Nihayet şehre vardıklarında kızı da kendisi de mecalsiz kalmışlardı. Uzun yolculuk iyice sarsmıştı Zeliha’yı. Hava kararmıştı. Daha önce bu şehirde yaşamıştı ama şehrin ancak evi ile atölyesi arasını öğrenmişti. Sorsalar doğma büyüme buralı olduğunu söylerdi belki ama bildiği iki üç yer dışındaki her yere yabancıydı. Otobüsten inince hemen koşup bir simit daha aldı önce, çayın bulantısından midesi sürekli dönüyordu. Simidin yarısını yiyince biraz durulur gibi oldu. Çorbanın kalanını bir saat önce yedirmişti Yaren’e, zavallı karnı doyunca yeniden uykuya dalmıştı. Elindeki kartı simitçiye gösterip, nasıl gideceğini sordu. Genç çocuk zor anladığı şivesi ile tarif etti yolu. Caddeye çıkıp bir dolmuşa binecekti.
Kızını sırtlayıp, çantalarını aldı ve yola doğru yürüdü, uzun zamandır yanında olmayan şans nasıl olduysa yardım etti, hemen geldi beklediği dolmuş. Şoföre ineceği yeri söyledikten sonra, kızını kucağına alıp, tanıdık gelmesi gereken şehri izlemeye başladı.
Şoför dönüp “Burada ineceksin!” dediğinde aklı eski günlere kayıp gitmişti. Hemen toparlandı indi arabadan. Karanlık dar bir sokağa girince ürperdi biraz ama geldiği onca yoldan sonra şimdi korksa da yoluna devam etmeliydi. Kartta yazan dükkan eski bir hanın altındaydı. Hanın önünde iki kadın sigara içiyorlardı. Kapalı olan terzi dükkanına dikkatle bakan Zeliha’yı bakmaya başladılar.
“Hayırdır? Kime bakmıştın?” dedi kadınlardan biri elindeki sigara dumanını havaya üflerken.
“Terzi Ömer’e baktım” dedi Zeliha. Dükkanın bu saatte kapalı olacağını nasıl düşünemediğine yanıyordu. Hoş düşünse ne olacaktı, saati hesaplayarak çıkmamıştı ki yola.
Kadınlar birbirlerine baktılar.
“Bu sırtındaki onun mu yoksa?” dedi diğeri yarı alaylı bir sesle.
“Bebek o!” dedi Zeliha kadınların başka bir şey kastettiğini sanarak.
“Ömer bu bak gördün mü birinin daha canını yakmış, zavallı kız!” dedi güya fısıldayarak ilk konuşan kadın.
“Güzelim bu adaman kimseye hayır gelmez, anca gönül eğlendirir! Kaç kızın canını yaktı biliyor musun? Buralarda herkes bilir onun ne mal olduğunu” diye devam etti diğeri, “Yarın öğlene doğru anca açar dükkanı. Geleceksen o zaman gel!”
Zeliha ne diyeceğini bilemedi, güvenip geldiği tek adres en güvenilmeziydi demek. Kendini daha fazla kadınların diline düşürmemek için geldiği yöne doğru hızlı adımlarla yürüdü bir şey demeden.
“Hey baksana kim aradı diyelim?” diye seslendi kadınlar ama hiç cevap vermedi. Şehrin gecesini ilk görüşü karanlığın umutlarını yutması ile olmuştu ne yazık ki. Dar sokaktan ana caddeye çıktı, nereye gideceğini bile bilmiyordu. Bir süre öylece yürüdü durdu, Yaren ağlamaya başlayınca kendine geldi. Henüz kapanmamış bir markete girip biraz meyve püresi aldı. Bir çocuk parkındaki banka oturup karanlıkta kızına yedirdi. Yaren bütün gün yollarda sersemleyip uyuduğu için şimdi gözlerini kapatmak istemiyor, annesinin, acısını duyar gibi sürekli ağlıyordu. Ayağa kalkıp bankın etrafında kızını pışpışlayarak dolanmaya başladı. Önceden çalıştığı atölyedeki kızların ne evlerini ne de telefonlarını biliyordu. Düştüğü bu durumda da ne onların ne de pasajdaki diğerlerinin karşısına çıkmakta istemiyordu doğrusu. Kendi başına gelenleri kendi bile inanamıyordu onca zaman sonra. Yaren nihayet yeniden uyuduğunda, evlerin ışıkları sönmüş, yoldan geçen arabalar iyice azalmıştı. Kaydırağın altına doğru geçip çakılların üzerine çantasından çıkardığı bir şeyleri serip oturdu. Bu geceyi burada geçirmekten başka çareleri yoktu. Aslında yaşamaya devam etmek için bile çareleri yoktu. Kimseyi tanımıyordu, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ertesi sabah bir kaç tekstil atölyesi bulup iş istemeye karar verdi. Buralarda çokça iş hanı vardı, elbette içlerinde atölyeler ya da atölyelerin yerini bilen birilerini bulurdu. Sabah köpeğini gezdiren bir kadın onu dürterek uyandırdı.
