Bir duş alıp kahvaltısını ettikten sonra etrafı tanımak için dışarı çıktı. Annesinin buralarda yaşayıp yaşamadığını bilmiyordu ama yine de burada ona yakın olmak çok hoşuna gitmişti. Dün yaptığı mezar ziyaretinden sonra kendini daha da hafiflemiş hissediyordu. İçini dökmek ona çok iyi gelmişti. Nereden başlayacağını bilemediği için önce biraz yürümeye karar verdi. Ana caddenin hemen köşesindeki evin penceresindeki ‘Satılık’ ilanını görünce heyecanlandı. İlandaki telefon numarasını kaydetti ki burada ki ev fiyatları hakkında bilgi sahibi olabilsin. Esnafla biraz sohbet edince iki tane özel okul olduğunu öğrendi. Dolaşa dolaşa öğleni geçirdiği için bir çay içip, tost yemek için göl manzaralı küçük bir büfenin önündeki taburelere oturmuştu ki Cenk ve yanında bir adamını görünce az kalsın tabureden düşüverecekti, hemen arkasını döndü ve onların geçip gitmelerini bekledi. Onlar geçince benzettiğini düşündüğü için arkalarından iyice dikkatle baktı. Yanılmamıştı bu Cenk’ti.
“Beni nasıl buldu?” dedi şaşkınlık ve öfkeyle, buraya huzur bulmaya gelmişti, her şeyden ve herkesten kaçmaya. Burada olduğunu bir Sami bey biliyordu ki, Cenk’in zaten ne Kaya beyden ne de ondan haberi vardı. Onunla konuşup da buraya gelmesine imkan yoktu.
“Ah!” dedi kendi kendine, yetimhanedekiler de biliyordu burada olduğunu, onlara söylemişti ayrılırken. Ama müdür bey Cenk ile olanları bildiği için kesinlikle nerede olduğunu ona söylemezdi. Peki kimden öğrenmişti o zaman.
Cenk evden ayrılıp Efsun’u bulmaya gelince ilk iş olarak yetimhaneye gelmişti. Daha yetimhanenin kapısına gelip Aslan beyle karşılaşır karşılaşmaz Efsun’u sorunca olan biten hiç bir şeyden haberi olmayan adamcağız bir güzel bildiklerini anlatıvermiş, Efsun’un annesinin mezarını bulmaya gittiğini söylemişti Cenk’e. Daha içer girmeden onun nerede olduğunu öğrenen Cenk evden ayrılırken yanına aldığı adamlarından biriyle hemen Isparta’ya yola çıkmıştı. Efsun’u bulmak ondan hem özür dilemek hem de konuşmak istiyordu. Yanında getirdiği adamı konakta birlikte büyüdüğü çalışan çocuklarından biriydi. Cenk annesi gibi patronluk yapmadığından konaktan ayrılırken nereye gittiğin soran Mustafa’ya olanları anlatmış, o da Cenk’i tek başına bırakmak istemediği için peşine takılıp gelmişti.
Efsun daha siparişini veremeden hemen kalktı tabureden ve büfenin arka sokağına doğru yürüdü. Ne yüzle peşinde dolaşıyordu Cenk böyle? Aslında saklanmak yerine karşısına çıkıp yüzüne tükürse belki daha iyi olacaktı ama şimdi ruhu bunu kaldırmazdı. Cenk’in çok ısrarcı olacağını biliyordu ve onunla uğraşacak enerjisi yoktu. Sokağın ortasına kadar yürüdükten sonra dönüp arkasını kontrol etti. Koca yerleşim yerinde öyle elleriyle koymuş gibi onu bulmaları mümkün değildi. Bakıp bakıp en sonunda gideceklerdi nasılsa. Kaldığı otelin yerini kestirmeye çalışıp arka sokaklardan oraya gitmeye karar verdi. Otelin restoranında da bir şeyler yiyebilirdi. O sokağa bu sokağa döneyim derken kafası iyice karıştığı için yeniden caddede buldu kendini. Daha önce geçtiğini hatırladığı caddeden otele doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Biraz sonra Cenk’in yanındaki adamı karşı kaldırımda görünce göl kenarındaki parkın içine koşmaya başladı. Gölün bu kısmındaki küçük iskelenin etrafına küçük tekneler bağlamışlardı. Mustafa’nın onu koşarken gördüğünü düşündüğü için gözüne kestirdiği teknelerden birinin içine atlamak için hareketlendi ama son bir kez dönüp arkasını kontrol etmek isteyince bir ayağı teknenin kenarına gelmişken diğeri boşluğa gelince kendini suyun içinde bulup küçük bir çığlık attı. Yüzme bilmediği için paniğe kapılmıştı, teknenin kenarından sarkan araba lastiğine zar zor tutundu tek eliyle. Nefes nefese kalmıştı, hem yakalanacak diye paniklemiş hem boğulacak diye korkmuştu. Başını kaldırınca tekneden sarkmış kendine bakan adamla göz göze geldi.
“Merhaba!” dedi adam gülerek, bir yandan da tutması için elini ona uzatmıştı.
