Demet hanım Ayça’nın nikah davetiyesini bir hafta önceden Timur’un görebileceği bir yere bırakmıştı. Davetiyenin yeri değişmemiş olmasına rağmen onu fark ettiğini biliyordu. Ne kadar gidişatı bozmak istemese de oğlunun Ayça konusunda akıllanmasını istiyordu çünkü Serdar ile yaptığı gerçek bir evlilik değildi. Gökçe için yapılan bu fedakarlığı bozmadan ikisi aralarındaki bağı koruyabilirlerdi. Gelecek için belki yeniden bir şansları olurdu. Nikahı durdurmak ya da nikah öncesinde Ayça’yı Serdar’dan çekip almak gibi bir girişimde bulunması değildi Demet hanımın kafasındaki. Zaten oğlunun böyle bir şey yapmayacağını, Ayça’nın böyle bir şey olsa da yolundan dönmeyeceğinden emindi. Tek istediği Timur’u tetiklemek ve onun hata yaptığını anlamasını sağlamaktı. Hiç değilse Ayça’nın hayatı yoluna girerken o da kendini onarabilir bir süre sonra yeniden karşısına çıkacak gücü bulabilirdi. Tabi Demet hanım veya onu dinleyip, bu evliliğin gerçek olmadığını öğrenecek kadar kendini açarsa.
Timur, annesinin tahmin ettiği gibi davetiyeyi görmüştü. Elleri titreyerek isimleri okumuş ve onu aldığı yere bırakmıştı. Ayça’yı iş çıkışında o adama doğru giderken gördüğünden beri içindeki savaşı çoktan kaybettiğini ve onsuz yaşayamayacağını anlamıştı. Sadece Ayça’nın sevmediği biri ile evlenmeyecek bir kadın olduğunu biliyordu. İkinci kez sevebilmişken, onu yolundan çevirerek daha fazla zarar vermek istemiyordu. Evet onsuz yaşamayacağını fark etmişti ama ya aynı şeyleri yine yaparsa, ya egosuna yine yenik düşüp onu daha da üzerse diye korkuyordu bu kez. Ayça’ya da en az kendi kadar acı çektirmiş, o üzerine sevebilmeyi başarmışken bu mutluluğu da onun elinden almaya hakkı yoktu artık. Belki onları ilk gördüğünde o adamla bir kez buluşmalarını kabul edebilseydi, şimdi evli olan onlar olacaklardı. O adama doğru belki de kendi itmişti sevdiği kadını ve adam da bu fırsatı iyi değerlendirmiş, Timur kaybetmişti. Hiç bir şey yapmayacaktı o yüzden. Ayça’nın nikahını bir hafta kala bir kez daha bozmayacak, hayatına girip ona eziyet etmeyecekti.
Demet hanımın nikahta döktüğü gözyaşlarının bir kısmı mutluluktan, bir kısmı ise yüreğindeki acıdandı bu yüzden. Seval hanım, Gökçe ve o en öne oturup izlemişlerdi nikahı. Gökçe papyonu, pantolon askıları ve beyaz gömleği ile babası için hazırlanmıştı. Ayça’nın giydiği beyaz kıyafet o kadar hoşuna gitmişti ki, seyrettiği çizgi filmdeki gibi onun bir prenses, kendisinin de şövalye olduğu bir oyun oynamak istemişti hemen. Salondaki misafirler boşaldıktan sonra kısa bir süre bu oyunu onun için oynamışlar ancak salonu boşaltmak zorunda kalmaları yüzünden devam edememişlerdi. Serdar hayatının en mutlu gününü yaşıyordu. Artık oğlu için asla gözü arkada değildi. Onu emanet edebileceği en iyi insanlardan birine emanet ettiğini biliyordu. O karşılaştıkları geçit, hayatlarında da bir geçitten geçmelerine neden olmuştu. İkisinin hayatı da o akşamdan sonra hızla değişime uğramıştı.
“Bakın, Ayça’nın hâlâ oğlunuzu sevdiğini biliyorum” dedi Serdar, Demet hanımın yanına oturup. Henüz nikah dairesinden ayrılmadan önce, Ayça diğer konuklarla ilgilenirken yapmıştı bunu.
Demet hanımın dudakları titremiş ama bir şey söyleyememişti, “Onunla birlikte olmak için benim hayattan ayrılmamı beklemesine gerek yok.” diye devam etti Serdar.
Demet hanım şaşkın şaşkın onun yüzüne bakıyordu şimdi.
“Beni anlıyorsunuz değil mi? Ben onların arasına girmiyorum. Bir sadakat beklentim de yok kendim için. Tek düşündüğüm oğlum.”
“Biliyorum” diye yanıtladı kadıncağız onun elini okşayarak, “Allah sana oğlunla geçireceğin daha uzun ömürler versin inşallah!”
“Amin” diyerek iç geçirdi Serdar ve kalkıp gitti karısının yanına.
