Güneşli günler – Bölüm 8

“Bitti mi?” dedi tam karşısında son beş dakikadır kafasını kaldırıp onu fark etsin diye dikilip duran adam.

“Ne bitti mi?” dedi şaşkınlıkla Güneş.

“Kendinizi kontrol etmeniz, sanırım elbiseniz çok değerli, bu kadar uzun baktığınıza göre!”

Güneş o zaman adamın elindeki boş kadehi fark etti ve gömleğindeki ıslaklığı, takımı koyu renk olduğundan muhtemelen kalanı gözükmüyordu. Bacağına akan içki adamın elinden dökülmüştü. O elbisenin stresine girdiği için kime çarptığına bile bakmadan kontrole girişmişti. Kendini nasıl bir duruma soktuğunu anlayınca kıpkırmızı oldu.

“Şey elbise emanet, o yüzden biraz endişelendim kusura bakmayın!” dedi mahcup bir şekilde, “Sizin üzeriniz mahvolmuş. Çok üzgünüm! Ben orda şey olunca, şey yapmayım diye öne fırladım. Tamamen benim şeyim!”

Adam sonunda kendini tutamayıp gülmeye başladı. Onun çarptıkları andan itibaren etrafında kimse yokmuş gibi acele ecele üzerini başını kontrol edişi, bu şaşkın ama tatlı hali hoşuna gitmişti.

“Neden buralara günlük giysilerle gelmiyoruz ki zaten, çok aptalca!” dedi gülmeye devam ederek.

“Aslında benim ilk gelişim!” dedi Güneş yine mahcup bir şekilde, adamın üzerindeki giysi de pahalı bir şey olmalıydı, “Ben adresinizi verirseniz takımınızı temizlemeciye verebilirim, tabi gömleğinizi de!”

“Sorun değil, zaten sevdiğim bir takım değildi, arkadaşım koyu giyinmem için ısrar ettiği için giydim. Adım Tuna!”

“Güneş benim ki de!”

“Yalnız mı geldiniz?”

“Aslında hayır ama arkadaşımı bulamıyorum, sanırım kaçırdı kalkışı!”

“Çok akıllıca keşke ben de öyle yapsaydım ama bindim işte niyeyse!”

Az önce Güneş’i kuytuda gördüğü adamla yanındaki kadın gülümseyerek geldiler yanlarına. Güneş onları görünce iyice mahcup oldu başını önüne eğdi.

“İşte bu tekneye beni binmeye zorlayan arkadaşım Mesut, bu da !” deyip kıza baktı Tuna, adını bilmediği belli oluyordu.

“Asuman!” dedi kız kırmızı rujlu dolgun dudaklarını açarak.

“Asuman!” diye tekrarladı Tuna Güneş’e bakarak.

“Sen de boş durmamışsın!” dedi göz kırparak Mesut, Tuna’ya.

Güneş iyice kötü hissetti kendini, “Ha Güneş ile ben önceden tanışıyoruz, denk geldik sadece konuşuyoruz!” dedi Tuna hiç istifini bozmadan.

“İyi sohbetler o halde!” diyerek arkadaşının dirseğine vuran Mesut, Asuman’ı alıp bara doğru yürüdü.

“Mesut bu kızın bu gece burada olacağını duyduğu için bindik tekneye!” dedi Tuna gülerek, “Kaynaşmaları uzun sürmemiş!”

Güneş utangaç bir şekilde güldü. Belli ki insanlar arkadaş edinmek için geliyorlardı bu tekneye, kısa zamanda kaynaşıp, sonra ayrılacakları arkadaşlar elbette.

“Ah Nadire senin yüzünden buradayım! Gel de gör dizi gibi insanları burada!” dedi içinden ve Asuman gibi bir arkadaş olduğu düşünülmesin diye izin isteyip uzaklaştı Tuna’nın yanından. Kalabalıkta saklanacak yer bulamadığını anladığı için dönüp denizi seyretmeye karar verdi. Anlaşılan uzun bir gece olacaktı ve en iyisi arkasında yaşanılanları yok sayarak denizde olmanın tadını çıkarmaktı. Arada bir Nadire’den mesaj var mı diye telefonunu kontrol ediyordu ama maalesef ses seda yoktu. Yıldızlar gerçekten çok güzel parlıyorlardı. Dikkatli bakınca sanki sayıları yüzlerden, binlere, binlerden, milyonlara ulaşıyor gibiydi. Deniz görünmüyordu ama sesi ve serinliği hissediliyordu. Tabi kokusu da. Gece karanlığında, gündüz içine çağıran o mavilik oldukça korkunç görünüyordu aslında. Daha önce hiç gece tekneye binmemişti. Derin bir nefesle kokuyu içine çekti.

“Harika kokuyor değil mi?” dedi Tuna hemen yanına gelmişti.

“Evet bu koku içini rahatlatıyor insanın!”

“Ben pek eğlenemedim açıkçası, Mesut’un keyfi yerinde, bir tekne çağırdım döneceğim. Size de bir hoşça kal demek istedim”

“Geri mi dönüyorsunuz? Oluyor mu öyle?”

“Olmuyor aslında ama benim arkadaşım bu teknenin sahibi, sizi de bırakayım mı? Siz de pek eğlenmediniz herhalde!”

