Pencerelerden gelen temiz havanın da etkisi ile yatağa uzanıp her nasılsa hemen uyuyuvermişti Efsun. Gözlerini yeniden açtığından neredeyse öğlen olduğunu fark etti. O güzel yatak örtüsünü bile kaldırmadan öylece uzanıvermişti üzerindekilerle. Geldiklerinden beri tuvalete uğrama şansı olmadığı için odanın kapısını sessizce açıp koridora çıktı. Etrafta kimse yok gibi gözüküyordu. Elbet bu evin bir çok yerinde banyo ve tuvalet bulunuyordur diye düşünerek koridor boyunca yürüdü. Koridorların avluya bakan pencereleri olması ona ilginç ama çok güzel geldi. Her pencerede tığ ile örüldüğünü düşündüğü benzer tüller vardı. İçerideki büyük avlu tepeden daha güzel görünüyordu. Büyük saksılara dikilen sardunyalar ortama çok güzel bir renk katmıştı. Çocuklar ve çocuk kitaplarını sevdiği için her zaman renkli olana kayardı gözü. Renkler hayatın tadını değiştiriyordu ona göre. Bir insanı olduğundan mutlu, bir mekanı olduğundan güzel gösterebiliyorlardı ya da tam tersi. Kırmızı sardunyaların önlerindeki renkli kilimler avlunun etrafında bir koridor oluşturmuştu. Arada bir elinde tepsi, örtü ya da benzeri bir eşyayla avluyu boydan boya geçen birileri oluyordu. Bir an önce tuvaleti bulması gerektiği için uzun uzadıya seyredemeden aramaya devam etti. Koridordaki tüm kapılar kapalıydı. Bilmediği kapıları açmaması gerektiğini düşündüğü için merdivenleri bulunca aşağı indi. Hemen merdivenin önündeki alanı silen ev yardımcısına gülümseyerek tuvalete gitmesi gerektiğini söyleyince, kadıncağız ona gösterdi. Hızlıca gösterilen kapıya giderken, arkasından bir fısıldaşma olduğunu duydu ama aldırmadı. Evin oğlunun arkadaşı ilgi çekiyordu herhalde. Tuvaletten çıktıktan sonra merakını yenemediği için avluya çıktı. Güneş yükseldiği için avlunun büyük bir kısmını kaplamıştı. Az önce bulunduğu koridorun atında bir sedir dizisi olduğunu fark etti. Muhtemelen günün büyük bir bölümü gölgede kaldığı için orası tercih edilmişti. Hava oldukça sıcaktı. Ev halkından kimse oralarda değildi. Cenk’in nerede olduğunu da bilmiyordu ama cep telefonunu yanına almadığı için şimdi arayamazdı. Muhtemelen annesi ile birlikteydi hâlâ, yoksa gelip onu bulurdu herhalde. Meraklı biri gibi ortada fazla görünmemek için yeniden geldiği yolu takip ederek ona verilen odaya çıktı. Yatağın üzerine oturup resim dosyasını çıkardı. Hazır boş vakit varken biraz çalışabilirdi.
Bir kaç saat sonra odasının kapısı vuruldu ve zayıf esmer bir kız yemeğin hazır olduğunu söyledi. Çizimleri yatağın üzerine bırakıp doğruldu, üzerini başını düzeltti, çıkmak için kapıyı açtığında kızın ona eşlik etmek için orada beklediğini gördü. Kız önde Efsun arkada kahvaltı ettikleri salona gittiler. Masa da bir kişilik yemek hazırlanmıştı.
“Ben yalnız mı yiyeceğim?” dedi kıza dönüp.
“Evet hanımın size yemek hazırlamamızı istedi.”
Aslında henüz açlık hissetmiyordu, yemeklerle arası çok biri de değildi ama kabalık etmek istemediği için masaya geçti. Kocaman masada tek başına olmak tuhaf bir duyguydu.
“Evde benden başka kimse yok mu?” diye sordu önüne bir kase çorba getiren zayıf kıza.
“Hepsi birden çıktılar!” dedi kız.
Teşekkür edip çorbasını kaşıkladı. İçinde ev yapımı olduğu belli olan kocaman eriştelerin olduğu lezzetli bir çorbaydı. Aç değildi ama çorbanın lezzetine kapılıp hepsini içti. Daha son kaşığı içer içmez kız yeniden elinde bir başka tabakla belirdi. Pilavın yanında, harika görünen kemikli bir et vardı. Biraz sonra yeniden gelip masaya sulu bir salata ile bir sürahi ayran koydu.
“Bunların hepsi benim için mi?”
Kız gülümseyerek başını salladı.
“İyi ama bunları tek başıma yiyemem, bana arkadaşlık etmek ister misin?”
Kız tatlı tatlı gülümsedi bu kez cevap veremeden. Efsun onun şaka yaptığını sandığını anladı. Yiyebileceğini düşündüğü kadarını tabağın bir kenarına ayırıp çabuk çabuk yedi. Salata ve diğer şeylere dokunmadı. Teşekkür edip kalktı masadan.
