Sahte – Bölüm 17

Mezuniyet töreni sonrasında Zeynep ve Hüseyin beylerin hemen ilerisinde yanında yardımcısı ile onları izleyen bastonlu yaşlı kadını kimse fark etmemişti. Ortalığın bir anda gerilmesinin ardından Zeynep hızla tören alanından uzaklaşınca, kadın da yardımcısından destek alarak alandan ayrılmıştı.

Ahmet beyin ölüm haberini aldığında henüz oğlunun acısı çok taze olan Mukaddes hanım, Zeynep’in peşine düşmüştü. Sekiz yıl önce kanserden ölen gelini, hayatı boyunca oğluyla evlenmek için terk ettiği kızına kavuşmaya çalışmıştı. Ancak eski kocası kızına annesi hakkındaki gerçekleri asla anlatmadığı için onun yeniden hayatına girmesine ve gerçeği öğrenip üzülmesine izin vermedi. Oğlundan da bir çocuk sahibi olmayan gelinini sonunda hasta eden bu vicdan azabı Mukaddes hanımı da hep üzmüş olmasına karşılık, bir sorumluluğu olmayan bu konunun dışında kalmayı tercih etmişti.

Oğlu kocasını ve kızını onun için terk eden bir kadınla evleneceğini söylediğinde buna şiddetle karşı çıkmıştı. Geride bırakılan bir evladın hissedeceği acıların üzerine bir mutluluk kurulamazdı. Ancak oğlu Vefa bey evlendikten sonra, kızı geri alacaklarına ve onu annesiz bırakmayacaklarına ikna etti. Kızın annesi ile birbirlerine aşık olmuşlardı. Kimseyi üzmek istemiyorlardı. Ahmet bey çok iyi bir insan olmasına karşılık, kızın annesini hiç mutlu edememiş, aradığını ona sunamamıştı. Mukaddes hanım hiç içine sinmeyen bu evliliği oğlunun ısrarı yüzünden kabul etmek zorunda kaldı. Başlangıçta gelinine hiç yüz vermedi ve ondan uzak durmayı tercih etti. Hangi anne evladını bırakıp bir başka adama giderdi ki? Mutlaka bir gün oğlunu da bir başka adam için terk edecekti bu kadın.

Ancak hiç bir şey Mukaddes hanımın düşündüğü gibi olmadı. Oğlu ve gelinin birbirlerine olan aşkları hiç bitmedi. Oğlu da onunla birlikte kızı ailelerine katmayı çok istedi. Ancak Ahmet beyin haklı karşı çıkışları karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Sonunda yaptığı şeyin ağırlığı gelinini hasta etti. Kızına kavuşamıyordu. Kızına kavuşması için önce onu terk ettiğini söylemesi gerekiyordu. Ahmet bey Zeynep’in öyle üzerine titriyor ve onun için hayatını feda ediyordu ki, ikisi de adamı çiğneyip geçemediler bir türlü. Aşık olmuşlar ve bir yanlışa neden olmuşlardı. Zaten hayatlarını ellerinden aldıkları adam ve kızına bir darbe daha vurarak kendi mutluluklarını kurtarıp, vicdan azabından kurtulmakla, onlara kurdukları hayatlarında şans vererek uzaktan seyretmek arasında ezilip durdular. Sonunda gelini hastalanıp ağırlaşınca, oğlu da neredeyse onunla birlikte hastalandı. Sevdiği kadınla bir türlü mutlu olmamışlardı. Onun iyileşeceği umuduyla gece gündüz hastanede beklerken Mukaddes hanımın oğlunun içinde bir şeylerin gelini ile öldüğünü görebiliyor ama elinden hiç bir şey gelmiyordu.

Bu kadar güçlü bir aşkın, hiç bir şeyi düzeltemiyor ve tedavi edemiyor olması gerçekten umut kırıcıydı. Onaylamamış olsa da bir süre sonra ikisinin arasındaki güçlü bağa hep saygı duymuştu. Gelini önce kendi kurduğu yuvayı yıkmış, şimdi kendi vicdan yarası ile hem kendini, hem oğlunu yok ediyordu. Onun için üzülse mi, saygı mı duysa bir türlü bilemedi toprağa verene kadar. Hep o küçük kız için üzüldü. Ona koşmak isteyen bir annesi olduğu halde muhteşem bir babası olduğu için bu şansını kaybetmişti. Bu hastalık sayesinde artık kavuşacak bir annesi de kalmamıştı. Üstelik ne yazık ki Mukaddes hanımın da oğlundan geriye pek bir şey kaldığı söylenemezdi. Gelini öldükten sonra yine de kızı almak için çaba sarf edeceğini söylediğinde ona sadece “Kim olarak?” diyebildi, “Sen o çocuğun yuvasının yıkılmasına neden olan adamsın! Şimdi de onu gerçek babasından mı ayıracaksın? Ne için ve kim olarak?”

