“Yaşam küresinin bu insanlara fazla olduğunu düşünüyorum bazen, bunca kıymeti hakketmiyorlar!” dedi madde sihirbazı.
“Hangi insanlar için konuştuğuna bağlı!”
“Karanlığı seçenler elbette, böyle güzel yerlerin hep onların elinde olması sana da haksızlık olarak gözükmüyor mu?”
“Haksızlık görecelidir madde sihirbazı. Karanlıkta senin gibi kendi doğalını yaşıyor. Onun için yaşam bu! Korku ve gerilimle besleniyorlar unuttun mu?”
“İyi ama bu güzelliğin için de mi korku gerilim yaratmak zorundalar! Gidip ağacı, yeşili, suyu olmayan bir yeri bulamazlar mı?”
“Bulmuyorlar yapıyorlar! Böyle yerleri seçiyorlar ve yok ediyorlar! Kurutuyorlar. Sonra bir yenisini bulup yok ediyorlar. Ağaçlar ve suyun olduğu her yerde olduklarını göremediğini söyleme!”
“Suyu kirletiyorlar evet! İnsanlar bunu hâlâ göremiyorlar! Suyu, havayı, toprağı kirletiyorlar. Yaşam kürenin canını tüketiyorlar!”
“Bunu insanlar için yaptıklarını söylüyorlar ama öyle değil mi?”
“Amerika kıtasını ilk keşfedenlerin yerli halkı yok etmek için önce kızamık mikrobu taşıyan battaniyeler dağıttığını biliyorsun değil mi? Başarılı olduklarını da!”
“Ne değişiyor ki yıllar değiştikçe! Hiç bir şey! Ancak sürekli aynı olaylar olmasına rağmen insanların tarihten yoksunluğu yüzünden yaşadıklarına anlam veremiyorlar! Göremiyorlar, bunca zamandır tekrarlayan daha büyük çağlı salgınların battaniyelerden ne farkı var!”
“Buraya açık oturum yapmaya mı geldik! Dikkatinizi şifacıya verir misiniz lütfen!” dedi zihin okuyucu, “Onu hâlâ duyamıyorum. Umarım buradadır!”
Seçkin’in bahsettiği depoyu kolayca buldular. Gölün bir yerden kanal gibi daralıp yeniden genişlediği yerde oluşan sahilin hemen kıyısında, bir hangarı andıran ahşap görünümlü bir depo görünüyordu.
“Yavaş, elektrik var!” dedi madde sihirbazı.
Deponun iki yüz metre etrafına ağaçların arasına elektrik yüklü teller çekilmişti. Teller göz hizasından aşağıda olduğu için görünmüyordu.
“Bu teller doğru yerde olduğumuzu söylüyor olabilir!” dedi savaşçı.
Madde sihirbazının tellerden geçen elektriği dağıtmasıyla ilerlediler.
“Burası çok büyük tam olarak nerede olduğunu bilirsek işimiz daha kolay olur!”
“Onun zihnini okuyamıyorum dedim ya!”
“Bu hiç iyi değil!”
“Bir araç geliyor!”
Karanlığın içinden sadece farı görünen araç hangarın hemen ilerisinde durdu ve ışıklarını kapattı.
“Bu bir araba değil! Motor! Üzerindeki de tanıdığımız biri! Seçkin!”
“Vay piç vay! Demek onları uyarmaya geldi! Ona güvenemeyeceğimizi biliyordum!” dedi savaşçı hiddetle, “Elime geçirince mahvedeceğim onu!”
“Sakin ol! Bizi bulmaya gelmiş!” dedi zihin okuyucu ve karanlığın içinden fırlayıp diğerleri ne olduğunu anlamadan ona doğru koşmaya başladı. Biraz sonra Seçkin’i de alıp gelmişti.
“Burada ne işin var?” dedi madde sihirbazı, “Planı mahvedeceksin!”
“Hayır etmeyecek! Onu ben getirdim.”
“Ne?”
“Ona ihtiyacımız var! Şifacının zihnini okuyamıyorum. O içeri girebilir ve onun zihnini okuyabilirim. Böylece doğrudan oraya gireriz. Gücümüz azalıyor! Bedenlerimizle gelmedik unuttunuz mu?”
