasıl geliştirebileceklerini konuşarak siparişleri hazırladılar.
Güneş her gün evdekilerin nasıl olduklarını soruyordu Nadire’ye bir türlü inanamıyordu gitmeyi kabul ettiklerine.
“Gayet iyiler, hatta her zamankinden bile iyiler” diyordu Nadire, “Galiba gerçekten gitmek istiyorlarmış, ben söyleyince rahatladılar! Hem daha ne istiyorsun ki, ben hiç düşünmüyorum vallahi! Kapandı o konu. Ben de çok strese girmiştim yoksa!”
“Ay evet ya haklısın yolunda giden bir şey sorgulanır mı? Şans artık bizden yana yaşasın!”
Yine güle oynaya tamamladılar siparişleri, nihayet eski ruh hallerine geri dönebilmişlerdi. Nadire yine çok yorgun olsa da en azından morali düzeldiği için kendini daha iyi hissediyordu.
Ertesi gün Tuna gelip aldı Güneş’i ve yine babasının yanına gittiler. Çetin bey Güneş ile konuştuktan sonra çevresini bir yoklamış, kızların alabilecekleri dükkanlara baktırmıştı. Bununla birlikte dükkan açılana kadar onlardan sipariş alacak bir kaç yerde ayarlamıştı. Güneş stajı bittikten sonra dükkanın da masraflarını çıkarmak için düzenli sipariş teslimatı yapabilirdi. Dükkan açıldıktan sonra da bir kaç önemli insanı alıp getirecek ve basını çağıracaktı. Bu arada birincinin ödülü kadar para ödülü Güneş’in hesabına bir kaç güne yatacaktı. Böylece bir kısmı ile Çetin beyin bağlayacağı işlerin malzemelerini alabilirlerdi. Çetin bey çevresinden bir grup insanı getirdikten sonra bir açılış planlıyordu. Yine basın gelecekti tabi. Böylece pasta evinin adı kısa zamanda duyulmuş olacaktı. Tüm bunların olması için zaman gerekeceğinden o zamana kadar isterse evinden, zor oluyorsa yine Çetin beyin ayarlayacağı bir başka yerde pastaları hazırlayabilirdi.
Heyecan içinde Çetin beyin yanından ayrıldıktan sonra Tuna yine bir yerde kahve içmeyi teklif etti. Yanında getirdiği diz üstü bilgisayarından hazırladığı bir kaç şeyi ona göstermek istiyordu. Güneş bu defa hemen kabul etti teklifi. Onunla vakit geçirmekten sahiden hoşlanıyordu.
Akşam Nadire’ye heyecanla olanları anlattı. Nadire’nin de müjdesi vardı, emlakçı daha eve ilan asmaya bile fırsat bulamadan bir alıcı bulmuştu. Adam hemen yarın gelip eve bakacaktı, eğer beğenirse de elden nakit ödeme yapacaktı.
“Aman ödemeyi dayına yapmasın sakın!” dedi Güneş telaşla.
“Yok merak etme, ödemeyi benim de olduğum bir gün emlakçıda verecek”
“E dayınlara yol gözüktü zaman!”
“Öyle gözüküyor, yengem de ayağını burkmuş bu gün, topallayıp duruyor!”
“Sana acındırmak için yapmıştır kesin.”
“Valla bilmiyorum ama hastaneye gitmişler, baya sarılı falan kas mı ezilmiş ne olmuş bilmiyorum!”
“Bahane edip kalmazlar değil mi?”
“Yok hafta sonu gidecekler herhalde. Şu adam bir gelip baksın iyice eve ondan sonra”
Bu defa dayılar gittikten sonra Nadire’nin evinin eşyalarını ne yapacaklarına karar verdiler. Tüm eşya Güneş’in evine sığmazdı. Dükkanda kullanabilecekleri şeyler olursa onları ayırmayı planladılar. Kalanlardan istiyorsa dayısına da teklif edecek, almazlarsa da evde bırakacaktı. Aslında annesi ile onca yıl yaşadıkları evi kapatmak Nadire’yi üzüyordu ama Güneş ile başlayacakları yeni hayatları için en iyisi buydu. Evin parası ile o da dükkana ortak olacaktı. Kalanı da bankaya yatıracaklardı zaten. İkisinin de hayatlarında ilk defa bu kadar parası olacağı için, ellerinden kayıp, gidecek ya da yanlış yerlere harcayıp çarçur edecekler diye korkuyorlardı. O yüzden artan parayı olduğu gibi bankaya koyup, kazandıkları da üzerine ekleyerek bir süre para biriktirmeye karar verdiler. Ellerine geçeni hemen harcamak yoktu. O kadar çok plan ve hayalleri vardı ki, her akşam işler ve sohbetler su gibi tükeniyordu.
Hafta sonu olmadan ödül parası Güneş’in hesabına yatınca çok heyecanlandılar. Hemen ertesi gün de arsanın parası geliverdi. Güneş çok heyecanlanıp Nadire’ye o çok istediği kahvecilerde bir kahve ısmarlamak istedi ama Nadire dükkan açılmadan böyle bir şey istemediğini söyledi. Şimdi gelen parayı kuruşuna kadar dükkanları için kullanmayı düşünmeleri gerekiyordu. Hesapların ötesinde masraflar da çıkabilirdi. Pasta işini ikisi de biliyordu ama dükkan yönetmek çok ayrı bir işti. Tuna bu işte onlara destek olacağını söylemişti bu arada. Güneş’te seve seve kabul etmişti elbette.
“Ben de merak etmeye başladım artık şu adamı!” diyordu Nadire konuşurken. Güneş’in ondan bahsederken gözlerinin parlaması da çok hoşuna gidiyordu. Dizileri seyrederken gözünde Güneş ile hiç görmediği Tuna’yı canlandırıyordu artık beğendiği sahneleri de gelince Güneş’e anlatıyordu sanki ikisiymiş gibi. Güneş çok gülüyordu onun bu hayal gücüne ama dinlerken de çok hoşuna gidiyordu Tuna ile ikisini böyle hayal etmek.
Suzan hanım da oğlunun durmadan Güneş’ten bahsetmesi ve bu kadar yakından ilgilenmesinden şüphelenmişti. Oğlunu tanırdı gezer tozar ama gönlünü öyle kolay kaptırmazdı. Bu defa sanki gezme tozma değil de doğrudan aşk gibi duruyordu halleri. Çetin bey kızın pırlanta gibi olduğunu söyledi karısı sorunca, zor bir hayatı olmuştu ama kendini korumuştu çok şükür, şansı da yardım etmişti tabi.
“E bir gün davet et de, ben de tanışayım bari. Baba-oğul bu kadar sevdiğiniz kızı merak etmeye başladım!” dedi Suzan hanım gülerek.
“Ettim aslında zavallının ailesi var sandım ama yok deyince laf karıştı, dur ben çağırayım hakikaten. Bak tanıyınca sen de seveceksin.” dedi Çetin bey.
Tuna anne ve babasının söylediklerini duyar duymaz aradı hemen Güneş’i ve hafta sonu onu akşam yemeğine çağırdıklarını söyledi.
(devam edecek)