“Gördün mü annem bizim için her şeyi hallediyor!” dedi Cenk odadan çıktıklarında gülümseyerek, “Gelinlik pek hoşuna gitmedi herhalde ama sadece bir gece giyip çıkaracaksın dert etme, sonra kendi düğünümüzü kendimiz planlayacağız!”
Efsun bir aile ve anne ile büyümediği için aile için kuralların bu şekilde olup olmadığından emin değildi. Ailede büyüklerin değerli ve olduğunu bilecek kadar elbette görgüsü vardı ama bütün yaşamı kontrol altında tutmak isteyecekleri hiç aklına gelmemişti doğrusu. Hele ki çocuklar yetişkin olduktan sonra. Belki de yetimhane de büyümek insana fazla özgürlük düşüncesi aşılıyordu. Bunun da bir sebebi vardı elbette, o özellikle yetimhaneden ayrıldıktan sonra kendi işlerini kendi halletmek ve kendi kararlarını kendi almak zorundaydı. Şu hayırsever olmasa onun sorumluluğunu alacak veya bakımını üstlenecek kimsesi yoktu. Bütün bunları kendi yapmaya alışınca da bir başkasının onun hayatının en önemli olayınca her şeye karar verme yetkisine sahip hissetmesine normal bakamıyordu. Cenk’in davranışları ve sözleri bir aile hayatı için onun tek rehberiydi. Bu onun ailesiydi her şeyden önce, bunca insana normal gelen her şey aslında normal olmalıydı. Bu nedenle Efsun’un zor bir dönemin içine onu yerleştirmeye çalışan ve misafir eden bir aileye karşı çıkması büyük saygısızlık olurdu herhalde. Klasik aile için saygı ve sevgi dışında bir de buraya ya da belki bu aileye özgü kurallar vardı anladığı kadarıyla. Daha önce evlenen bir iki arkadaşı olmuştu. Gerçi onlarla derinlemesine hiç konuşmamışlardı ama yurtta bu konular hemen paylaşıldığı için bunları yaşasalar anlatırlardı herhalde diye düşündü. Belki de en başına bu kadar düşünmek yersizdi. Hayatındaki en güzel dönemi belki de yersiz düşüncelerle karartacaktı. Bu nedenle Cenk’in söylediklerine gülümseyerek karşılı k verdi.
“Evet çok iyi bir annen var gerçekten!”
“Onu sevmene sevindim!” dedi Cenk rahatladığını belli ederek, “Gör bak zaman geçtikte her şey çok daha iyi olacak! Gelinlikçi gelmeden benim de biraz vaktim var, istersen biraz dışarıda vakit geçirelim yine sana şehri gezdireyim bu kez. En azından bir şeye ihtiyacın olduğunda nereden alabileceğini bilirsin”
“Harika olur, sanırım biraz boya almam gerekecek!”
Böylece birlikte çıktılar evden, Cenk o olmadığı zaman dışarı çıkması gerektiğinde evdeki çalışanlara söylemesinin yeterli olacağını tembihledi. Onlar istediği yere onu götürebilir ya da tarif ederse istediği şeyi alıp gelebilirlerdi.
“Kendim de gidebilirim!” demişti Efsun bunu duyunca, birilerinden bir şeyler isteme alışkanlığı yoktu zaten.
“Hayır buna alışmalısın!” diye yanıtlamıştı Cenk’te. Tam olarak neden alışması gerektiğini anlamadıysa da, buralar ile ilgili anlamadığı diğer her şeyin olduğu zihninin arka tarafına itekledi bunu da.
Elvan’ın arkadaşı geldiğinde eve yeni varmışlardı. Cenk annesi ile işlerle ilgilenmeye o da Elvan’la sabah Gül hanımla görüştükleri odaya gitti. Efsun öyle ufak tefekti ki gerçekten de bu kocaman gelinliği ona uydurmak zor olacaktı.
“Benim bedenime geldikten sonra başkasının giymesi için hiç uygun olmayacak!” dedi elinde olmadan.
“Cenk’ten başka bekar erkeğimiz yok!” dedi Elvan hemen, “Son sen giymiş olacaksın o yüzden sıkıntı etme!”
“Bir gelenek değil miydi?”
“Evet ama bir gelinlik bir geleneğe ancak bir kaç nesil ayak uydurabilir değil mi?” dedi gelinlikçi, “Sonrakiler için mutlaka bir yenisi olacak!”
“Ailenin en minnak gelini olacaksın!” diye kıkırdadı Elvan, “Buralarda kadının etlisi makbuldür!” hepsi birden kıkırdadılar bu sefer.
“Yani tabi eskiden kadınlarımız tarlada çalışırlarmış!” dedi Mercan, “O yüzden de güçlü kuvvetli olmaları gerekmiş, koca, ev çocuklar, tarla hepsi kadının işi!”
