Bu topraklarda zayıf olan eziliyordu. Büyük oğlunun acısından, küçük oğlunu ve sevdiği kızı ezdiğini göremiyordu Gül hanım henüz. Çocukları babalarından sonra annelerinin onlar için başardığı işlere minnet ve saygı duymuşlardı her zaman. Hiç birisi anneleri gibi güçlü değildi. Herkes saygı duyuyordu bir kadının bunları başarmasına. Başarana kadar ondan eksilttiklerini, onu kadın olmaktan çıkarıp, duygusuz bir bedene çevirdiklerini unutuyorlardı çabucak. Başaran oydu ama artık bir kadın bile değildi belki, erkek de değildi. Acılı bir anneydi şimdi ama onu da yaşamadan başka şeyleri halletmesi gerekiyordu. Bunun için küçük oğluna ihtiyacı vardı. Cenk’te annesine karşı koyamıyordu. Koyamıyordu ama Efsun’dan da vazgeçemiyordu. Efsun’un sahipsizliği değildi onu buraya getirip bu oyuna sokmasının nedeni, ondan vazgeçemeyişiydi. Onun hayatını mahvetme pahasına seviyordu onu. Kendi hayatı rayından çıkmış ruhunu kaybetmiş bir başka kadın ise küçük oğlu ve ona ne yaptığını görmeyecek kadar gönül gözünü yummuştu hayata. İçinde bir yerlerde kocası ve oğlu için ağlıyordu o sadece. İçinde ki o yeri kendi bile bilmiyordu.
Herkes kendini kurban yerine koymuş kendince bir amaç uğruna yaşıyordu kısaca, kimse Efsun’u kurban ettiğinin veya onun amacının ne olduğunu sormuyordu. Gül hanım erkek egemen toplumda bir erkeğin rolünü üstlenmiş olmayı zafer sayarken, bir kadın hatta bir insan olduğunu unutmuştu neredeyse, gücün sarhoşluğunu yaşarken bile kendine acıyordu bu yüzden. Evlatlarını yaptığı kahramanlığa öylesine ikna etmişti ki, onlar annelerinin gücüne sonsuz hayranlık duyuyorlar ve ona kadınca bir yaşamı geri sunmak için yükü üzerinden almaya çalışıyorlardı. Önce Cenk’in ağabeyi şimdi de Cenk. Hem mülkiyetten güç alıp, hem sorumluluğunu yük görmek Gül hanıma özgü bir durum değildi yeryüzünde. Pek çok insan güçten vazgeçemediği için yük altında hissediyordu ama farkında değildi. Mecburmuş gibi yapıyor ama bunu gerçekten seviyordu hepside.
Efsun havaalanında bindiği servisle şehir merkezine, oradan da yetimhaneye ulaştı. Kapıyı açan görevli onu hemen tanıdı.
“Kızım gecenin bir vakti ne işin var burada gir içeri!”
“Arslan amca bu gece kalacak yerim yok!”
“Gel gel, nöbetçi Ayşe hoca bu gece, hemen ona git!”
“Teşekkürler!” diyerek girsin Efsun içeri. Burası bir yetimhane olmasına rağmen ardından bıraktığı evden daha çok değerli hissettiği ve güvendiği bir yerdi.
Ayşe öğretmen Efsun’u görünce önce şaşırdı, sonra hikayesini dinleyince çok üzüldü.
“Vah çocuğum vah! Kızlar yatakhanesinde iki kişilik odalardan biri boş diye biliyorum, diyerek çekmeceden anahtarları aldı ve Efsun’u odaya götürdü. Sen şimdi yat dinlen, açsan yemekhanede bir şeyler var mı baktırayım?”
“Hayır teşekkür ederim!”
“Tamam dinlen sabah müdür gelince konuşuruz yeniden. Ah bizim insanımız ah!” diyerek kapıyı çekip onu yalnız bıraktı.
Efsun, Ayşe öğretmene anlatırken iyice anladı düştüğü durumu. Sanki yüksek sesle tekrarlaması gerekiyormuş gibi tam olarak başına gelenin vahametini iyice gördü. Sanki ilk kez duyuyormuş gibi şoka girdi yeniden. Gün aydınlanana kadar gözleri açık tavana bakarak yattı öylece. Yurtta kahvaltı erken olduğu için kalkıp aşağı indi yeniden. Ayşe öğretmen inmeden müdüre kısaca özetlemişti durumu. Normalde yurttan ayrılanları geri almıyorlardı ama bu çok özel bir durumdu.
“Çok üzüldüm biz senin mutlu olduğunu sanıp, böyle iyi bir aileye gelin gidiyorsun diye seviniyorduk. Nasıl insanlarmış bunlar böyle? Cenk nasıl bir insanmış?”
“Sormayın” dedi Efsun üzgün bir halde, “Sanırım benim hatam daha dikkatli ve temkinli olmam gerekirdi!”
“Olur mu kızım, sen insanlara güvendin de hata mı ettin yani? Seni mi suçlayalım şimdi onları bırakıp?”
