Ayça’nın yaşadığı bu olayı atlatması bir kaç gün sürdü. Neyse ki Timur geri döndüğünde artık sakinleşmişti. Ayça’nın evindeki bazı eşyalar, onların evine geçeceği için o hafta iş çıkışı paketleme yapıp, bir kısmını taşıdılar ve bu arada ev sahibinin gönderdiği bir kaç kiracı ile de görüşmek zorunda kaldılar. Sonraki hafta Timur yeni bir dava aldığı için her akşam görüşemeyeceklerdi. Büroda kalıp çalışması gereken dosyalar vardı, orada kalmasa bile getirip evde bakması gerekiyordu.
“Merak etme evlendikten sonra sana daha fazla vakit ayıracağım!” diyordu hep, Ayça onun işi ile mutlu olduğunu bildiği için sesini çıkarmıyordu zaten. Sonrasında da çok büyük bir değişiklik beklemiyordu ama Timur kendini rahatlatmak için böyle sözler verdikçe inanmış gibi yapıp gülümsüyordu sadece. Demet hanım “Yaşamayı unutuyor!” diyordu oğlu için, “O kadar çok işiyle meşgul ki, hayatın akıp, gittiğini, eline geçen fırsatların güzelliğini göremiyor!”
Aslında Ayça ve oğlunun mutluluklarından endişe duyduğu için söylüyordu bunları, Timur’un kolay kolay değişmeyeceğini ve evlendikten sonra da bu şekilde devam edeceğini o da biliyordu. En azından birlikte yaşayacakları için mutluydu. Büyük güzel bir aile olacaklardı. Ayça’nın da bunu istediğini bilmek içini rahatlatıyordu. Kızcağızın tek istediği hayatı boyu sahip olmadığı o güzel ve büyük aileye sahip olmaktı. Yurtta geçen hayatı boyunca hep bunu düşlemişti. Demet hanım ona söylemeden çeyizi olabilecek bir kaç şey de hazırlamıştı. Nikahtan önce sürpriz yapıp gösterecekti. Hatta Timur ile konuşup Ayça’nın arkadaşları ile bir kına gecesi yapmayı bile planlıyordu.
Ayça fazla bir şey olmasa da evlilik öncesi hazırlıklarını heyecanla yapıyordu. Hayatı tıpkı hayallerinde olduğu gibi değişmek üzereydi artık. Evde neredeyse günlük kullandığı eşyalar dışında hiç bir şey bırakmamış her şeyi paketlemiş ya da dağıtmıştı. Timur bu hafta işlerini hallettikten sonra haftaya gidip nikah günü alacaklardı. O da, Timur’da düğün düşünmüyorlardı. Nikahtan sonra yakın oldukları insanlarla bir yemek yemek yeterli olacaktı. Tabi Timur’un bürosundakileri davet edeceklerdi mecburen. Demet hanım Sedef ile konuşmuş, onlar evlendikten sonraki iki üç gün onun evinde kalmayı planlamıştı. Sedef yengesine kırgın olsa da “Hayır!” diyemedi ve kabul etti. Nikahtan sonra yengesi ile birlikte onun evine geleceklerdi.
Serdar aradığında Ayça iş yerindeydi, telefonuna kaydetmediği için yine ev sahibinin yönlendirdiği kiracılardan biri sandı onu. Sonra karakol ve geçitten bahsedince anladı kim olduğunu. Serdar yakındaki karakola gitmek yerine emniyette çalışan bir arkadaşına uğramış ve olanları anlatmıştı. Adam ehliyetten saldırganın en azından birinin kim olduğunu tespit etmiş olsa da, geçitte bir kaç gün sonra yeniden birine saldırdıkları için iki adamda yakayı kolayca ele vermişlerdi. Bu defa saldırdıkları genç bir üniversiteli delikanlıydı, çocuk ellerinden zor kurtulmuş, geçitten fırladığı sırada yoldan geçen bir polis otosunun önüne atlayarak durumu anlatmıştı. Adamların zulasının şehir dışında bir dökük ev olduğu ortaya çıkınca Ayça’nın çantası da ortaya çıkmış, Serdar’da arkadaşından rica edip, çantayı ondan teslim almıştı.
“Geri geleceğini hiç sanmıyordum!” dedi Ayça heyecanla, “İçinde ailemden kalan küçük bir şey vardı. Umarım içinde duruyordur”
“Bana buluşacak bir yer söylersen, çantayı sana getireceğim!” dedi Serdar.
Evine ve iş yerine yakın bir yer seçmek istemediği için, daha uzak bir yerdeki bir kafeyi söyledi Ayça. Buraya daha çok üniversiteye giderlerken takılırlardı. Çalışmaya başladıktan sonra bir daha hiç gitmediler. Timur o akşam çalışacağı için iş çıkışına randevu verdi.
