Serdar artık evine geçmişti, yirmi dört saat hemşire gözetimindeydi. Üç ayrı hemşire dönüşümlü olarak bakımını üstlenmişlerdi. Hastalık bedeninde olduğunu iyice belli etmek istermişçesine zayıflatmıştı onu, yıllar önce Ayça’nın karşısına çıkan o güçlü kuvvetli adamdan eser yoktu şimdi. Bağışıklık sistemi çok zayıf olduğu için yüz yüze görüşmek yerine Ayça ve oğluyla internet üzerinden görüntülü görüşmeye başlamışlardı. Aslında böyle olmasını özellikle isteyen Serdar’dı ama sanki doktor öyle istemiş gibi anlatıyordu. Ayça ve Gökçe’de onu korumak için itiraz edemiyorlardı. Serdar onların hayatından olabildiğince geri çekilmek istiyordu artık. Hâlâ hayattayken yanlarında hiç yokmuş gibi yaşamaya tam olarak alışmalarını istiyordu. Böylece gözlerini kapadığında onun günlük hayatın içindeki eksikliğini daha az hissedeceklerdi. Yüz yüze temas çok duygusal anlara neden olmaya başlamıştı. Onların gözlerinde her gün ölüm korkusu görmek istemiyordu artık. Allah’a bir an önce bu sürece son vermesi için dua ediyordu içinden. Yaşam şansı olmadan ölümü beklemek ve bekletmek yaşayanların hayatlarından çalmaktan başka bir şey olmadığı gibi ölümü bekleyen için de hastalığın verdiği eziyetten bile büyük bir eziyetti ona göre. Artık gözü arkada değildi tek istediği sevdiği insanlara daha fazla acı vermemekti sadece.
Eve geçişinden iki buçuk ay sonra Serdar hayata gözlerini yumdu. O kendinden geçip bilinci kapandıktan sonra hemşireler gelip onunla vedalaşmalarının uygun olduğunu söylediler. Ayça ve Serdar için hayatlarının en zor anlarından biriydi bu. Serdar yatağın içinde küçücük bir adama dönüşmüştü. Yanakları çukura kaçmış, teninin rengi bile değişmişti sanki. Gözleri kapalı, hiç hareket etmiyor sadece göğsü hafifçe inip kalkıyordu.
“Sence burada olduğumuzu biliyor mu?” dedi Gökçe ağlayarak.
“Biliyordur, ona söylemek istediğin her şeyi söyleyebilirsin” dedi Ayça sesi titreyerek ve rahatça babasıyla vedalaşması için kalkıp onu odada yalnız bıraktı. Gökçe ne söyleyeceğini bilmiyordu. Bu anın geleceğini bildiği halde şu anda sona gelmiş olduklarına inanamıyordu bir türlü.
“Huzurlu görünüyorsun” dedi babasının elini tutarak, “Acı dolu bir veda ederek, bu huzurunu bozmak istemiyorum. Senin için ben ne kadar önemliysem, benim için de sen o kadar önemlisin. Huzurlu ve mutlu olarak gidiyor olduğunu görmek bu yüzden içimi rahatlatıyor. Daha önce kimseye böyle veda etmemiştim. Bunu bile benim için kolaylaştırıyor olmana teşekkür mü etmeliyim bilmiyorum.”
Sonra eğildi babasının alnından yavaşça öptü, “Hoşça kal baba!” diye fısıldadı ve bir süre sessizce onu seyrettikten sonra kapıyı açıp Ayça’yı içeri aldı ve bir şey demeden çıktı.
Ayça ağlamamak için kendini o kadar zor tutuyordu ki bir türlü söylemek istediklerini yüksek sesle söyleyemedi. Serdar’ın yanına kadar yaklaşıp, eline dokundu ve “Sen ne söylemek istediğimi zaten biliyorsun, sadece sesimi değil kalbimi de duyabildiğini biliyorum.” dedi ve daha fazla gözyaşlarını tutamayacağını anlayınca dönüp odadan çıktı. Serdar’ın bu derin uykusu ertesi gün akşam üzeri son buldu.
Timur eve gelip annesini hüngür hüngür ağlarken bulunca Ayça’ya bir şey olduğunu sandı önce, Demet hanım o gece Timur’un başından beri dinlemekten kaçtığı her şeyi tüm detayları ile bir bir anlattı oğluna. Timur annesinin yanından ayrılıp odasına bile gidemedi o gece. Anne, oğul birbirlerine sarıldılar ve neredeyse sabaha kadar sessizce ağladılar. Akıp giden göz yaşlarının içinde, kayıp giden hayatları, Ayça, Gökçe, Serdar hepsi vardı.
Ayça, Serdar’ın cenazesinde Timur’u annesinin kolunda görünce çok şaşırdı. Toprağa verme süreci tamamlandıktan sonra Gökçe’ye sarılıp, arabaya doğru giderken, Demet hanım Timur ile yanlarına gelip ikisine de sıkıca sarıldı. Ayça Timur ile sadece tokalaştı, ikisi de birbirlerine bakamadılar bile.
