Yüzü olmayan melek – Bölüm 18

Mezarlığın yığma taş duvarına tutturulmuş ahşap kapıyı eliyle itti ve içeri girdi. Elinde bir numara vardı ama bu numara ile nasıl mezar bulunacağı hakkında bir fikri yoktu. Az ileride mezarları sulayan kadın onu görünce yanına yürüdü hemen.

“Hoş geldin kızım!”

“Hoş bulduk efendim. Ben bir mezarı bulmak istiyorum ama nasıl bulacağımı bilemiyorum! Elimde bu numara var!”

Kadın uzanıp kağıdı aldı ama okuyamadı, “Sen oku ben seni götüreyim!” dedi gülerek.

Efsun hemen avukatın yazdığı numaraları okudu. Kadın yürümeye başlayınca da peşine takıldı. Biraz sonra bakımlı bir mezarın başında durdular.

“İşte!” dedi kadın elini uzatıp. Efsun kadıncağızın bahşiş beklediğini bir kaç saniye sonra algılayabildi hemen çantasından bozukluklar çıkarıp koydu avucuna. Kadın paraları alınca dönüp gitti hemen.

Mezar taşındaki ismi ve tarihleri okudu Efsun. Kendini çok garip hissediyordu şimdi.

“Merhaba anne!” dedi elinde olmadan, “Seninle yeniden bir aradayız, keşke seni biraz olsun hatırlayabilseydim. Keşke geriye bir fotoğrafını bıraksaydın bana ki düşününce gözlerimin önünde bir yüz belirebilsin!”

Sonra çömelip oturdu mezarın kenarına, çiçek açmış kedi tırnaklarının üzerinde gezdirdi elini. Sami beyin söylediği gibi çok iyi bakılmıştı mezara. Mor küçük çiçekler ince sivri yaprakların arasından gülümsüyor gibiydi.

“Beni çiçeklerle karşılaman ne güzel, keşke ben de akıl edip sana biraz çiçek getirseydim!” dedi gülümseyerek, “İçimdeki keşkeler o kadar çok ki seninle ilgili. Kaya bey sayesinde iyi bakılarak büyümüş olsam da, aç biilaç senin yanında büyümeyi, koynunda uyumayı çok isterdim. Keşke senin de bir sahip çıkanın olsaydı babam ölmüş olsa da, benden ayrılmana neden olan onca acıyı hiç yaşamamış olsaydın. Sahipsiz ve çaresiz oluşunu o kadar iyi biliyor ve anlıyorum ki, sanki senden bana miras kalmış gibi bu duygu. Kaya beyi bulana kadar hep neden beni terk ettiğini düşünürdüm ama onunla konuşunca kendini feda ettiğini anladım. Ne senin ne de benim anne kız olacak zamanımız, fırsatımız olmadı seni toprağın altında da olsa bulmuş olmaya sevinen bir çocuğum ben de işte!”

Çantasından mendilini çıkartıp, gözlerinden akan yaşları sildi Efsun.

“Babama kavuştun mu bilmek isterdim. Onun hakkında hiç bir şey bilmiyorum. Kaya bey buranın senin köyün olduğunu söyledi. En azından nüfusa burada kaydolmuşsun. En az benim kadar kayıp bir çocuksun sen de belli ki. Belki benim de Cenk’ten kurtulup buralara gelmem, talihimizi kızıma miras bırakmamak içindir. Eğer onun yalanlarına kanıp bir evlat sahibi olsam kim bilir onun ve başıma neler gelirdi anne? Sen yanımda olsan, beni bilmediğim yerlere götürüp, böyle kandırabilirler miydi yine? Evlat sahibi bir kadın, sırf annesi babası yok diye bir başka evlada bu oyunu oynar mı söylesene? Senin kalbini, benim kalbimi ne kolay kırmışlar böyle. Keşke sen ve ben birlikte olsaydık, birbirimizden güç alıp bu kaderi değiştirebilseydik. Sen Kaya beye denk gelmemiş olsan, kim bilir benim de başıma daha neler gelirdi ama o hiç sahip olamadığım bir baba gibi koruyup kolladı beni. Kimsenin kimseyi düşünmediği gibi düşündü. Keşke sen onun kızı olsaydın. Düşünsene ne mutlu olurdun kim bilir, ben ne mutlu bir aileye doğardım o zaman. O da çok mutlu olurdu. Hayatını almak zorunda kaldığın o adam gibi bir evladı hiç olmamış olurdu.”

Annesine anlatacak o kadar şeyi birikmişti ki Efsun’un bir yandan ağlıyor, bir yandan konudan konuya atlıyordu.