Bu konuşmanın ardından oğlu bir daha Zeynep’i geri almaya çalışmaktan bahsetmedi ve asla da mutlu olamadı. Hemen her gün karısının mezarına gidip saatlerce onunla konuştu durdu. Eve kapandı, çalışmayı, sosyal hayatı bıraktı. Mukaddes hanım son beş yılı onunla evde geçirdi. Rahmetli eşinin ailesinden kalanlar ikisini de yıllarca geçindirecek kadar fazlaydı. Oğlunun ölen karısının ardından mum gibi eriyip yok oluşunu izledi. Sonunda bir yıl önce bir sabah uyanamayan oğlu, karısına kavuştu. Mukaddes hanım onu o kadınla evlendiğinde kaybettiğini düşünmüştü, sonra gelini öldüğünde bu hissi yeniden yaşadı, şimdi ve son olarak gerçekten artık bir oğlu yoktu. Hep hayal ettikleri gibi mutlu bir evliliği, bir sürü torunu da olmamıştı. Kocası ile evlendiğinde gelin geldiği bu evde herkesi tek tek kaybederek tek başına kalmıştı.

Oğlunu kaybettikten neredeyse bir yıl sonra gazetede bir ölüm ilanı gördü. Bu ismi tanıdığından emindi ama nereden olduğunu hatırlayamadı önce, sonra hatırladı. Gelinin eski kocasıydı bu ya da bir isim benzerliği. Hemen yardımcısını çağırarak, adamın Zeynep isminde bir kızı olup olmadığının öğrenmesini istedi. İlan bir isim benzerliği değildi. Kızı geri almak için uğraşırken bir türlü ezip geçemedikleri adam ölmüştü.

Bir an için oğlu ve gelini için kızı geri almak istediğini hissetti.

“Kimden ve ne için?” dedi sonra kendi kendine, tıpkı yıllar önce oğluna söylediği gibi. Onu terk eden annesinin hikayesini tamamlama sorumluluğu ona ait değildi. Kız bu hikayenin içinde kendi payına düşeni yaşıyordu. Sonra durdu, “Tıpkı benim gibi!” dedi, “Tıpkı benim gibi, sadece sonuçları yaşıyor ve şu anda onunda benim gibi kimsesi kalmadı!”

Ne yapmalıydı? Gidip kıza sahip mi çıkmalıydı, yoksa yıllardır olduğu gibi seyirci mi kalmalıydı? O gazete ilanını görmesi bir tesadüf müydü sadece?

Mukaddes hanım uzun bir süre kendi kendiyle mücadele etti. O kızın karşısına çıkmak çok anlamsızdı ama bununla birlikte kendi mal varlığını bırakacağı, kaderini ve kederini paylaşacağı kimsesi yoktu. Çok uzun bir ömrü kalmadığı gerçeğini çoktan kabul etmişti, hatta bunun bir günah olduğunu düşünmese kendi canına bile kıyabilirdi. Olanlardan en çok zarar gören, en masum kişi o kızdı. başına gelenlerin sorumlularından biri de Mukaddes hanımın oğluydu ne yazık ki. O halde en azından oğlunun günahlarına karşılık bu kıza sahip çıkabilirdi. Ona hakkettiği anne sevgisi ile dolu hayatı veremezdi elbette, mutlu bir aile hayatı da sunamazdı. Annesini ondan çalan adamın annesi olarak tek yapabileceği ona bir gelecek sunmak, kabul ederse de belki bir manevi büyük anne olmak olabilirdi. Her seferinde tam kendini ikna ettiği sırada şüphelere düştü ve sonunda kararını verdi. Yardımcısından kızı bulmasını ve hakkında bilgi edinmesini istedi.

Tam da Zeynep’in mezuniyetine bir kaç hafta kala yardımcısı onun okuduğu bölümü, mezun olmak üzere olduğunu, babası ile yaşadığı evde oturmaya devam ettiğini, okulu derece ile bitireceğini Mukaddes hanıma anlattı. Elbette yardımcının Ergin’i, Suzan’ı, Zeynep’in o evden çıkıp Adana’ya gitmek üzere hazırlandığından haberi yoktu. Adam sadece kızı bulmuş, yüzeysel bir araştırma ile bu genel bilgilere ulaşmıştı. Nihayet o bir dedektif değildi ve Mukaddes hanıma da bundan fazlası gerekmiyordu.

Devam eden günlerde Mukaddes hanım onun karşısına ne zaman ve nasıl çıkacağını düşünüp durdu. Annesinin kaçtığı adamın annesi olduğunu söylemenin kız üzerinde etkisini tartamıyordu. Zaten bir söyleyişte anlaşılır bir tarifi de yoktu kendisini tanıtmanın. Belki bir ahbap, hatta merhum babasının bir ahbabı olarak da ortaya çıkabilirdi ama kızın hayatına zarar veren bunca olaydan sonra şimdi bir de bir yalan eklemek içine sinmedi.

(devam edecek)

Sahte – Bölüm 17’ için 2 yanıt

  1. Parasızlıktan arkadaşının evinde oturan bir insanın öldükten sonra gazetede ölüm ilanının olması hikayenin bütünlüğünü bozmuş. Kusura bakmayın böyle yazdığım için. Okur okumaz yok artık dedim. Yeniden özür dilerim bunu yazdığım için. Selamlar sevgiler.

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s