“İyi misin?” diyordu üzerine eğilmiş, Yaren’i göğsüne sıkıca bastırmış, derin bir uykuya dalıvermişti yorgunluktan.
Sıçrayarak açtı gözlerini kadını ve köpeğini görünce anlayamadı önce nerede olduğunu, sonra toparlanıp “İyiyim!” dedi kadına.
“Emin misin? Başına bir şey mi geldi. Polise haber vereyim mi?”
“Hayır iyiyim ben!” dedi eşyalarını hızlıca çantaya iteledi, Yaren’i de alıp doğruldu.
“Para lazım mı?” dedi kadın elindeki yirmi lirayı ona uzattı, “Bak bir de bebek var yanında!”
“Yok!” dedi iki adım geri kaçarak, sonra kadının elindeki cep telefonunu gördü “Bana buralarda tekstil atölyesi var mı bakarsanız internetten?” dedi utanarak.
Kadın “Tabi!” dedi hemen, bir çırpıda telefonuna bir şeyler yazdı sonra sağına soluna baktı ve ona nereden gideceğini anlatmaya başladı. İki tane birbirine yakın atölye vardı, “Henüz açılmamıştır ama”
“Olsun beklerim ben, çok teşekkür ederim. Hakkınızı helal edin!”
Kadının merak ve şaşkınlık dolu bakışlarına aldırmadan gösterdiği yöne doğru ilerledi.
“Zavallı kim bilir ne derdi var!” dedi kadın arkasından kendi kendine.
Kadının tarif ettiği yeri aklında tutmaya çalışarak yürümeye devam etti. Yaren’de bu arada uyanmış mızıldıyordu. Çantasına koyduğu tüm temiz bezleri kullanmış, yanında taşırsa kokacağı için hepsini de atmak zorunda kalmıştı. Çocuğun altındaki bezi açmak için bir pasajın tuvaletine girdi, çantasından çıkardığı bir atletini onun altına sarıp, kirli bezi attı. Altı temizlenince çocuğun mızıltısı kesildi. Zavallı başlarına gelenlerden bihaber annesinin kucağında oradan oraya gidiyordu.
İlk atölyenin önüne geldiğinde yandaki çay ocağının açıldığını gördü. Daha kimse gelmemişti. İçeri girip bir sıcak çay içmeyi o kadar istedi ki, dayanamadı girip bir masaya ilişti.
“Çay daha olmadı ama on dakikası var!” dedi çaycı tuhaf tuhaf bakarak, “Hayırdır kızım bu saatte kucağında bebeyle?”
“Atölyeye geldim” dedi Zeliha, “İş bakacağım”
Üzeri başı tozlanmış kızı baştan aşağı süzdü çaycı, “Aç mısın?” dedi sonra.
“Yok” dedi Zeliha yutkunarak, dünkü yarım simidini yemişti yürürken. Tek istediği sıcak bir şey içmekti. Çay olana kadar çaycı onunla ilgilenmeyi kesti. On dakika sonra demli sıcak çayı bıraktı önüne. Çayın kokusu bile içini ısıttı Zeliha’nın, küçük yudumlarla tadını çıkara çıkara içti, döndü adama baktı. Adam başını salladı bir tane daha getirdi.
Yaklaşık kırk beş dakika sonra bir kadın gelip atölyenin kapısını açtı. Zeliha hemen çayları ödeyip çıktı çay ocağından. Üzerini başını eliyle çırpıp içeri girdi.
Atölyenin elemana ihtiyacı yoktu, tecrübeli olması iyiydi ama zaten olsa bile bebekle bu tozun toprağın içinde çalışmasına izin veremezlerdi. Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde çıktı dışarı. Parktaki kadının tarif ettiği atölyenin yerini hatırlamaya çalıştı. Beyni giderek daha az çalışmaya başlamıştı sanki. Başı ve göz oyukları korkunç derece de ağrıyordu. Ağır adımlarla yeniden ana yola yürüdü. Bilmediği bu yerde ara sokaklardan geçerek orayı bulması imkansızdı. Parkın olduğu tarafa geçti, kadının tarifini hatırlayınca yeniden oraya doğru yürümeye başladı. Buraya kabul edilirse en azından bir kaç gece atölyede kalmasına izin verirlerdi belki. Bir yer bulana kadar sokaklarda kalmazlardı hiç değilse. Hayatında hiç otelde kalmamıştı, otellerin iyisi, kötüsü, ucuzu, pahalısı bilmezdi. Otellere sevdikleri ile giden bir kaç kızın hikayesini biliyordu ki başlarına hiç iyi şeyler gelmemişti.
(devam edecek)