Gökçe üçüncü sınıfa başlayana kadar Serdar’ın sağlığında gözle görülür başka bozulmalar olmamıştı. Ancak o yıl hastalık yine beklenmedik bir atak yaparak bağışıklık sistemi ile ilgili ciddi sorunlar yaşatmaya başladı. Serdar kaçamayacağı bir son olduğunu çoktan kabul etmişti. Ayça sayesinde stres seviyesi aza indiği için hastalığın beklediğinden bile yavaş ilerlediğinin farkındaydı.
“Sen benim ömrümü uzatıyorsun!” derken ona iltifat değil teşekkür ediyordu aslında. Doktoru bağışıklık sistemini destekleyen ilaçları artırmış olsa bile artık bazı şeyler pamuk ipliğine bağlı ilerliyordu. Ayça’nın ona gerçekleri açıklaması gerektiğinde tek başına olmasını istemediği için zaman dolmadan önce kendisi her şeyi söylemek istiyordu. Zaten çocuğun onu babası bilmesi Ayça’dan çok önce alınmış bir karardı bu nedenle onunla şimdi konuşmanın daha uygun olduğunu düşünüyordu. Ayça bir psikologla konuşmadan bunu yapmasının doğru olmayacağını söylese de, psikoloğun zamansız demesi onun ömrünü uzatmayacağı için şimdi konuşmaktan başka çaresi yoktu.
Gökçe Ayça’ya iyice alışmıştı, onca yıldır ona Ayça demeye devam ediyordu. Seval hanım ailesinin yanına döneli çok olmuştu. Arada sırada telefonlaşıyorlar, ona Gökçe ile olan fotoğraflarını yolluyorlardı. Ayça’ya ne kadar alışmış olursa olsun Gökçe için ondan ayrılmak çok zor olmuştu. Aynı şey Seval hanım için de geçerliydi. Bu yüzden Serdar onu bir kaç kez götürüp Seval hanımın evine bıraktı ve bir gece kalmasına izin verdi. O da bu arada yakında bir otelde kalmıştı. Gökçe’ye evde yer olmadığı için böyle yaptıklarını söylemişti. Bu ziyaretler Gökçe’nin bu ayrılığı daha çabuk atlatmasına yardımcı oldu. Okuldaki arkadaşları ve dersleri ile oyalanma süresi artmış olsa da tatillerde yine de onu görmesi için ziyaretlerini sürdürdüler. Ayça sıkıştığı zamanlarda da Seval hanımı arıyordu önce, çocuğu en iyi tanıyan oydu aralarında. Demet hanıma da soruyordu elbette bazı şeyleri ama Seval hanıma sorarak onu da olayın dışına itmişler gibi hissetmesine engel olmaya çalışıyordu kendince. Gerçekten kadıncağız çocuğun bakımı ve rahatlığı için elinden geleni yapmıştı fazlasıyla. Serdar’ın onca yılı tek başına atlatmasında en büyük başarı ona aitti.
Ayça, Serdar Gökçe ile konuşmadan bir yıl önce ona yurtta büyüdüğünü Demet hanımın onun annesi gibi olduğunu ama olmadığını anlatmıştı. Anlatmıştı çünkü Gökçe yavaş yavaş ilişkiler çözmeye ve tanımlamaya başlamıştı artık. Demet hanımın kim olduğunu sorarak başlamıştı nedense sorularına, Ayça’da ona özetle kendinden ve Demet hanımdan bahsetmişti. Timur’u eski bir arkadaş olarak tanımlamıştı sadece hikayenin o kısmına girmemişti. Gökçe bu hikayeyi ilgiyle dinlemişti. Ayça’nın da bir annesi olmaması durumunu daha da normalleştiriyordu. Anne ve babası olmadığı için bir yurtta büyüdüğünü düşünmüştü. Yani Gökçe’nin bir babası olduğu için bu ihtimal onu kapsamıyordu.
Serdar onunla konuşmaya karar verdiğinde Ayça ilk önce bunu ikisinin yapması gerektiğini söyledi. Anne ve babasının başkaları olduğu ve şimdi hayatta olmadıklarını söylemek bir yana, bunu neden şimdi açıklamak zorunda kaldığını söylemek ayrı bir zorluktu. Gökçe hâlâ bazı şeyleri anlamayacak kadar küçüktü. Serdar’a göre bunu neden açıklamak zorunda kaldığını söylemesine gerek yoktu. Çocuk belki de ona kızacak ve nefret edecekti gerçeği duyduktan sonra, henüz nasıl bir tepki vereceğini hiç biri kestiremiyordu. Bu tür gerçeklerin çocuklara üç yaşında söylenmesi gerektiğini öğrenmişlerdi psikologlardan, Gökçe şimdi üçüncü sınıftaydı. Serdar onu sürekli kendi hastalığından koruma gayreti içinde yaşadığı için o gerçeği ona hangi yaşta söylemesi gerektiği konusu üzerinde düşünmeye fırsat bulamamıştı. Konuşmayı Ayça yanlarındayken yapmayacaklardı çünkü Gökçe’nin bu konuşmanın ardından sığınacak güvendiği birine ihtiyacı olacaktı. Ayça’nın konuşma sırasında olmayışı onu bütün bu yalanlardan bağımsız tutabilirdi.
