Kız doğdum – Bölüm 3

Babasının sabah mahmurluğunu atmasını bekleyip, bir kez daha açtı konuyu. Hasan bey karısının baskısından zaten iyice bunaldığı için Haydar’ın bir kez daha konuyu açmasına iyice sinirlenip tersledi onu.

Haydar bu işi tatlılıkla çözmek istediğinden sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. Ağabeyinin de arkasında durmuyor olması ayrıca sinirlerini bozmaya başlamıştı.

“Baba seviyorum, ömür boyu sevmediğim bir kadın evlenip ağabeyim gibi mutsuz mu olayım?” dedi pat diye.

Hasan bey dönüp Mesut’a baktı, “Sen benim adıma niye konuşuyorsun?” diye diklendi Mesut babasının bakışlarını görünce, “Ben gayet mutluyum baba, kendine ortak arıyor bu!”

“Baba ben bu kızı seviyorum, sen ikna olursan annemi de ederiz. Sen hiç aşık olmadın mı?”

“Ne aşkı be?” dedi Hasan bey, “O aileyi etrafımıza nasıl dünür diye çıkaracağız hiç düşün mü? O adam içip içip sapıtınca ne olacak? Ya o kavgacı ağabeyleri? Ailemize ne zararlar geleceğini hiç düşünmüyor musun sen?”

“Hepiniz benim yanımda olsanız bir zarar gelmez!” dedi Haydar kendini tutamayıp, dükkanın kapısını vurup çıktı. Gidip annesi ile bir kez daha konuşacaktı. Miyase hanım gün ortasında oğlunu evde görünce Hasan beye bir şey oldu sandı ilkin. Haydar’ın eve gelip yine aynı konuyu konuşmaya çalıştığını görünce de bu sefer sahiden tansiyonu fırladı kadının ve birden gözleri kararıp olduğu yere yığıldı. Annesini kendine getirmeyince panik olan Haydar önce ambulansı sonra da babasını aradı.

Hastaneye varır varmaz, Miyase hanımı yoğun bakıma aldılar, Haydar’ı da dışarıda bıraktılar. Hasan bey ve Mesut apar topar dükkanı kapatıp gelmişlerdi. Yengesi de az sonra yanlarına geldi.

“Hepsi senin suçun!” diye homurdanıyordu Hasan bey, “Anneni hastanelik ettin bir kız yüzünden. Ölse ne yapacaksın söylesene?”

Haydar ne diyeceğini bilmiyordu. Annesinin bu kadar kötü olacağını hiç düşünmemişti. Tek istediği sevdiği kızla evlenip, mutlu olmakken olaylar bu noktaya nasıl gelmişti. Bir iki saat sonra Miyase hanımı yoğun bakımdan çıkarıp, normal odaya alacaklarını söylediler. Hepsi derin bir “Oh!” çekti. Haydar kendini o kadar berbat hissediyordu ki, ne yapacağını bilemez halde bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyordu. Babası söylediklerinde haklıydı annesini bu duruma o sokmuştu. Doktor Miyase hanımın gözetimde hastanede kalması gerektiğini söyledi. Tansiyonu o kadar yükselmiş ve yeniden oynaklaşmıştı ki, bu halde onu göndermeleri mümkün değildi. Yine de odaya çıkacak kadar toparlanmış olması sevindiriciydi tabi. Haydar ağlayarak annesine sarıldı ama Miyase hanım çok halsiz olduğu için oğluna hüzünlü bir bakış atmaktan başka bir şey yapmadı. Bu bakış Haydar’ın ciğerini iyice deldi. Odadan çıkıp bir nefes almak ve Zeliha’ya haber ulaştırmak istedi ama telefonun şarjı bitmek üzereydi. Mecburen geri dönüp annesinin yattığı odada şarja takıp, bir kenara ilişti.

Haydar’dan hiç haber çıkmayınca Zeliha’da merak etmişti. Öğlen dükkandan arama yaparsa herkes duyacağı için çay ocağından aldığı telefon kartı ile pasajın biraz ilerisindeki telefon kulübelerine gitti. Babası yerine bu kez de yengesi homurdanmaya başlayınca iyice bunalan Haydar, su alma bahanesi ile kafeteryaya inmişti o sırada. Şarjda çalan telefonu Mesut açtı.

“Kardeşimi bir daha arama” dedi hiddetle. Zeliha tanımadığı bu sesteki hiddete bir anlam veremedi.

“Ben Zeliha” dedi korka korka.

“Kim olduğunu biliyorum. Senin yüzünden annemiz hastanelik oldu. Ona bir şey olursa iki elimiz yakanda olur bilesin. Haydar’ın peşini bırak o berbat ailene dön. Seni kimse istemiyor bu ailede!” dedi ve kapattı kızın yüzüne.

Zeliha daha bir şey demeye fırsat bulamadan kapanmıştı telefon. Bir süre ahizeyi kulağından indiremeden kaldı öyle. Hiddet dolu erkek sesinin söylediklerini düşündü ve elleri titreyerek kapattı telefonu. Neredeyse düşecekti pasaja geri dönerken. Atölyeye geldiğinde renginin bembeyaz olduğunu gören diğer kızlar korkup onu bir yere oturttular ve kolonya ile bileklerini ovmaya başladılar. Sonunda kızlardan biri onun koluna girip eve kadar götürdü. Patron eve gidip dinlenmesi için izin vermişti. Ne olduğunu kimse anlayamamıştı ama çalışamayacak halde olduğu ortadaydı.