Efsun etrafı gezerken ve bu saba tarlalara yürürlerken gördüğü kadınları düşündü hemen, pek de eski sayılmazdı gördükleri ama Mercan kendi ailelerini kastediyordu muhtemelen. Zengin ailelerin kızları bir nebze de olsa geleceği yaşıyordu demek onlara göre. Yine sesini çıkarmadı. Zaten çok konuşan bir kız olmadığı için sessiz tepkileri kimsenin dikkatini çekmiyordu. Gülümseyerek saklıyordu aklından geçenleri.
“Gelinlikten baya parça artacak ama halledeceğiz!” dedi gelinlikçi giderken. Yine hep birlikte güldüler. Efsun Mercan ve Elvan’ın prova sırasında fısıldaşıp durduklarını görüyordu ama onun cılızlığı ile dalga geçtiklerine yoruyordu hep. İkisi de anneleri gibi iri kalıplıydılar. Kilolu oldukları söylenemezdi ama kesinlikle ufak tefek değillerdi. Efsun aralarında çocuk gibi kalıyordu sahiden. Güçlü kuvvetli olmak bu toprağın kaderiydi belki de herkes için.
Prova bittikten sonra Elvan ve Mercan işleri olduğunu söyleyip ortadan kayboldular. Mercan’ın bir arkadaşına gitmesi gerekiyordu. Elvan’da çocuklara bir şeyler alacaktı, Efsun’u da çağırdı aslında evde sıkılmaması için ama Efsun onlara ayak bağı olmak istemediği ve odada çalışması gerektiği için kabul etmedi. Odada çalıştığını kimseye söylemiyordu elbette. Geri döndüğünde pencerenin önüne kocaman bir masanın yerleşmiş olduğunu gördü. Cenk hemen halletmişti isteğini. Gülümseyerek tüm çizim ekipmanını masaya yerleştirdi yeni aldığı boyalarla birlikte ve çalışmaya başladı. Bir kaç gün sonra çizimlerin bir kaçını postalaması gerekecekti. Bu gün Cenk’ten postanenin yerini soracakken boyalara dalınca unutmuştu. Nasılsa yeniden fırsatları olur diye düşünerek işe devam etti. Ne olduğunu sormasınlar diye evdekilerin yanında çalışanlara verip yollamak istemiyordu.
Cenk geri geldiğinde akşam üzeri olmuştu. Gelir gelmez ona masa için çok teşekkür etti.
“Annem aşağıda bizi bekliyor, birlikte kahve içelim istedi!” dedi Cenk onun yanağına bir öpücük kondurarak.
İkisi birlikte aşağı indiler, kahveler söylendi.
“Elvan provanın iyi geçtiğini söyledi!” dedi Gül hanım.
“Evet efendim. Ölçüleri aldı terziniz”
“Eli çabuktur onun bir haftaya kalmaz getirir. Yarın gidin oteli görün, salonda istediğiniz ne varsa konuşun!”
“Annem salon ayarlamış demiştim ya!” diye hatırlattı Cenk.
“Tamam teşekkürler!” dedi Efsun nazik bir sesle.
“Birazdan kuyumcu gelecek. Elindekileri getirecek, ikiniz bakın, benim işlerim var! Mercan size eşlik eder!”
Yine “Tamam” dedi Efsun nazikçe, Mercan gittiği gezmeden dönmüştü demek, Efsun saatlerce kendini çizime kaptırınca anlamamıştı zamanı.
Kahveler içildikten sonra Gül hanım ayrıldı yanlarından, daha konuşmalarına fırsat olmadan Mercan girdi içeri,
“Gelmiş Erhan ağabey hazır mısınız?” diye sordu hemen.
“Hazırız!” dedi Cenk neşeyle.
Erhan ağabey yanında iki yardımcısı ve ellerinde çantalarla içeri girdi. Her çantanın içinde farklı tarzda alyans ve takılar vardı. Efsun adamların önüne bıraktıkları çantalara öylece bakıyordu şaşkın şaşkın.
“Hayatım seçmeyecek misin?” dedi Cenk sanki açık büfeden salata almaktan bahseder gibi.
“Şey ben şaşırdım biraz sanırım”
“Ben size yardım edeyim.” dedi Mercan hemen, çantalara kısa bir göz atıp beğendiği bir kaç tanesini Efsun’un parmağına geçirdi.
“Hangisini beğendin!” dedi Cenk ona bakarak.
“Sen seç!” diye elini ona uzattı Efsun, tek taşların ne kadar pahalı olduklarını biliyordu, hayatında hiç böyle takıları da olmamıştı, olmasını da istememişti aslında. O yüzden Cenk seçerse kendi içinin de rahat edeceğini düşündü. “Bana bunu alın!” demekten daha kolaydı bu.
Cenk bir tanesini seçti ve adamlar onu hemen kenara ayırdılar. Başka bir çanta serisi açıldı. Bu defa alyansları seçeceklerdi. Bazıları alyans demeye bin şahit gerekecek kadar gösterişliydi. Herkesin elinde görmeye alıştığı türden alyanslar değildiler. Neyse ki çantalardan bir tanesi daha olağan alyanslardan oluşuyordu. Cenk ile o çantadan seçtiler ortak bir karar verip.
“Hanımefendi sadeliği seviyor!” dedi kuyumcu gülümseyerek.
(devam edecek)