Hayriye teyzenin da hayatı güllük gülistanlık geçmemişti. O gün Zeliha’nın elindekileri görünce duygusallaşmış, o da kendi hikayesini anlatmıştı.
Evlendirildiğinde on dört yaşındaydı, o da Zeliha gibi kocasının köyüne gönderilmişti. Kayınvalidesi, kayınbiraderleri hepsi aynı evdeydiler. Daha gün ağarmadan kalkıyor, evdekiler için bazlamalar pişiriyor, sonra onların kahvaltısını hazırlayıp, topladıktan sonra tarlaya gidiyordu. Akşama kadar çalışıp gelince akşam yemeğini pişiriyor, topluyor, varsa çamaşırları çitiliyor. Daha uykusunu alamadan yeniden kalkıp, ertesi güne başlıyordu. Ne yazık ki ilk bebeği doğunca da bu düzeni değiştirmek kimsenin aklına gelmediği için tarlaya giderken de bebeğin beşiğini de yüklenip gidiyordu. Zavallı bebek beşiğin içinde bir ağacın dibinde bütün gün ağlarken o çapa sallıyordu. Öyle her gık dediğinde koşup bebeğe bakmasına izin yoktu. İlk bebek bir ayı dolmadan açlıktan beşikte öldü. O memeleri sütten patlayarak çapa sallıyor, yeni doğanı da iki saatte bir emzirmesi gerektiğini bilmiyordu. Akşam dönecekken bebeğin nefes almadığını görünce şoka girmiş, akşam dayağı yiyince evdekilere göre şoku atlatmıştı. İkinci bebek doğduğunda düzende bir değişiklik olmadı. Bu defa akıllandığı için bebeği ağacın altında beşikte bırakmıyor sırtına sarıyordu. Bebek ağladıkça döndürüp memesine dayıyor, sonra yeniden sırtına çevirip çalışmaya devam ediyordu. Böyle böyle çocuk üç yaşına kadar geldi ki yedi ay önce Yusuf askere gitmişti. Sonra üç yaşına kadar gelen bebek de nedenini bilmediği bir hastalıktan ateşlenip öldüğünde kendini hepten yapayalnız hissetti. Kocası gelip bebeğin öldüğünü duyunca bu defa o da şoka girdi. İlk bebek doğup öldüğünde bir havalarda olan Yusuf, sonra nasıl olmuşsa karısına biraz acır olmuştu. Zaten ilk bebeğin ölümünden sonra dayağı kocasından değil, kayınvalidesinden yemişti. Kocasının askerden dönmesine iki ay kala ateşlenen bebeğe kimse ebe bile çağırmayınca bebecik havale geçirmiş hayata gözlerini yumuvermişti. Yusuf eve gelip kimsenin Hayriye’ye bir doktora götürelim demediğini öğrenince tepesi atmıştı. Kendi ailesinin böyle lanetlik edeceği hiç aklına gelmemişti belli ki. Evlendiğinde Hayriye on dört ise o da taş çatlasın on altı yaşında ailesine hayran bir delikanlıydı. Sanıyordu ki kendi ailesi herkeslerden daha iyi. İlk çocuğun ölümünü de Zeliha’dan sanmıştı uzun süre.
Evdekiler ne dediyse dinlemedi, karısını kaptığı gibi ertesi gün ilk otobüse binip şehre doğru yola çıktı. Buraya geldiklerinde Hayriye on dokuz, Kocası da yirmi bir yaşındaydı. Şehirde yaşayan bir askerlik arkadaşı sayesinde sokaklarda kalmadan bir hayat kurmayı başardılar. Yusuf’un ağabeyleri peşlerine düşüp geldiler, tehdit ettiler, dil döktüler, anamız hastalandı dediler ama Yusuf geri dönmeyi kabul etmedi. Bir süre sonra onlar da umudu kestiler. Ağabeyleri evlenirken çağırdılar onlara da gitmedi.
Gelmelerinden dört ay sonra Hayriye hanım yine hamile kaldı. Kontrole gittikleri sağlık ocağından doğum kontrolü ile bilgiler de öğrendiler. Bir çocuk sahibi olup başka istemiyorlardı ayakları düze çıkana kadar. Ne yazık o çocuk daha üç aylık olamadan düştü. Bir süre çocuk düşünmeme kararı aldılar ve doğum kontrol yöntemlerini uygulamaya başladılar. Yaşamları iyice rayına oturunca yeniden çocuk sahibi olmak istediklerine karar verdiler. İkisi de şehir hayatına alışmışlardı. Burası köy yeri gibi değildi her türlü sağlık desteğine erişebiliyorlardı.