Bütün ailenin birden geldikleri gün evden gitmeleri tuhaf bir şey miydi acaba? Buranın adet ve kuralların da zamanla öğrenecekti herhalde. Öğle yemeği kısmını atlamak istediğini Cenk’e söyleyecekti gelince, boşuna hazırlık yapmalarına gerek yoktu onun için.
“Kahve getireyim mi?” dedi kız o masadan uzaklaşamadan. Aslında avludaki sedirlerde bir kahve içme fikri hoşuna gitmişti az önce düşününce, kız hemen arkasından “Çay da var!” deyince.
“Avluda çay içebilirim öyle değil mi?” dedi hemen.
Kız başıyla selam verip koşarak uzaklaştı mutfak olduğunu düşündüğü yere doğru. Odaya gidip telefonu alsam mı diye düşündü bir an için ama sonra vazgeçti. Cenk’in ailesi ile işleri varsa peşine düşmek olmazdı hemen, avluya çıktı kendi başına ve sedirlere oturdu gidip. Adının Kevser olduğunu öğrendiği kız birazdan geldi elinde çay tepsisi ile. Çayın yanına bir parça da otlu gözleme konulmuştu.
“Buradakilerin formlarını koruyabilmelerine şaşırdım!” dedi kıza teşekkür ederek. Kız yine gülümsedi ve onu yalnız bıraktı. Çay sahiden çok güzel demlenmişti. Hazır etrafta kimse yokken höpürtüyle kocaman bir yudum alıp “Oh!” çekti kendi kendine.
Okulunu başarıyla bitirmiş, ona emek ve destek verenlerin yüzünü kara çıkarmamıştı. Sevdiği adamla buralara kadar gelmiş, yakında evlenecekti. İyi bir aileden gelen biriydi Cenk belli ki, iyi ve varlıklı. O halde şimdi çok mutlu olması gerekiyordu herhalde. Gülümsedi ikinci yudumu içerken. Çizimleri kabul görmüştü. Cenk annesi ile konuştuktan sonra öğretmenliğe de başlayacaktı. Yine gülümseyerek koca bir yudum daha içince küçük bardakta ki çay bitiverdi. Daha bardaklı elini sedire bırakmak için indiremeden, Kevser koşar adımlarla yeniden geldi ve bardağı kapıp yok oldu.
Efsun onun gölgelerde bir yerde ona hizmet etmek için hazır beklediğini o zaman anladı. Hayatı boyunca böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Nedense bu durum kendini kötü hissetmesine neden oluyordu. Zamanla herkes birbirini anlayacak nasılsa diye düşündü. İlk günden Cenk’e de bir sürü şey söylemek olmazdı şimdi. Onu da kolay günler beklemiyordu görünen o ki. Gül hanım gerçekten küçük bir ordunun komutanı gibiydi. Çalışanların ifadelerinden ve tavırlarından ondan çekindikleri belliydi. Böyle büyük bir aile ve mal varlığını yönetmek için öyle olmak gerekiyordu belki de. Cenk annesi ile bu işi yapacaksa bile onun annesi gibi olabileceğini pek sanmıyordu.
Efsun, Kevser’in koşar adım getirip götürdüğü bardağı ile üçüncü çayını içerken Cenk gülümseyerek avludan içeri girdi.
“Sıkılmadın değil mi?”
“Hayır çayı buldum gördüğün gibi!” dedi bardağını göstererek gülümsedi ona, biraz daha gelmezse ne yapacağını düşünürken onu yeniden gördüğüne sevinmişti.
“Bir yere gitmemiz gerekiyordu o yüzden seni yalnız bıraktık. Dinlendiysen gel sana araziyi gezdireyim istersen!”
“Sen dinlenebildin mi?” dedi Efsun
“Evet evet haydi gel çay her yerde içebilirsin burada!”
Efsun hemen bardağını sedire bırakıp kalktı, “Dur telefonumu, çantamı alıp geleyim!”
“Bir de şapka al!” diye seslendi Cenk arkasından.
Efsun geri geldiğinde Cenk arabanın yanına çıkmıştı bile, Kevser avluya dönünde haber verdi dışarı çıkması gerektiğini.
Bir kaç saat boyunca arazileri gezdiler. Harika hayvanlar, ekili alanlar vardı burada. Büyük olduğunu anlamıştı ama bu kadarını beklemiyordu Efsun.
“Bütün bunları yönetmek gerçekten zor olmalı!” dedi takdir duygusuyla.
“Ağabeyim anneme çok yardımcı oluyordu. Aslına bakarsan benim öğrenmem gereken çok şey var!”
“Halledeceğine eminin sonuçta bunların hepsi sizin ve sizin topraklarınız!”
“Annem kuzenlerine ait küçük bir oteli ayarlamış bizim evliliğimi için!”
“Otel mi? Düğün sonra yapılacak sanıyordum”
“Düğün gibi değil zaten, öyle kendi kendimize, biz büyük bir aileyiz göreceksin, kuzenlerimiz de var!”
Gülümsedi Efsun, büyük aile ifadesini hep seviyordu zaten.
(devam edecek)