Haydar odaya gelip telefonunu şarjdan aldı ve arayanları kontrol edince arayan bir numara olduğunu gördü. Arama cevaplanmıştı, dönüp odadakilere baktı.

“Reklamdı” dedi Mesut asık bir suratla. Haydar dışarı çıkıp numarayı geri aradı ama telefon açılmadı.

Bir şekilde Zeliha’ya ulaşıp olanları söylemesi gerekiyordu. Belki babası insafa gelir onlara biraz daha zaman tanırdı. Pasajın çaycısını arayıp, atölyeden Zeliha’yı çağırmasını rica etti. Çaycı Haydar’ı severdi. Zeliha’da gönlü olduğunu da biliyordu. Çocuklardan birini atölyeye gönderdi ama Zeliha’nın hastalanıp eve gittiğini söylediler. Haydar evden ona nasıl ulaşacağını bilmiyordu ama ertesi sabah atölyeye gelir gelmez onunla konuşup her şeyi açıklayacaktı.

“Seni kimse istemiyor bu ailede!” lafı zihninde çınlayıp duruyordu, “O berbat ailene dön!” demişti telefonu açan kişi. Annesine ne olmuştu Haydar’ın? Onunla ne ilgisi vardı bilmiyordu ama bu akşam, hatta başka hiç bir akşam da onu istemeye kimsenin gelmeyeceğini net olarak anlamıştı. Bütün dünyası başına yıkılmış, gururu incinmiş, kalbi paramparça olmuştu.

Haydar telefonu kendi bile açmak istememişti belli ki, dürüstçe “Ailem seni istemiyor” bile diyememişti Zeliha’ya.

Osman bey eve gelip kızın yüzünü kağıt gibi beyaz, gözlerini kıpkırmızı görünce olayların beklediği gibi geliştiğini hemen anladı.

“Ne oldu geliyor mu seninkiler?” diye sordu yine de alay eder gibi.

“Sen Yamaçköy’ü ara gelip istesinler” diye mırıldandı Zeliha, yemekleri masadaki tabaklara böldükten sonra da kendi yemeden odasına gidip kapısını kilitledi.

“Ben size demedim mi?” dedi Osman oğullarına dönüp, “İki güne gelin ederiz bunu! Sonra sıra bizde!”

Osman beyin haber saldığı oğlan ve ailesi hemen geleceklerini söylediler. Yetişirse ertesi akşama bile orada olabilirlerdi.

Miyase hanım o geceyi hastanede geçirdi, tansiyonu yine sürekli inip, çıkıyordu. Doktor endişeli konuşmaya başlamıştı artık. Evdeki herkes Haydar’a tavır almıştı, annesinin başına gelenlerden onun bencil ısrarı yüzünden olduğunu sürekli yüzüne vuruyorlardı. Haydar’da vicdan azabından ne yapacağını iyice şaşırmıştı. Sabah hemen pasajı aradı yine, çaycı Zeliha’nın o sabah gelmediğini, ağabeyinin arayıp işi bıraktığını söylediğini haber verdiler. Öğlen uğrayıp kızın biriken parasını alacaklardı. Haydar’ın iyice kafası karıştı. Zeliha’ların evine yakın oturan bir arkadaşını aradı. Onun kız kardeşi yakın olmasa da Zeliha’yı tanıyordu. Arkadaşı onunla arasında olanları bilmiyordu ama en azından ağzının sıkı olduğuna güvendiği biriydi. Ondan kız kardeşini Zeliha’lara yollayıp ne olup bittiğini öğrenmesini istedi. Acaba dün akşam gelemediler diye ailesi kıza bir şey mi yapmıştı.

Ağabeyi bu gün gidip dükkanı açmıştı, babası ile o hastanede annesinin yanında bekliyorlardı. Çok ortadan kaybolunca babasının suratı iyice asıldığından hızlı hızlı konuşup kapattı ve haber beklemeye başladı.

Zeliha, Fatma’yı kapıda görünce şaşırdı. Fatma fısıldayarak “Sizinkiler evde mi?” diye sordu.

“Yok” dedi Zeliha, başı öyle ağrıyordu ki hiç oyun oynayacak veya dert dinleyecek hali yoktu. Niye gelmişti ki bu kız şimdi?

“Beni ağabeyim yolladı. Haydar ağabey seni merak etmiş!” dedi Fatma yine fısıldayarak, Zeliha’nın onun içeri almasını bekledi ama Zeliha hiç öyle bir girişimde bulunmadı. Haydar’ın adını duyar duymaz yüz ifadesi gerildi.

“Ona Zeliha’nın yarın gece sözü varmış, artık peşimi bıraksın diyor dersin!” dedi kapıyı pat diye kızın suratına kapattı. Kız koşa koşa eve dönüp ağabeyine olanları yetiştirince o da hemen Haydar’ı aradı.

“Ne sözü mü varmış?” dedi Haydar hayretle

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s