“Başın sağ olsun” diyebildi Timur bir tek. Yıllar sonra ona söylediği ilk kelimelerin bunlar olması yüreğini yakarak. Annesi ile konuştuğu gecenin ardından cenazeye katılmak kendi fikriydi. Serdar’ın hastalığını öğrendiğinde gerçekten çok üzülmüştü, Ayça’nın yaptığı fedakarlığa ise inanamıyordu. Delikanlıyı cenazede görmüştü, onun Ayça ile anne oğul olduğunu da söyleseler kesinlikle inanırdı. Aralarında gözle görülür bir bağ olduğu o kadar belliydi ki. En azından bu çocuk için bunca yıl onların hayatından uzak durmuş olması belki de en doğru olandı bu yüzden. Kendine bahane bulmuyordu bu kez. Aslında yaptığı en büyük hatanın belki de bu insanların hayatı için en doğru şey olduğunu fark etmişti. Kendini aklamak değildi bu. Pişmanlığı yıllardır içini kemirmişti zaten, çok içi yanmış, çok üzülmüştü. O eski Timur olarak Ayça’ya dönmüş olsa, asla Serdar için bu fedakarlığı yapmasına izin vermeyeceğini biliyordu. Belki de Ayça o zaman yine onları tercih ederdi kim bilir? Annesine Gökçe’nin sonraki hayatında bütün masraflarını üstlenmek istediğini Ayça’ya söylemesini istedi eve dönünce. En azından onlar için böyle bir şey yapabilirdi. Serdar artık olmadığına göre onların geleceklerini garanti altına alması gereken biri olmalıydı.
“Serdar ölmeden önce bütün bunları ayarladı” dedi Demet hanım, “Ayça’nın da böyle bir şeyi kabul edeceğini sanmıyorum zaten, hatalarını telafi etmek için başka yollar bulmak zorundasın, üzgünüm”
Timur hiç sesini çıkarmadı annesinin söylediklerine, Ayça’nın karşısına çıkıp her şey için özür mü dilemeliydi. Şimdi bunu yapmanın ne kadar anlamı olabilirdi ki? Serdar’ın ölümünün hemen üzerine bunu yapması ne kadar iyi niyetli görünürdü ayrıca. Onu eskisinden de beter bir fırsatçı gibi gösterirdi bu hareket ancak. Eğer onlara uzaktan destek olmanın bir yolu olsaydı, yani Serdar’ın eksik bıraktığı bir yer, bu hepsi için daha doğru ve anlamlı bir yol olurdu. Belli ki buna da gerek yoktu. Yine de onları uzaktan uzağa izleyip bir şeye ihtiyaçları olduğundan yanlarında olmak için hazır bekleyecekti. En azından bunu yapabilirdi.
Cenazeden bir ay sonra Gökçe kahvaltı ederlerken, “Demet teyzenin yanındaki o muydu?” diye sordu Ayça’ya.
Ayça bir aydır içine iyice kapanan çocuğun sorduğu şeye odaklanamadı önce ama sonra anladı.
“Evet” dedi canı sıkkın bir şekilde, Gökçe’nin babası ölür ölmez onun ortaya çıkmasından rahatsız olmuş olabileceğini düşünmüştü. Demet hanım sonradan ona nihayet her şeyi o gece anlatabildiğini söylemişti ama Ayça elbette ki bundan Gökçe’ye bahsetmeyi hiç düşünmemişti.
Gökçe başka hiç bir şey söylemeden kahvaltısını bitirdi. Ayça’da neden sorduğu üzerine bir sohbete girmek istemediği için sustu. O hafta sonu gidip Serdar’ın evini kapatacakları için kendilerini kötü hissediyorlardı.
“Biliyor musun?” dedi Gökçe eve ilk girdiklerinde, “Mezar taşı yapılana kadar onun o toprağın altında olduğunu zihnim kabul etmiyordu ama o taşı görünce içimde bir şeyler çok acıdı. Tıpkı şimdi bu eve girdiğimde hissettiğim gibi. Bu eve ilk kez ona veda etmeye gelmiştim, şimdi de onu tarihten silmek için geliyorum.”
“Böyle düşünme!” dedi Ayça, Gökçe’nin sözleri onu çok sarsmıştı, “Serdar asla böyle hissetmeni istemezdi biliyorsun, seni çok zorlayacaksa evi ben kapatabilirim”
“Hayır bunu birlikte yapmalıyız, bizim için yaptıklarından sonra bunu tek başına sana yükleyemem”
“İnan bana Gökçe, yaptığım her şeyi gönlümle yaptım ben. Hiç birini fedakarlık olarak görmüyorum oğlum. Hayatta pişmanlık duymayacağım tek şey bu.”
“Bunca yıl boyunca sana neden anne demediğimi düşündüm dün gece.” dedi Gökçe.
Ayça’nın gözlerine hücum eden göz yaşlarına engel olması mümkün olamadan, “Bundan sonra sana anne diyeceğim ve bunca zamandır demediğim için de çok özür dilerim” diye tamamladı sözlerini.
İkisi kapının önünde birbirlerine sıkıca sarıldılar bir süre ve o gün akşama kadar ağlayarak bütün eşyaları toparladılar.
(devam edecek)