Güneşli günler – Bölüm 7

Güneş Necmiye hanıma fark ettirmeden kuru temizlemeye gidecek torbadan seçtikleri elbiseyi ütüledi ve dolabına astı. Sahiden de Berfu hanımın elbisesi ona tam olmuştu. Emanet giymek kadar sevmediği bir şey yoktu ama bu sefer Nadire’nin aklına uyacaktı o da. İkisinin de bira sıra dışı, çılgın şeylere ihtiyacı vardı. Nadire hemen ertesi günü kuaför Fikriye ile konuşmuştu.

“Ne zaman isterseniz gelin!” demişti kadın. İki saç yapıp, bir ay dükkanın camlarını sildirecekti Nadire’ye. Oje de süreyim demişti ama Güneş hamur işi ile uğraştığı için istememişti oje sürmek. Zaten kısacıktı ikisinin de tırnakları. Berfu hanımın takma tırnakları vardı böyle günler için. Çıkarıp yapıştırıveriyordu ellerine. İlk gördüğünde Nadire çok şaşırmıştı. Çıkartırken görmüştü çünkü. Nasıl durduğunu görsün diye yapıştırmadan onun da tırnaklarının üzerine koyup denetmişti Berfu hanım.

Bu arada Ferhat kursa gitmesine rağmen zayıf almaya devam ettiği için öğretmen babasını çağırmıştı okula. Metehan bey de eve gelince oğlanı bir güzel dövmüş, o dövünce yengesi kocasına bağırmaya başlamış. Gülten hanım da hafif bir kriz atlatmıştı. Zavallı kadıncağızı hemen acile götürmüşler bir kaç saat orada kaldıktan sonra da geri gelmişlerdi. Metehan bey çok özür dilemişti ablasından geri geldiklerinde. İş bulamadığı için depresyona girdiğini ve bu yüzden kendini kontrol edemediğini anlatmıştı ağlamaklı bir sesle. Nadire neredeyse söyleyiverecekti bütün gün kahvede batak oynadığını ama annesine bir kriz daha gelmesinden korktuğu için susmuştu. İlk kez o gece anlamıştı anneciğinin artık iyi olmayacağını ve fazla zamanının kalmadığını. Çok ağlamıştı o gece kendi kendine. Ferhat babasından yediği dayak yüzünden, p annesini kaybedecek olmanın acısı yüzünden ağlamıştı. Tam da tekne gezisinden önceye geldiği için arkadaşına bir şey söylememişti olanlar hakkında. Güneş gözlerini kıpkırmızı görünce yaramaz Ferhat’ın annesinin parfümlerinden birini şaka olsun diye gözüne sıktığını, onun da alerji yaptığını söylemişti. Oğlanın çok haylaz olduğunu bilen Güneş’te inanmıştı arkadaşına, başka bir şey sormamıştı.

Nihayet bilet üzerindeki tarih geldiğinde, Güneş heyecanla stajına gitmiş, gelince de hemen kuaföre uğramıştı. Çok iddialı bir şey yaptırmadığı için Necmiye hanım az gören gözleri ile fark etmemişti bile kızın kuaföre gittiğini. Makyaj malzemesi de olmadığı için Nadire’nin bir akşam önce yengesininkilerden kaçırıp getirdiği far, rimel ve ruju sürmüştü yüzüne. Rimel uzun kirpiklerini iyice ortaya çıkarında onun da çok hoşuna gitmişti. Aslında bir tane rimel alıp çantasında taşıyabileceğini bile düşünmüştü. Gerçi staj yaparken makyaj yapmaları kesinlikle yasaktı ve tabi okulda da öyle. Zaten başka gittiği bir yerde yoktu ama eğer olur da yarışmalardan birinde derece alırsa, o zaman sürerdi. Necmiye hanım her zamanki gibi saat sekiz olup odasına çekilince, hemen dolabından çıkardığı elbiseyi giyip, aynaya baktı. Böyle saçları yapılı, makyajlı ve hoş bir elbiseyle gerçekten gözüne çok başka görünüyordu. Stajda giymek için aldığı orta topuklu ayakkabılarını da giyince kendini gerçekten beğendi. Acaba Nadire nasıl olacaktı. En azından bir fotoğraf çektirip bu gecenin hatırası olarak saklayabilirlerdi. Necmiye hanımın kapısını dinleyip, onun uyuduğundan emin olunca sessizce eşarbını sarıp, sırtına hırkasını aldı ve dışarı çıktı. Koşar adımlarla mahalleyi geçti ve taksi durağına ulaştı.