Ayça yurda bırakıldığında kolunca minik gümüş bir bileklik vardı. Bu bilekliğin üzerinde adı yazıyordu. Yurttan ayrılırken, yurt müdürü ona evrakları ile birlikte bu minik bilekliği de teslim etti. Ayça o ana kadar bu bileklikten habersiz olduğu için hem çok şaşırmış, hem de gerçek ailesinden bir parça olduğu için çok heyecanlanmıştı. O günden beri uğur getirmesi için onu cüzdanında bir kumaş parçasının içinde taşıyordu. Çantası çalındığında içindeki her şeyden çok onun için üzülmüştü.
İş çıkışı hemen bir taksiye binip, Serdar’a söz verdiği kafeye gitti. Tam içeri giridiği sırada telefonu çaldı, arayan Timur’du.
“Şimdi iş yerimden çıkıyordum ben de, biraz işlerim vardı!” dedi aceleyle.
“Tamam ben daha bürodayım, eve geçtiğinde konuşuruz yeniden!” dedi Timur, diğer telefonu çaldığı için uzatamadan kapatması gerekmişti.
Ayça derin bir oh çekerek kafenin içini taradı gözleriyle ama Serdar’ı göremedi. Cam kenarında bir masaya ilişti. Çantasını alır almaz hemen eve geçecekti. Çok geçmeden Serdar kapıda gözüktü ve gülümseyerek gelip yanına oturdu.
“Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum!” diye karşıladı Ayça onu.
“Merhaba! Ne demek? Bulabildiğimize bende çok sevindim. İsterseniz içini bir kontrol edin!” diyerek torbaya koyduğu çantayı ona uzattı. Ayça çantanın içini kontrol ederken o da iki çay söyledi garsona. Bileklik çantanın içinde duruyordu. Onu çıkarıp Serdar’a gösterdi.
“İşte burada!”
Bu minik bilekliği görünce şaşıran Serdar, “Çocuğunuza mı ait?” dedi merakla.
“Hayır bu benim bilekliğim, ailemden kalan tek şey bana!”
O sırada garson getirip çayları masaya bıraktı.
“Ailenize bir şey mi oldu?” diye sordu Serdar bu defa.
Ayça artık çaylar da geldiği için biraz sohbet edebileceklerini düşündü ve kısaca hayat hikayesinden bahsetti ona.
“Herkesin bir hikayesi var öyle değil mi?” dedi hüzünlenerek. Onun bu halini görmezden gelemeyen Ayça sordu bu kez, “Sizin de bir hikayeniz var öyle değil mi?”
“Evet! Farklı da olsa bir hikayem var!”
Oturdukları kafeterya üniversite yıllarında Timur ve arkadaşları ile sık sık geldikleri bir kafeteryaydı. Sedef ile Ayça’da o yıllarda tanışmışlardı. Timur ve Ayça son sınıfta okurken, o henüz birinci sınıfa gidiyordu. Yeni geldiği ve fazla yer bilmediği için Demet hanımın da isteği ile gittikleri yerlere onu da yanlarında götürüyorlardı. Ayça ve Timur mezun olduktan sonra Sedef uzun süre daha aynı mekana takılmaya devam etti. Hatta üniversite arkadaşları ile hâlâ bu kafe de bir araya geliyorlardı. Ayça çantasında ailesinden kalan bilekliği ararken, Sedef’in kapıdan girdiğini fark etmemişti. Sedef’te Ayça ve kuzeninin artık uğramadığı bu kafede onu başka bir adamla otururken görünce şaşırmış, selam vermeden uzakta bir masaya oturup arkadaşlarını beklemeye başlamıştı.
Serdar kendi hikayesini anlatmaya başladığında, Ayça çantanın içinde olan bir diğer önemli kağıdı bulmuş avucunun içinde tutuyordu. Bu kağıt Timur’a bu kafeye geldikleri yıllarda yazdığı bir aşk mektubuydu. İçinde hayatında yazdığı ilk şiir ve bir kaç güzel söz vardı. Ona vermeye karar verdiği sırada söz nasıl geldiyse bir arkadaş sohbetinde aşk şiirlerinden açılmış, Timur’da yapış yapış sözlerden hiç hoşlanmadığını söyleyince, Ayça bu kağıdı ona verememişti. Ancak şimdi evlenmek üzere oldukları için, ona hediye alacağı pijamaların üzerine, yataklarına bırakmayı planlıyordu. Üniversiteden bu yana Timur’da değişmiş, bazı şeylere farklı bakar olmuştu. Mektup çantanın içinde gidince ona da çok üzülmüştü Ayça ama Serdar’a bundan hiç bahsetmemişti elbette.
(devam edecek)