“Şey! Düştüm!” dedi Efsun çaresiz bir şekilde.
“Gördüm, içerideydim!” dedi teknenin içini işaret ederek ve Efsun’un uzattığı elini tutup onu yukarı çekti, “Tekne gezisi mi yapmak istediniz?” dedi adam yeniden gülerek.
Efsun’un her yanından sular akıyordu bu arada hava sıcak da olsa, gölün suyu soğuk olduğu için üşümüştü.
Efsun cevap vermeyince adam da ciddileşti, “Aşağıda giyecek bir şeyler var, gelin de vereyim!” diyerek dümenin hemen yanındaki merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Efsun’un gelmediğini görünce kendi indi, bir kapıyı açtı bir süre sonra çıkıp geri geldi, “Kapısı açık kamaraya girin, oraya yatağın üzerine bir şeyler koydum. Kapıyı kilitleyip, üzerinizi değişebilirsiniz!”
Efsun bir şey demedi ve çekinerek aşağı inip adamın dediği kapıdan içeri girdi. Çok utanmıştı ve korkusu henüz geçmemişti. Hızlıca üzerindekileri çıkarıp, adamın koyduklarını giydi. Tişört ve ona bermuda gibi olan şort büyük gelmişti ama en azından ıslak değildi. Islak kıyafetlerini kucaklayıp yukarı çıktı.
“Onları asabilirsiniz ön tarafa, uçmaz merak etmeyin!” dedi adam. Efsun robot gibi teknenin yanından dolanıp önüne geçti orada uygun bulduğu yere çamaşırlarını serdi. Bu arada çantası da suya girdiği için telefonu ve çantanın içindeki her şeyi de ıslanmıştı. Adam peşinden gelip telefonu aldı elinden ve kapatıp onu da kıyafetlerin yanına bıraktı, “Belki açılır kuruyunca!”
“Teşekkür ederim. Kusura bakmayın ben önüme bakmadım sanırım!” dedi mahcup bir sesle.
“Birilerinden kaçıyordunuz sanırım, ayağınız boşluğa geldi!” dedi adam bu defa gülmedi onun kötü hissettiğini anlayınca, “Bir yeriniz acıyor mu?”
“Hayır sadece üşümüştüm, yüzme bilmiyorum!”
“Neyse ki yaralanmadınız! Kıyafetleriniz kuruyana dek sizi misafir ederim teknemde! Aslında karşıya geçip gelecektim bir kaç saat işim var. Sizin de vaktiniz varsa benimle gelin, dönüşte kıyafetleriniz de kurumuş olur. Hem kimden kaçıyorsanız o da sizi bulamaz böylece!”
Tanımadığı bir adamla göle açılma fikrinden rahatsız olsa da bu kılıkta ortalıkta gezemeyeceği için mecburen kabul etti Efsun. Adam iyi birine benziyordu, adının Halit olduğunu söylemişti. Tekne hareket edince Efsun tedirgin olduğu için hemen teknenin arkasına dümen kısmındaki sandalyelere gelip oturdu.
“Göl durgundur! Korkmanıza gerek yok!” dedi Halit, “Başınız belada değildir umarım!”
“Hayır, sadece görmek istemediğim birine rastlamıştım!”
“Sizi bayağı kızdırmış olmalı!”
“Beni aramak için geldiğini düşünüyorum, o yüzden kaçıyordum!”
“Buralı değilsiniz ama? Değil mi?”
“Hayır değilim annemin mezarını ziyarete geldim.”
“Sahi mi başınız sağ olsun üzüldüm.”
“Teşekkür ederim. Siz buralı mısınız?”
“Evet ben ilkokul öğretmeniyim!”
“Sahi mi?” dedi Efsun merakla, bir meslektaşı ile tanışmış olma fikri bir anda onu sevindirmişti. Yabancı olduklarını unutup hemen okullar hakkında sorular sormaya başladı. Mesleğini ve burada öğretmenlik yapmak istediğinden bahsetti. Halit işini halledip yeniden parkın iskelesine dönene kadar epeyce sohbet ettiler. Halit ve ailesi yıllardır burada yaşıyorlardı ve küçük bir yer olduğu içinde hemen herkesi tanıyorlardı. Halit onu okullara götürüp konuşmasını sağlayabileceğini söylemişti. Dönene kadar Efsun’un kıyafetleri kurumuş ama telefonu açmaya cesaret edememişlerdi. Halit de eve döneceği için onu tanıdığı bir telefoncuya götürmeyi teklif etti. Artık hava kararmaya başladığı için Cenk veya diğer adam onu kolay kolay göremezlerdi.
Telefoncu ancak ertesi gün verebileceğini söyleyince, Halit onu kaldığı otele kadar götürdü. Ertesi gün sabahtan gelecek ve okulları ziyaret edeceklerdi. Okullar kapanmış olsa da idari kadroların tamamı görev başındaydılar. Halit de okulu kapandığı için izindeydi ve zaten vakit geçirecek iş arıyordu kendine.
(devam edecek)