Şoföre teknenin kalkacağı yeri söyleyip, kararmaya yüz tutmuş caddelerdeki insanları izledi. Herkes evine doğru koşuyordu. O ise hayatında ilk defa hiç bilmediği bir hayatın içinden bir gece çalmaya gidiyordu. Taksiyi ödedikten sonra teknenin kalkacağı yere doğru yürüdü. İnsanlar teknenin önünde kuyruk olmuşlardı. Sırası gelen elindeki bileti gösterip içeri giriyordu. Önce sıraya girmeyip Nadire’yi beklemeye karar verdi ama sonra sıraya girerse Nadire gelince yanına gelir hemen binerler diye düşündü. Herkes çok bakımlı ve güzel görünüyordu kuyrukta, Berfu hanımın kıyafetini giyip gelmiş olduklarına sevindi. Tam kırk dakika sonra ona sıra geldi. Nadire henüz ortalarda yoktu. Kuyruktan çıkamadığı için mecburen biletini gösterip bindi tekneye. Hem hayatında ilk kez böyle bir tekneye biniyor, hem de ilk kez böyle bir kalabalığa dahil oluyordu. Elinde olmadan Arif’i bastıkları günü hatırlamıştı teknenin yanına gelince. Elbette Arif’in o zamanlar çalıştığı gezi teknesi ile bu kocaman beyaz teknenin uzaktan yakından bir alakası yoktu. Teknenin her yanı ışıklarla süslenmişti. İnsanlar ikili, üçlü gruplar halinde sohbet ediyorlardı. Beyaz giyinmiş garsonlar, ellerindeki yuvarlak tepsilerin içindeki içecek ve küçük atıştırmalıkları gezdirmekle meşguldüler. Henüz tekne yolcu aldığından sadece hafif bir müzik çalıyordu geride. Güneş kimseyi tanımadığı ve tanımakta istemediği için kıyıdan tarafa bir yer seçip, kalabalıkta Nadire’yi görmeye çalıştı ama başaramadı. Çantasından telefonunu çıkarıp onu aradı ama açan olmadı.

“Yolda herhalde, duymuyor!” dedi kendi kendine. Dışarıdaki kuyruk azalırken, teknedeki kalabalık ve gürültü giderek artıyordu. Nadire henüz gelmediği için Güneş’in bütün heyecanı ve neşesi kaçmıştı. Nihayet dışarıda kimse kalmayınca bilet kontrol edenler de tekneye döndüler. Nadire son anda yetişecekti böyle giderse. Gidip çalışanlardan birine bir kişinin eksik olduğunu söylemeyi düşündüğü için yerinden ayrıldı ve kime söyleyebileceğini anlamadığı için bakınmaya başladı. Tam kaptan köşkünü gördü ve oraya nasıl çıkılacağını anlamaya çalışıyordu ki tekne hareket etti.

“Yo hayır!” dedi endişeli bir sesle, Nadire yoksa o da inmek istiyordu. Koşarak gemiye bindikleri tarafa gitti ama tekne kıyıdan en az üç metre uzaklaşmıştı.

“İnmem lâzım” dedi halatı toplayan adamlardan birine, “Arkadaşım gelemedi!”

“Belki de içeride sizi arıyordur! Çok kalabalık bu gece!” dedi adam kibarca gülümseyerek. Bu fikir Güneş’e de mantıklı gelince dönüp Nadire’yi aramaya karar verdi. Belki de binip, üzerini değiştirmek için kendine bir yer bulmuştu ve birazdan ortaya çıkacaktı. Yine de numarasını çevirdi yeniden ama müzik çoktan başladığı için onun duyabileceğinden emin olamadığı için dolanmaya devam etti.

Teknenin her katını ve her yanını dolaştı kalabalığın içinde, insanların da yüzüne çok dikkatle bakmak istemiyordu ama loş ışıkta seçemediği için mecburen herkesi tek tek inceliyordu. Birini aradığı belli olsun diye telefonunu kulağına dayamış bir yandan da Nadire’nin numarasını çevirip duruyordu ama telefon nihayet susup “Aradığınız kişiye ulaşılamıyor” mesajı vermeye başladı.

“Ah Nadire ya ne yaptın sen böyle?”

Gerçekten hem gerilmiş, hem de canı sıkılmıştı. Nadire’yi bulamayacağı ve ulaşamayacağına kanaat getirince, sakin bir köşe aradı kendine. Sonunda kaptan köşkünün hemen altında hem karanlık hem sakin bir yer bulmuştu ki, bir çiftin oraya saklanıp, yakınlaştıklarını görünce hızla kendini ileri doğru attı. Atar atmaz çarpıştığı adamın elindeki içki bacağından aşağı aktı gitti. Elbise emanet olduğu için zaten çok gergindi. Hemen etek ucuna ya da başka yerine gelmiş mi diye kontrol etmeye başladı. Elbise açık renk olduğu için üzerine bir şey gelse hemen fark edilecek gibiydi ama karanlıkta göremiyor olma ihtimaline karşılık bir yandan da eliyle yokladı. Telefonun ışığını açıp bir daha kontrol etti. Sadece bacağına ve ayakkabısına aktığına emin olunca derin bir “Oh!” çekerek doğruldu.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s