Kamyonet Hüseyin beylerin apartmanının önüne yaklaşır yaklaşmaz Hüseyin bey koşturmuştu aşağıya arkadaşına yardım etmek ve “Hoş geldin!” demek için.
“Nasıl geçti yolculuğunuz, çok sarsılmadınız ya! Pek konforlu değil kamyonet biliyorum ama artık rahat edeceksiniz ” diye karşılaşmıştı onları.
Sonra tuttuğu iki adama kamyonettekileri eve taşımalarını söylemiş, Ahmet bey ile Zeynep’e hızlıca yeni evlerini gösterdikten sonra kollarından tutup yukarı kendi evlerine çıkarttırmıştı. Gülcan hanım yoldan gelecekler diye onlara sofra kurmuştu.
“Niye zahmet edip, bizi mahcup ettiniz. Biz Zeynep ile hallederdik bir şeyler!” diyerek ezilip büzülmüştü Ahmet bey bu yapılanlara. Askerlik arkadaşını her zaman çok severdi ama Hüseyin bey öyle iyilikler yapıyordu ki şimdi onlara adamcağız nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu bunlara karşılık.
“Zeynep kızım gel bak! Bu da benim kızım Suzan! Suzan hoş geldin desene arkadaşına!”
“Hoş geldiniz!” dedi Suzan ilgisiz bir tavırla, “Hoş bulduk!” diye yanıtladı Zeynep heyecanla. Aynı apartmanda kardeş gibi olacakları yaşıt bir arkadaş fikrinden çok hoşlanmıştı. Gülcan hanım ile Suzan fazla konuşmuyorlardı ama Hüseyin bey onlara ailesini, yaşadıkları yeri ve burada ne kadar mutlu olacaklarını anlatıp durdu yemek boyunca.
Yemek sona erince Zeynep hemen kalkıp masayı toparlamaya yardım etti, bulaşıkları da makinaya dizdi Suzan ile birlikte. Yemeğin üzerine bir de çay içildikten sonra Ahmet bey eşyaları açmak için izin istedi onlardan. Hüseyin bey o işe de yardım teklif etse de kabul etmedi. Yeterince zahmete girmişlerdi zaten.
“Harika insanlarmış!” diye mutluluğunu belli etti Zeynep aşağı inerlerken, Ahmet beyin burası ile ilgili tüm endişeleri silindi böylece aklından. Tek istediği kızının mutlu olmasıydı zaten. Hüseyin bey ona geçici de olsa bir iş ayarladığını söylemişti sıkışmasınlar diye. Hemen yarın gidip konuşacaklardı iş yeriyle.
Bütün gece baba kız eşyaları açıp, mutlu mutlu yerleştiler eve. Gece geç saat yataklarına uzandıklarında Zeynep, babasının böyle iyi bir arkadaşı olduğu için teşekkür etti Allah’a. O da Suzan ile çok iyi arkadaş olacaktı böyle, büyüdüklerinde bile hiç kopmayacaklardı.
Gülcan hanım Zeynep’i de Suzan’ın gittiği liseye kaydettirmişti hemen. Aynı sınıfta değillerdi ama okula birlikte gidip geleceklerdi artık. Zeynep’in terbiyesini ve masumiyetini çok beğenmişti Gülcan hanım.
“Gördün mü bak hemen nasıl kalktı yardım etmeye! Sen olsan geçer gidersin içeri doğru!” diye azarladı kızını onlar gidince.
“Ay ben hizmetçi ruhlu değilim onlar gibi anne!” diye çemkirdi Suzan hemen.
“Evet İngiltere Kraliçesisin sen çünkü!”
Suzan pek haz etmemişti Zeynep’ten ama annesi ve babasının çok iyi arkadaş olacaksınız telkinlerinden dolayı şimdilik geri çekilmesi mümkün değildi. İlk günden o salak kız yüzünden azar işitmiş olmaya da bozulmuştu ayrıca.
“Görürüz el mi yaman, bey mi yaman!” diyerek gitti odasına akşam olunca. Babasının bu insanlara bu kadar ilgi göstermesine de bir anlam veremiyordu. Askerlik dediğin en çok on sekiz ay bir dolu adamın kokuların içinde yaşadıkları tuhaf bir yerdi. İnsan orada kimi bu kadar ve niye severdi ki?
Okulun ilk ara tatili olduğundan bir hafta boyunca okula gitmeyeceklerdi. Hüseyin bey ile babası sabahın köründe yeni iş için konuşmaya gidince, Zeynep’te gündüz gözüyle evi ve bahçeyi incelemeye başlamıştı. Arka bahçe pek bakımlı değildi ama evin küçük balkonu bahçeye açıldığı için, bahçeli ev hissi veriyordu.
“Yaz gelince babamla bakarız bahçeye!” diye sevindi kendi kendine. Bıraktıkları evlerinin bahçesindeki ağaçları elleri ile dikmişti Ahmet bey, Zeynep ile büyümüştü ağaçlar. Sadece bir tane önceden olan armut ağacı vardı onun da yüksek dallarından birine iple kamyon lastiği asılmıştı Zeynep oynasın diye. Bu bahçenin ağaçları da o armut ağacı gibi büyük ağaçlardı en azından. Yazın gölgeleri harika olurdu, salıncak da kurabilirlerdi buraya da. Biraz da kirliydi ama onu hallederlerdi mutlaka. Ahmet bey eskiden bahçede yaptığı balık mangalı burada bahçede yapabilirdi şimdi.
