Güneşli günler – Bölüm 9

Akşam olunca Nadire hemen geldi Güneş’lere, teknedeki insanları tek tek anlattı Güneş. Anlattıkça Nadire’nin yüzünde ki ifade hülyalı bir hâl aldı.

“Neden gelmedin? Ya başıma bir iş gelseydi, ya senin başına bir iş gelseydi ben oradaykeni ruhum duymazdı.” dedi hüzünle Güneş.

“Sen akıllısın bak bir şey gelmemiş işte. Arkadaşıma, kardeşime değerli bir hediye vermek istedim. Benim değerimde bunlar işte hayaller, diziler falan. Gerçek olmadıklarını, olmayacaklarını da biliyorum. Eğer oraya gidip onları görseydim bu salaklıkla belki birine uyardım, belki yoldan çıkardım. Ne kadarı gerçek bilmek istedim. Seni o zenginliğin içinde hayal etmek istedim. Çünkü sen başarırsan beni de kurtarırsın biliyorum!”

Güneş’in gözleri oldu, “Saçmalama ben yanındayken sana kim ne zarar verebilirmiş? Gelseydin hepsini birlikte yaşardık.”

“Ya boş ver, cesaret de edemedim, kendimi oraya yakıştıramadım da işin gerçeği. Bir de evdekiler var tabi, cazı gibi oturuyorlar geç saate kadar. İşe kıyafeti götüremezdim, makyajı falan. Saçımı yaptırsam açıklayamazdım. Geri gelip çıksam olmazdı falan falan. Boş ver sen güzel vakit geçirmişsin ya o bana yeter!”

“O adamın çağırdığı küçük tekne olmasaydı tadı kaçabilirdi ama!” diye güldü Güneş.

“Sahi telefonunu falan istemedi mi?”

“Kim?”

“O işte!”

“Hayır niye istesin ki?”

“Ya ne bileyim işte, aşk falan!”

“Ya Nadire gecenin bir körü, samimiyetsiz ve tuhaf bir ortamda tanıdığım bir adamla neyin aşkı? Ayrıca bizim aşkla ne işimiz olacak?”

“Ya neyle işimiz var bizim ya! Elalemin nefes kokusu, pisliği, havası, lütfetmesi ile mi?” diye diklendi Nadire birden.

“Tamam bazıları kadar şanslı değiliz belki ama bu istediklerimizi elde edemeyiz demek değil ki? Biraz fazla çalışırız, hazıra konmayız ama elde edebiliriz sonunda.”

“Ya da edemeyiz!” dedi Nadire yine umutsuzlukla.

“Çok bunaldın sen, keşke gelseydin. Gerçekten bana iyi geldi. Senin sayende, hiç ummadığım bir şekilde hem de, iyi ki varsın!” diyerek sımsıkı sarıldı Nadire’ye. En kısa zamanda onun ruh halini düzeltecek bir şeyler yapmak istedi içinden. Onun yaptığı gibi, hiç yapmadıkları ama az daha riskli bir şey tabi.

O geceden sonraki hafta Gülten hanım fenalaştı ve hastaneye kaldırdılar. Kadıncağız ne yazık ki hastaneye kaldırıldığının ertesi günü hayata gözlerini yumuverdi. Nadire’nin hayattaki yegane dalı da kırıldı böylece. Bütün mahalle üzüldü Gülten hanıma, son zamanlarda evden çıkamıyor olsa da tüm komşuları severdi onu. Dayısı ve asalak ailesi dışında herkes uzun uzun yasını tuttu. Hatta Necmiye hanım dermanı tükenmesine rağmen şenlik yerine Gülten hanıma mevlit yapılmasını sağladı ortak alanda. Kazanlarla yapılan helvalar tüm mahalleliye dağıtıldı. Dualar okundu. Nadire katıla katıla ağladı. Ağlar pozunda duran dayı ve karısı daha eve girer girmez televizyonu açıp çekirdek çitlemeye başladı. Artık ev Nadire’ye kalmıştı ama onların gitmeye zaten hiç niyeti yoktu. Bir kişilik yer açılınca ders çalışmasını bahane edip Gülten hanımın odasını ona verdiler. Nadire yine salonda kaldı. En azıdan oğlanın geç saate kadar telefon sesi ve ışığından kurtulmuştu.

Güneş arkadaşının iyice dağıldığını görünce diğer iki yarışmaya seneye katılmaya karar verdi ve sürekli onunla ilgilendi. Hatta evi onlara bırakıp gelip o ve annesi ile yaşamasını bile teklif etti ama Nadire kabul etmedi.

“Biraz elim güçlensin sen şu pastaneyi aç, kovacağım hepsini evden, şimdi onlarla baş edemem biliyorsun, başıma bir iş getirir bunlar ev onların olsun diye!” diyordu.