Kontrolü bırakmalarına rağmen bir yıl çocuk sahibi olamadılar. Hayriye hanım iki çocuğunun ölümüne neden olduğu için cezalandırıldığını düşünmeye başlamıştı. Yusuf ne kadar onu böyle bir şeyin olamayacağına iknaya uğraşsa da o bu düşüncesinden vazgeçmedi. Altı ay sonra nihayet yeniden hamile kaldığını anlayınca, bu defa da çocuk yine ölecek diye strese girmeye başladı. Çocuk sağlıkla dokuz ay sonra doğunca karı koca derin bir oh çektiler. Bir kızları olmuştu. Sonunda her şey yoluna girmişti. Kızları on altı yaşına geldiğinde bir gün arkadaşları ile çıktığı geziden dönmedi. Bindikleri araç kaza yapmıştı. Minibüsteki dört kişi orada hayatını kaybetmişti ki bunlardan biri de Hayriye hanımın kızıydı. Daha haberi gelir gelmez kocası kalp krizi geçirdi ve hastaneye kaldırdılar. Zavallı kadın kızına mı yansın kocasına mı baksın bilemiyordu. Dördüncü evladı da ellerinden kayıp gitmişti, üstelik on altı yaşına geldikten sonra. Sonraki zamanda ne Yusuf bey iflah olmadı. İki kriz daha geçirip, iki yıl sonra dördüncü de hayatını kaybetti. Hayriye hanım zaten o iki yılı kendinde geçirmemişti, kocası da ölünce iyice parçalandı. Kız kardeşi gelip onu yanına aldı. Evi kapatıp, kız kardeşinin Karadeniz’deki evine gittiler. Oranın havası, yeşilliği Hayriye hanımın ancak üç yılda kendine gelmesini sağladı. Kız kardeşi onu yeniden hayata bağlamak için elinden geleni yaptı. Sonunda aklını başına aldıktan sonra onlara daha fazla yük olmamak için dönüp bu eve geri geldi. Ondan beridir de daha evlenmeden büyükannesinden el aldığı gibi kurşun dökmeye başladı. Kocasının maaşını da ona bağlamışlardı zaten.
Geç saat olana kadar o ağladı anlattı, Zeliha ağladı.
“Kız doğanın kaderi hep acıdan geçiyor bu topraklarda yavrum!” dedi Hayriye teyze çenesi titreyerek, “Seni o gün kucağında bu yavruyla denize yürürken görünce, aklıma neler geldi bir bilsen. Benim sahip olamadığımla ölüme gidiyordun eteğine yapışmasam”
“Hayriye teyze Yaren’i de, beni de evladın bil sen!” dedi Zeliha ağlayarak sarıldı kadına.
“Kızım sen şuncağızla kendi canını sağ tut ben başka bir şey istemem! Bana başka acı tattırmayın artık!”
İkisi de iç çekerek uyudular o gece, o günün ardından yolları bir denizin ve ölümün kıyısında kesişen iki kadının bağları daha da güçlendi. Yaren dört yaşına geldiğine atölye sahibi işlerin iyi gitmediğini ve atölyeyi kapatacağını söyledi. Ülke de bir ekonomik krizdir gidiyordu uzun süredir. Zeliha artık iyice öğrendiği çevrede ve sektörde dolanıp dursa da bir türlü iş bulamadı. Hayriye teyzeyi zar zor ikna edip çevredeki bir kaç eve temizliğe gitmeye başladı. Çocuğun masrafları için para gerekiyordu. Bir kaç seneye okula başlayacaktı. Hazır da getirdiği paradan da geriye bir şey kalmamıştı. Evler fazla büyük olmadığında fazla yorulmadan işleri halledip vakitlice eve geliyordu. Hiç değilse otobüse binip işe gitmek, akşam da mesai bitim saatine kadar bu işte kalması gerekmiyordu. İşleri çabucak halledip çıkıyor eve geliyordu. Hayriye teyzenin yaşı da ilerlediği, Yaren’de iyice hareketlendiği için ikisini çok yalnız bırakmak istemiyordu. Neyse ki Yaren sabah uykularını seviyor erkenden fırlamıyordu. Zeliha sabah kahvaltısını hazırlıyor, Hayriye teyze ile çayını içip Yaren uyurken işe gidiyordu.
Hayriye hanım ona da kurşun dökmeyi öğretmişti ama ayda bir ya da iki kişiden fazla gelen olmuyordu o işlere.
“İnsanlar artık inanmıyorlar böyle şeylere, oysa eskiden akın akın gelirlerdi” diye anlatıyordu. Kendi büyüdüğü yerde büyükannesinin şifacı gibi herkesin derdine derman bulduğunu biliyordu ama o işleri öğrenmemiş bir tek kurşun dökmekle yetinmişti. Zaten evlenip gittikten sonra bunları da bırakması gerekmişti ta ki kocası da başından gidene kadar da bir daha yapmamıştı.
Bir süre de bu şekilde idare ettiler. Böylece Yaren’in ilkokula başlayacağı yaz geldi çattı.
(devam edecek)
Severek okuyorum, sabırsızlıkla yeni bölümü bekliyorum.11. bölüm 😔ben mi bulamadım.Kaleminize sağlık 🤗🤗
Vakit buldukça geçmiş hikâyeleri okuyorum
Teşekkür ederim 🥰
BeğenLiked by 1 kişi