Bahçeye bakan balkon kapısı dışında evin pek ışık alan bir yeri yoktu. Binanın yan taraflarına bakan pencereler yan binaların gölgesinde ve aşağıda kaldığı için güneşi içeri kadar taşıyamıyorlar ev sanki hep akşam üzeriymiş gibi garip bir loşlukta kalıyordu. Neyse ki duvarlar beyazdı da gölgelerle ev iyice karanlık bir durumda değildi.
Eski evlerinden getirdikleriyle akşam için yemek hazırlamaya mutfağa geçti. Halası öldükten sonra yemek işini de o üstlenmişti. Çamaşır, ütü ve diğer tüm işleri de. Her zaman yaptığı gibi bir şarkı mırıldanarak başladı yemeği pişirmeye.
Suzan ise arkadaşları ile buluşmak için hazırlanıyordu. Bir haftalık ara tatili evde geçirmeye niyeti yoktu. Üst sınıflardan hoşlandığı bir çocuğun da geleceği bir arkadaş buluşmasına gidecekti. Annesinden gizli çantasına makyaj malzemelerini ve sigara paketini koyduktan sonra hızla kapıya yöneldi.
“Zeynep’i de götürsene!” diye seslendi annesi birden bire içeriden.
“Ne Zeynep’i ya ilk günden?” diye homurdandı sessizce, “Tamam sorarım çıkarken!” diye cevap verdi annesine kapıyı çekip çıktı. Aşağıdan gelen yemek kokusunu duyunca, üzerine sinecek diye hiç oralı olmadan çıkıp gitti apartmandan.
Ahmet bey Hüseyin bey sayesinde hemen ilk günden iş sahibi olmuştu. Yeni taşındığını duyunca eline biraz da avans vermişlerdi. Eve gelirken yakındaki marketten bir şeyler aldı ve gelip koşa koşa bütün gün olanları kızına anlattı. Babasının mutlu olduğunu görünce Zeynep’te rahatladı iyice.
“Geçici iş bahara kadarmış ama olsun bizi idare eder, sonra başka işler bakarım ben! Hüseyin kira da almayacakmış şimdilik bizden!”
“Baba çok çok iyi insanlarmış Hüseyin amcalar, ben burayı çok sevdim. İyi ki geldik!” diyerek babasının boynuna sarıldı. Halasının gidişinden sonra ilk defa ikisinin de yüzü gülmüştü bu iyi insanlar sayesinde. İşler böyle iyi giderken, mutsuz olmak onlara sunulan nimetlere nankörlük olurdu.
Ertesi gün Zeynep etrafı ve okulu merak ettiği için biraz dışarı çıktı. Babasının ona aldığı eski model telefonundan navigasyon programını açtı ve evin konumunu kaydetti. Burası geldikleri yere pek benzemiyordu. Uzaklaşmadan çevreyi keşfedecekti ama bir anda yönünü şaşırırsa geri dönemeyeceğinden korkmuştu.
Okulu, çarşıyı, pazarı, fırını tek tek keşfetti. Etraf kendi oturdukları gibi en az dört katlı binalarla çevriliydi. Öyle çok bahçe, park falan yoktu. Arabalar ağaçlardan ve insanlardan daha çok gibiydiler. Ayazı da onların geldiği yerden biraz fazlaydı sanki. Dışarı çıkarken daha sıkı giyinmeleri gerektiğini anlamıştı.
Sonraki günlerde Ahmet bey sabah işe gidince, Zeynep ev işlerini baktı ve yeni başlayacağı okulunda mahcup olmamak için dönemin başından bu yana işlenen konuları tekrar etti kendi kendine. Suzan ile görüşürler diye düşünmüştü fırsatları varken ama o hiç uğramayınca, Zeynep’te rahatsız etmek istemedi. Öyle ya kız burada büyümüş, burada yaşıyordu. Okul tatilinde yaptığı programları vardı mutlaka, nasılsa okula birlikte gidip gelecekleri için görüşeceklerdi.
Okulun açılmasından bir gün önce akşam kapı çaldı, Suzan elinde bir tabak sarma ile kapıda duruyordu.
“Gelsene!” dedi Zeynep sevinerek
Suzan etrafı süzerek girdi içeriye. Zeynep onun elinden aldığı tabağı mutfakta boşaltırken, eşyaları inceledi.
“Ben de gelirken getirdiğimiz meyvelerden doldurdum tabağa, halam tabak boş verilmez derdi hep!” diyerek elinde bir tabak armutla geri geldi Suzan’ın yanına.
“Pek küçükmüş burası!” dedi Suzan ağız eğerek.
“Evet küçük ama biz zaten iki kişiyiz, daha büyük bir yere ihtiyacımız yok ki!”
“Yarın babam ikimizi de okula bırakacakmış arabayla, sonraki günler yürürsünüz dedi. Sekizde hazır ol!”
“Tamam olurum!” dedi Zeynep, “Hüseyin amcaya çok teşekkür ederim şimdiden!”
Suzan bir şey söylemeden bir tabak armudu aldı çıktı yukarıya.
(devam edecek)
Esmer beyaz tenli kısmına takıldım gerisini merakla bekliyorum
BeğenLiked by 1 kişi
Neden oraya takıldınız?
BeğenBeğen