Güneş o kadarına cesaret edeceklerini sanmıyordu. Gülten hanımın kırkı çıktıktan bir ay sonra bu defa Necmiye hanım uyanamadı bir sabah. İki arkadaş peş peşe en sevdiklerini kaybetmişlerdi. Güneş anneannesini kaybedince neredeyse şoka girdi. Ona o kadar düşkündü ki, Nadire arkadaşının elini bıraksa kaybolup gideceğini hissediyordu. Zavallı Nadire daha kendi acısı ile baş edemeden bu defa Güneş için kendini heba etmeye başladı. İki arkadaş bir hafta birlikte uyudular. Nadire geçmedi kendi evine, tabi diğerlerinin canına minnet olsa da bir haftalık Nadire’nin olmayışı bile evin hallaç pamuğuna dönmesine neden olmuştu. Bulaşıkları bile yıkamamışlardı neredeyse. Tabaklar bitene kadar hepsini kullanmışlar, evi bir kere olsun süpürmemişlerdi. Oğlanı habire Güneş’lere yollayıp, Nadire’nin ne zaman geleceğini sormuş durmuşlardı. Bir hizmetçi olmayınca yaşam düzenleri aksamıştı tabi, yemek bile yoktu evde. Alışverişi yapıp gelen de. Nadire doğrudan Güneş’lerden eve gidiyor, dönüşte de doğrudan oraya geliyordu. İlk üç günün ardından Güneş’te stajına geri dönmüştü. Yarışmalardan hayal ettiklerini elde edemedikleri için pastanenin de pastane açma hayalleri en az bir yıl daha ertelenmişti. Ya da tüm süreç bir yıl ötelenmişti demek daha doğruydu belki de.

Necmiye hanım ölmeden bir hafta önce, memlekette amcasından kalan bir arsa ile ilgili haber gelmişti ama her şey üst üste gelince Güneş onu unutup gitmişti bile. Birazcık toparlandıktan sonra Nadire’ye yeniden birlikte yaşamayı teklif etti ama Nadire anacığının evini bu asalaklara bırakmaya bir türlü razı olmadığından kabul etmedi.

“Ev zaten senin mirasın, bir şey yapamazlar. Sen eve gitmeyince ya çalışmak zorunda kalacaklar ya da çekip gidecekler!” diyordu Güneş ama Nadire o cin dayısının bir katakulli bulup evde kalmaya devam edeceğinden emindi. Hatta sahtecilikte evi bile satardı o da ruhları duymazdı bu evde yaşarken.

Güneş’te dayıyı az çok çözdüğü için bir şey diyemiyordu arkadaşı böyle söyleyince. Sahiden her şey beklenirdi bu insanlardan. Hani anneannesinin tabiriyle ar damarları çatlamış gözlerine perde inmişti sanki. Necmiye hanım “sureti insan” derdi böylelerine.

“İnsan kendi öz yeğenine bunu nasıl yapar!” diyecek gibi oluyordu Güneş, kendi öz annesinin onu nasıl bırakıp gittiğini hatırlıyor susuyordu. Hoş Güneş’in annesinin gitmesi şer gibi dursa da aslında Güneş’in hayrına olmuştu. Metehan beyin de Nadire için hayra dönüşmesini çok isterdi ama onlar şirret olmakta kararlıydılar belli ki.

Bu arada oğlan gittiği kursta başarılı olmadığı için başka kursa yazdırılmış, bir de eve özel öğretmen gelmeye başlamıştı. Gülten hanımla eksilen boğazla eve gelen öğretmeni ödeyebileceklerine kanaat getirmişlerdi her nasılsa. Sanki hasta haliyle kadıncağız bir şeyler yiyebiliyormuş gibi. Nadire’yi hem fiziksel hem de maddi anlamda sömürdükleri yetmiyor gibi, ağaç kurdu gibi içten içe de kemiriyorlardı hem yüreğini, hem zihnini, hem ruhunu.

Artık ne dizilerden bahsediyor, ne hayaller kuruyor, ne de herhangi bir hayata özenecek hali kalıyordu zavallının. Ne zaman ki Güneş’in unuttuğu arsadan ses geldi, ikisi içinde bir umut ateşi yandı sanki. Arsanın bir çok ortağı olmasına rağmen Necmiye hanımın payı olduğu gibi Güneş’e kalmıştı. Annesi uzun süredir kayıp olduğundan mirasçı sayılmıyordu artık. Sayılsa da onun payı yine Güneş’e gelecekti zaten. Belki çok büyük bir para değildi diğer insanlara göre ama ikisi için çok büyük paraydı ve Güneş mezun olup maaşla çalışmaya başladıktan sonra çekecekleri krediyle üzerini tamamlayıp bir pastane açmalarına yetiyordu.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s