“Canım annem, yaşasaydın o hapisten çıkmaya gücün yetseydi, şimdi ikimiz burada senin memleketinde güzel bir hayata başlıyor olurduk. Ben işe girerdim. Sen bana güzel yemekler yapar, evde beni beklerdin. Kaçırdığımız yılları tamamlamak için durmadan sarılırdık birbirimize, anlatır, ağlaşır, koklaşırdık seninle. Doya doya ‘Anne!’ derdim sana. Bir annem varken yetimhane de büyümüş olsam da hiç değilse seni yeniden kazanma şansım olurdu. Hapishanede annesinin yanında büyüyen çocuklar olduğunu da biliyorum. Keşke beni de verselerdi yanına. Yetimhane yerine orada seninle kalsaydım. O zaman hasta olmana da izin vermez bakardım sana. Hiç bilmediğim güzel yanaklarından öperdim her sabah. Ellerini tutar, ‘Sabret bir gün buradan çıkıp harika bir hayat yaşayacağız’ derdim. Hiç üzülmene izin vermezdim, acı dolu geçmişi düşünmede de, o zaman kimse de benim canımı yakamazdı. O Gül hanım denilen kadın zaten oğluna hiç layık bulmazdı beni hapishane de annem olduğu için. Cenk’te istemezdi o zaman beni belki. Ne de güzel olurdu. Anı diye zihnimde yer edecek, kalbimde iyileşmesi zor kesikler açan bu olayların hiç birini yaşamamış olurdum ben de! Ah anneciğim kim yazmış bu kaderi bize söylesene! Seni sahipsiz bırakanlar buralardalar mı acaba? Hiç mi sızlamadı içleri seni gencecik ölüme teslim edince. Korkma ama bundan sonra ben buradayım. Seni mezarında bile yalnız bırakmayacağım. Söz veriyorum anneciğim, bir daha beni kaybetmeyeceksin artık.”

Ağlamaktan gözleri iyice şişmişti artık Efsun’un, hava kararmadan kalacak bir yer bulması gerektiği için doğruldu. Mezarda da olsa annesinin yanından ayrılmayı hiç istemiyordu. Annesinin orada olduğundan, onu duyduğundan çok emindi. Yıllar sonra soğuk mermere dokunup anne şefkati duyabileceğini söyleseler asla inanmazdı ama hissediyordu işte bir şekilde.

Ağır ağır dönüp kapıya doğru yürüdü yeniden. Bir dua bile etmediğini hatırlayıp, telaşla geri döndü sonra. Ellerini kaldırıp duasını okudu yine ağlayarak.

“Gene geleceğim!” diyerek okşadı mermeri ve döndü yeniden. On dakika bekledikten sonra dolmuş gelince elini kaldırıp bindi hemen. Hiç tanımadığı köyde kalacak bir yer bulamayacağı için merkeze dönüp oradaki otellere bakacaktı. Sami bey ona cenaze için geldiklerinde gördüğü bir otelin adını vermişti. Onlar definden sonra hemen geri dönmüşlerdi, ancak oradakilerden otelin temiz iyi bir yer olduğunu öğrenmişti kalma ihtimallerine karşılık hazırlık yaptığı için.

Otel hemen merkezde olduğu için dolmuştan iner inmez çabucak buldu yerini. Tek kişilik bir oda ayarlayıp, şimdilik iki gün kalacağını söyledi. Durum göre değiştirecekti ayrılış tarihini. Yarın burası tek başına yaşamaya uygun mu diye etrafı gezip, okullara bakacak, yine annesine uğrayacaktı. Eğer yaşayabileceğine kanaat getirirse Sami beyi arayıp olabilir mi diye soracaktı.

Odaya çıktığında kendini yorgun hissediyordu. Yeniden dışarı çıkmak istemediği için arayıp bir çorba istedi. Annesine yaptığı ziyaretin etkisindeydi daha. Onunla bir yaşamları olsa nasıl olurdu diye düşünüp ağladı biraz daha. Dosyayı çıkarıp içindekilere baktı tek tek, bu resimleri çizdiği zamanki düşüncelerini hatırlamaya çalıştı. Eğer onların annesine gittiğini bilseydi kim bilir daha neler eklerdi, neler yazardı üstlerine. Onu ne kadar sevdiğini, ne kadar görmek istediğini, hatta görmese de çok özlediğini. Ağlayarak uykuya daldı ve rüyasında annesi ile olduklarını gördü. Aynı kendisine benzeyen annesi onun elinden tutmuş güzel ağaçlı bir yolda yürüyorlardı. Efsun da mavi tüllü elbisesi ile küçük bir kızdı. Birlikte konuşuyorlar, gülüyorlardı. Annesi ona sık sık sarılıyor, o da annesinin yüzünü öpücüklere boğuyordu. Sonra birden annesi ağaçların arasında kaybolunca panik halinde onu aramaya başlamış ama ne yaptıysa bir türlü bulamamıştı. Uyandığında sanki gerçekten koşturmuş gibi kan ter içindeydi. Annesinin sıcaklığını öyle güzel hissetmişti ki, sanki az önce avuçlarından kayıp gitmiş gibi hissediyordu. Kalkıp bir su içti ve gün aydınlanana kadar uyuyamadı bir daha.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s