Efsun ağlamaya başladı yeniden.
“Neyse ki ipin ucundan dönmüşsün bak Allah yardım etmiş. Avukatı arayayım seni bu gün götürsün şu hayırsevere ne dersin? Sana da iyi gelir! Sonra konuşuruz ne yapacağını, bak bakalım kurtarıcı meleğin ne söyleyecekmiş!”
“Tamam!” dedi Efsun, sonra aşağı indi öğretmenlerle birlikte kahvaltısını yaptı. Hayırsever hemen bekliyordu Efsun’u gelen habere göre. Avukat gelip yurttan alacaktı onu. Kendini iyi hissetmediği için çocuklara gözükmemek için yeniden odasına çıktı ve beklemeye başladı.
Avukatın geldiği haberini getirdiklerinde neredeyse uyumak üzereydi. Kendini çok bitkin hissediyordu, gece boyu uyumamıştı, karnı da doyunca üzerine çöken ağırlığa karşı koyamıyordu. Hayatı boyu beklediği buluşmaya gideceği gün hayatının neredeyse en berbat günü ve ruh halini yaşıyordu ne yazık ki. Oysa bu günü çok farklı hayal etmişti. Heyecan duymaya çalıştı ama heyecanlanacak bile hali kalmamıştı ne yazık ki.
Çantasını alıp aşağı indi. Müdür kapının yanında avukatla onu bekliyordu.
“Haydi bakalım beklediğin an geldi!” dedi gülümseyerek adamcağız.
Efsun’da elinden geldiğince mutlu görünmeye çalıştı. Kendini toparlamaya çalıştıkça uyku üzerine çullanıyordu sanki. Avukatın arabasına binip yetimhaneden ayrıldılar. Çok uzun olmayan bir yolculuğun ardından özel bir hastanenin önünde durdu araba.
Efsun camdan dışarı baktı hastaneye merakla, “Burada mı?” dedi.
“Evet” diyerek onun inmesini bekledi avukat.
Birlikte içeri gidip asansöre bindiler ve iki kat yukarı çıktılar. Efsun biraz daha açılmıştı şimdi. Asansörün aynasında kendine bakınca keşke öğretmenlerden ödünç bir şeyler isteyip sürseydim yüzüme diye geçirdi içinden. Hayırsever bir doktor muydu acaba?
Avukat önce o arkada geniş ve güzel koridordaki odalardan birinin kapısında durdular. Kapıda isim yerine bir numara yazdığını görünce, burasının bir doktor odası olmadığını anladı Efsun.
“Kaya beyin odası burası, içeride seni bekliyor!” dedi avukat ve kapıyı tıklayıp, “Geldi!” diye fısıldadıktan sonra geri çekilip Efsun’un girmesini işaret etti.
Odanın cama yakın tarafındaki hastane yatağında saçları neredeyse tamamen dökülmüş, yaşlı bir adam yatıyordu. Seksenin üzerinde olduğu kesindi. Adam Efsun yanına gelene kadar gözleri ile onu takip etti.
“Neden burada olduğunu merak ediyor olmalısın?” diye sordu zayıf nefesiyle.
Avukat kapıyı kapatıp ikisini yalnız bırakmıştı.
“Sizinle tanışmayı çok istiyordum!” dedi Efsun, “Beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim! Geçmiş olsun umarım çabucak iyileşirsiniz”
Adamın güçsüz ve zayıf haline çok üzülmüştü. Aslında hayalinde canlandırdığı melek her nedense bir kadındı ve tabi hasta değildi.
“Yaklaş kızım, konuşmak benim için kolay olmuyor, sana anlatacaklarım var!” dedi adam.
Efsun adama doğru biraz daha yaklaştı, adam eliyle yatağın yanına oturmasını işaret edince de çekinerek oturdu.
“Benim ismim Kaya Soğancı. Yıllardır seni elimden geldiğince kollamaya çalıştım, çünkü bunu sana borçluyuz kızım! O yüzden bunu bir iyilik gibi görme!”
Efsun bir şey anlamadığı için cevap veremedi.
“Anlatacağım” dedi Kaya bey boğazını temizleyerek.
“Benim oğlum Erdoğan çok iyi bir çocuktu. Sonra bir takım arkadaşlar edindi, bir meretler içmeye başladı hayatı mahvoldu. Yüksel ile ne yaptıysak oğlumuzu iflah edemedik. Okulu bıraktı, çoğu zaman günlerce eve gelmedi, nerede olduğunu asla bilemediğimiz zor günler yaşattı bize. O zamanlar müstakil bir evimiz vardı. Arka bahçede de ıvır zıvır koymak için bir depo yaptırmıştım ama içine pek bir şey koymazdık.”
Kaya bey yine öksürmeye başlayıp, boğazını temizledi. Konuştukça sesi daha hırıltılı çıkmaya başlamıştı.
“Su ister misiniz?” diye sordu Efsun hemen ama eliyle “hayır” işareti yapıp konuşmaya devam etti.
(devam edecek)