Serdar sağlık sorunları nedeniyle bir süredir iş takibini de bıraktığı için gerekirse sabaha kadar kalıp Gökçe ile konuşmayı planlamıştı. Onu hayattan ayrılmadan önce kaybetmeyi göze alamazdı. Çocuğu yaralamadan bunca zamandır yalan söylediğine ama bunun gerekli olduğuna onu ikna etmesi gerekiyordu. Daha önce annesi ile ilgili bir kaç kez soru sormuştu ama bu soruları Ayça veya Serdar’a değil, orada kalmaya gittiğinde Seval hanıma sormuştu. Kendini bildiği ilk andan itibaren onunla olduğu için içinde bir yerlerde ona fazlasıyla güveniyordu.
Seval hanım onun gözlerinin içine bakıp bir süre ne söyleyeceğini düşünmüş, sonra ona annesinin bir kazada öldüğünü ama bu konu Serdar’ı çok üzdüğü için konuşmaktan kaçındığını söylemişti.
“Babam annemi çok mu seviyordu?” diye sormuştu Gökçe’de annesinin baba dediği adamın kardeşi olduğunu bilmeden.
“Evet çok seviyordu” diye yanıtladı Seval hanım içtenlikle.
“Bu yüzden mi sen benim bakıcım oldun?”
“Evet tatlım, Serdar bu yüzden benim seninle olmamı istedi. Ben de seni o kadar çok sevdim ki, kendi çocuğum yerine koydum”
“Senin başka çocuğun yok mu?”
“Hayır yok Gökçeciğim!”
“Neden yok?”
“Çünkü benim de kocam, tıpkı senin annen gibi öldü. Henüz bir çocuğumuz olmamıştı o öldüğünde”
“Yani sen anne değildin, benimde annem yoktu öyle mi?”
“Evet ama baban ben anne olmadığım için ya da senin annen olayım diye değil, güvendiği için bana emanet etti. İnsanlar sevdiklerini daima korumak isterler. Sana küçükken annenin öldüğünü söyleseydi belki çok üzülürdün. Şimdi de üzülüyorsun ancak artık büyüdün ve Serdar’ı anlayacağını düşünüyorum”
“Evet anlıyorum sanırım” dedi Gökçe gözlerini yerde bir noktaya dikerek, o akşam Seval hanımın koynunda uyudu.
Seval hanım Serdar çocuğu almaya geldiğinde bu konuşmadan ona bahsetmek istedi ama Gökçe’nin kasıtlı olarak ikisinin konuşmasına fırsat vermediğini anlayınca vazgeçti. Gökçe çok akıllı ve duyarlı bir çocuktu. Babasının üzülmesini istemediği için o konuyu bir daha açmayacak bunu bildiğini kendine saklayacaktı. Sadece Seval hanım ile yalnız kaldığında annesi ile ilgili ona bir kaç soru sordu sonrasında. Bu ikisinin arasında bir sır haline geldi.
Serdar konuşmaya başlamadan önce Gökçe’nin yalanın yarısını zaten bildiğinden habersiz ve çok tedirgindi. Stres hastalığını olumsuz yönde etkilediği için Ayça bu kararı almasının ardından çok beklemeden konuşması gerektiğini söylemişti. İkisinin de sonrasında neler olacağını ve nasıl bir sürece girecekleri hakkında net bir fikirleri yoktu tek istedikleri Gökçe’nin duyduklarını çabuk sindirmesi ve mutluluğu çok sarsılmadan atlatmasını sağlamaktı. Gerekirse Ayça’da izin alacak ikisi birlikte onunla vakit geçireceklerdi.
Okul ara tatile girdiği için Gökçe’nin her akşam yapması gereken ödevleri yoktu. Gündüzleri babası ile geçiriyorlar, biraz gezip biraz da verilen ödevleri tamamlıyorlardı. Serdar konuşmak için akşamı tercih etmişti hem Ayça’nın da yanlarında olmasa da evde olmasını istiyordu, hem de Gökçe’yi bölecek aramalar, izlemek istediği programlar olmasını istemiyordu. Tüm dikkatini bu konuşmada tutmasını istiyordu çünkü bunları defalarca konuşup anlatmaya kendisinin de gücü ve cesareti yoktu.
Gökçe babasının yüzündeki ciddi ve tedirgin ifadeyi hemen hissetmiş, Ayça’nın gözlerine bakmıştı.
“Merak etme” dedi Ayça ona fısıldayarak, “Baban sadece iki büyük adam gibi konuşmak istiyor seninle!”
(devam edecek)