Demet hanımın içi bir kez daha parça parça olarak baktı ikisine. Gökçe hemen gelip ikisinin yanında koşturmaya başlamıştı. Onu görünce gülümsedi Demet hanım.
“Evet her şey bu minik can için işte!” diye mırıldandı kendi kendine, “Belki de onun mutluluğu için bunca insanın yaşadığı duygular feda edilmeli!” Bu üçünün yolları bir şekilde bir aile olmak için kesişmişse, mutlaka bir nedeni vardı.
Nikahın ardından Serdar’ın ayırttığı özel bir yerde yemek yediler. Sonra Serdar önce Ayça, Gökçe ve Seval hanımı, sonra da Demet hanımı eve bırakarak kendi evine geçti. Ayça Gökçe’ye eve gidince oyuna devam edeceklerine söz verdiği için bir süre daha gelinliği çıkarmadan onunla oynamaya devam etti. Onun minik elleriyle kılıç yaptığı plastik sopayı tutması ve onu kurtarmak için hayali düşmanlarla savaşmasını hayranlıkla izledi. Bir çocuğun dünyasına girmenin bu kadar ayrıcalıklı bir şey olduğunu ilk kez fark ediyordu. Bu eve taşınmadan önce de onu çok seviyordu ama onunla yaşamak, bütün dünyasını gözlemlemek ve paylaşmak bambaşka bir maceraydı. İnsan hem yeni bir şeyleri keşfediyor, hem de sahip olup kaybettiklerini yeniden bulma fırsatı ediniyordu. Oyun oynamayı bu kadar sevdiğini hiç hatırlamıyordu daha önce. Yurtta bu kadar eğlenerek oyun oynamazlardı ama şimdi Gökçe ile sanki o zamanlar oynayamadığı tüm oyunları, onunla kahkahalar atarak oynamak istiyordu. Hayat ona Demet hanımla sunduğu anneliği, çocukluğunu yaşaması için şimdi de Gökçe ile sunuyordu herhalde diye düşünmeye başlamıştı. Onunla hem çocuk olmayı, hem anne olmayı öğrenecekti. İnsanın bir çocuktan öğreneceği bunca şey olması heyecan vericiydi.
Eskiden olduğu gibi akşamları ve hafta sonları Serdar geliyordu. Cumartesi ve Pazar günleri için artık Seval hanımı izinli sayılıyorlardı. Kadıncağız o günler dinleniyor, şehirde tanıdığı bir kaç akrabasına uğruyordu. Gökçenin altıncı doğum gününden sonra ona büyüdüğünü söyleyip, odasındaki çekyatı da çıkardılar. Seval hanımın evin boş olan diğer odasına taşındı. Bir kaç ay daha onlarla kalmaya devam edecekti ama artık kademeli olarak Gökçe’nin hayatından çekilmesinin zamanı gelmişti. Ayça gündüzleri işe gidiyor, gelir gelmez Gökçe ile vakit geçirmeye başlıyordu. Yaz sonunda onu okula yazdıracaklardı. Seval hanımın anne ve babası bir süre daha idare edebilir durumda olduklarından, ayarlayabilirse okul açıldıktan sonra da bir kaç ay kalmayı planlıyordu. Gökçe okuldan geldiğinden onu karşılamak için evde olacaktı, sonrasında Gökçe’de okula alıştıktan sonra etüde kalmaya başlayacak, Ayça veya Serdar onu alıp eve getireceklerdi. Serdar Ayça’nın onunla tek başına yaşaması gerekirse diye çocuğu buna hazırlamak istiyordu. O yüzden başından itibaren sanki koşullar ikisi yaşıyormuş gibi düşünülerek ayarlanacaktı. Böylece o hayatlarından çıktığında düzenleri bozulmayacaktı.
Bu tür konuşma ve düzenlemeler Ayça’nın canını sıksa da, bunun artık hayatının bir parçası olduğunu o da biliyordu. Serdar ikisinin geleceği için her şeyi düşünüyor ve elinden geldiğince de planlıyordu. Bunun için ona minnettardı. Hayatında ilk kez birisi onun geleceğini bu kadar garantiye alıyordu. Kendi anne ve babasının yapmadığı şeyi Serdar onun için yapmıştı. Ağızlarından çıkan şeylere o kadar dikkat ediyordu ki, Ayça şaka olarak bir şey istediğini söylese onu hemen hayata geçirmek için kolları sıvıyordu. Bu kadar iyi bir insanın hayatının bir hastalık yüzünden çalınması büyük haksızlıktı. Gökçe’nin ona her zaman ihtiyacı olacaktı, her yaşında hem de. Bu kadar üzerine titrediği oğlunun yaşamını gözlemlemek onun en büyük hakkıydı ama işte hayat herkese adil davranmıyordu ne yazık ki. Birileri için iyi bir şeyler olurken, birileri için tatsız şeyler olabiliyordu.
(devam edecek)