“Hayır hiç eğlenmedim aslında, bırakırsanız çok sevinirim!”

“Tamam yarım saate gelecek, o zamana kadar size eşlik etmemde sakınca yok herhalde!”

“Hayır yok tabi!”

Güneş ne bir şey yemiş, ne de içmişti, sabah olmadan tekneden ayrılabileceğine ve üzerindeki elbiseden de kurtulacağına çok sevinmişti. Nadire’nin neden gelemediğini de merak ediyordu. Acaba annesine mi bir şey olmuştu. Eğer öyleyse zaten bir an önce geri dönmesi gerekiyordu. Neyse ki Tuna denilen bu genç adam efendi biriydi ve Güneş’i rahatsız etmiyordu. Onları almaya gelecek olan tekne gelene kadar işlerinden ve başka şeylerden sohbet ettiler biraz. Tekne gelince de birlikte karaya çıktılar.

“Sizi bırakayım mı geç oldu?” dedi Tuna

“Hayır teşekkür ederim arabam var!” diye yalan attı Güneş’te. Mahalleli bir de bunun gibi zengin bir adamın arabasından indiğini görürse tefe koyardı Güneş’i, anneannesinin de yüreğine inerdi. Tuna gidince karanlıktan korka korka caddeye doğru yürüdü ve gelen taksiye elini kaldırıp bindiği caddede geri indi, eşarbı ve hırkayı çantasından çıkarıp yeniden sarındı ve hızlı adımlarla eve vardı. Girerken Nadire’lerin ışıkları yanıyor mu diye kontrol etti karanlıktı. Allah korusun kötü bir şey olsa hepsi ayakta olurdu. Demek ki her şey yolundaydı, belki de tekneyi kaçırmıştı sahiden.

Necmiye hanım bıraktığı gibi uyuyordu. Sessizce odasına geçti elbiseyi çıkarıp bir daha kontrol etti, neyse ki giydiği gibi duruyordu. Yüzündeki makyajı yıkadı ve pijamalarını giydi. Aslında tekne kalabalık ve gürültülü bir şekilde çalan müzik olmasa sabaha kadar sessizce denizi izleyebilirdi. Tuna beyin sohbeti ve nezaketi de güzeldi. Bir an için ikisini öylece denize bakıp sabaha kadar sohbet ederken hayal etti. İşte şimdi tam dizi sahnesi gibi olmuştu, “Hah Nadire, gözün aydın sonunda sana benzedim!” diye güldü kendi kendine. Pek planladıkları gibi olmasa da yine de macera olmuştu galiba. Nadire’ye oradaki insanları neler giydiklerini ve neler yaptıklarını uzun uzun anlatacaktı ertesi gün. Tekneyi kaçırdığına çok üzülecekti kesin. Geç uyumaya alışık olmadığı ve açık hava çarptığı için hemen uykuya daldı, sabah erkenden kalkıp staja gidecekti yine. Rüyasında kendini deniz kenarında gördü hep, “Deniz murattır!” derdi Necmiye hanım hep, sabah uyandığında pastanesini açacağına ya da yarışmalardan birinde dereceye gireceğine yordu kendi kendine. Morali düzelmişti bu garip macera sayesinde niyeyse. Nadire haklıydı demek, arada bir rutinin dışına çıkmak, biraz heyecan yaşamak iyi geliyordu insana. Saati baktı Nadire’yi arayacaktı ama evdekilerin yanında konuşamaz diye işe gitmesini beklemeye karar verdi. O da kalkıp hızlıca giyindi anneannesinin hazırladığı kahvaltıyı hızlıca yiyip, çalıştığı yere koştu hemen. Orada kimseye akşam bir partiye gideceğinden bahsetmemişti zaten. Anneannesi de Nadire’ler de kalacağını söylemesine rağmen neden evde olduğunu sormamıştı. Artık bir çok şeyi unutuyordu zavallı kadın, Güneş o evde yokken bir şeyleri unutup, başına bir iş gelmesinden korkmaya başlamıştı yavaş yavaş. Kendisi farkında değildi tabi bunların, söyleyince de ya hatırlamıyor ya da anlamıyordu. Neyse ki öyle çok ileri seviyede değildi henüz. Şu stajı bitip diplomasını alana kadar idare etmesi için dua ediyordu içinden.

Saat ilerleyip, onlar da kısa bir mola verince hemen aradı Nadire’yi, daha açar açmaz “Nasıl geçti? Meraktan öleceğim?” diye sordu Nadire heyecanla.

“Neden gelmedin sen bana onu söyle önce? Telefonun neden kapalıydı?”

“Ya yengem evin interneti kesilince bütün akşam benim telefonun internetinden seyretti dizilerini elinden telefonu alamadım önce, sonra da baktım hem interneti, hem şarjı bitmiş”

“İyi de neden evde ona verdin ki telefonu, hani gelecektin hemen?”

“Canım arkadaşım ben senin için almıştım o davetiyeyi zaten, bu şartlar altında ben nasıl geleyim. Sen bana akşam her şeyi detay detay anlatırsın?”

(devam edecek)

Güneşli günler – Bölüm 8” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s