“Bedenlerimizle gelmedik de ne demek?” dedi Seçkin çok halsiz görünüyordu hâlâ ama sevdiği kadını kurtarmak için geldiği çok açıktı.
“Haydi o zaman içeri gir!” dedi savaşçı yine duymamış gibi, “Buraya gelmenin yasak olduğunu söylemiştin?”
“Evet yasak ama beni tanıyorlar. Babam Avrupa’da, beni işin içine sokup sokmadığını onlar bilemez! Ayrıca beni yakalasalar bile zaten Nur’un yanına atarlar, siz de bizi bulursunuz!”
“Haydi artık onun da fazla gücü yok! Hastaneden kaçmak zorunda kaldı!”
“Ekibe bak!” dedi madde sihirbazı.
Seçkin ağır ağır karanlığın içinde hangarın kapısına ilerledi. Kapıdaki adamla kısa bir konuşma yaptılar ve sonra içeri girdi.
“Adamlar tedirgin oldu!” dedi zihin okuyucu.
“Müdahale et!”
“Ediyorum!”
Aradan on dakika geçti ama zihin okuyucu Seçkin’in zihninde bir değişim yakalayamadı. Savaşçı tam homurdanmaya başlamıştı ki, “Onu buldu!” dedi heyecanla, “Sanırım bayıldı sonra da!”
“Haydi!” dedi madde sihirbazı ve bir ana ikisinin olduğu yerde belirdiler.
Şifacı ile birlikte beş altı kişi daha baygın ve bağlı bir şekilde yerde yatıyorlardı.
“Seçkin nerede?” dedi madde sihirbazı.
“Onu kurtarmaya gelmedik, şifacıyı alıp gidelim!”
Madde sihirbazı şifacının üzerine eğildi ve onu çözdü. Sonra cebinden bir şey çıkarıp ona koklattı.
“Bu da ne böyle?”
“Lider’in verdiği bir tarif, şifacı olmadan nasıl gücümüzü toplayıp döneceğiz!”
Nur yavaşça gözlerini araladı, karşısında madde sihirbazını görünce gülümsedi.
“Ne saçma bir buluşma şekli seçmişsiniz!” diye mırıldandı yorgun bir sesle.
“Keşke sandığın gibi bir buluşma olsaydı ama gitmek zorundayız! Sana ihtiyacımız var!”
Nur dikkatle onlara baktı, sonra odada yatan diğer insanları fark etti.
“Yo o araba beni Seçkin’e götürmedi değil mi?”
“Hayır!”
“Peki o nerede?”
“Buralarda bir yerde ama o kendini kurtarabilir, biz şimdi gitmeliyiz. Gücümüzün çoğunu kullandık sana ihtiyacımız var.”
“Nur madde sihirbazının yardımı ile doğruldu ve hepsinin göğsüne dokundu teker teker. Bunu nasıl yapabildiğini veya bunu yapması gerektiğini nasıl anladığını kendisi de bilmiyordu.”
“Tamam şimdi gidebiliriz!” dedi savaşçı.
“Olmaz Seçkin’i almalıyım!”
Hepsi durup savaşçıya baktı.
“Of!” dedi savaşçı ve madde sihirbazına kapının arkasına bakmasını söyledi.
“Uzakta değil!” diyerek kapıya yöneldi Nur.
“Ne yapıyorsun?”
“Onu almalıyım!” diyerek kapının önünde durdu. Madde sihirbazı onu takip ederek açtı kapıyı. Zihin okuyucu kapıda duran adamın şaşkın bakışları sönmeden bayılttı onu ve hepsi şifacıyı takip ettiler. Nur onun varlığını hissedebiliyordu, hemen koridorun sonundaki odaya girdi. İçerideki adam daha silahını doğrultamadan yere düşmüştü. Seçkin, karanlık odadaki döşeğin üzerinde yatıyordu.
Bir anda hastanedeydiler. Seçkin’i soyup yeniden yatağına yatırdılar.
“Kimse yokluğunu fark etmemiş mi?” dedi madde sihirbazı.
“Hayır!” dedi zaman bükücü.
Nur ona sevgiyle veda etmeye hazırlanırken kendini bir anda odasında buldu. Yanında kimse yoktu. Yatağında uzanmış yatıyordu. Üzeri başı o deponun pis havası gibi kokuyordu hâlâ. Her nasılsa sabah olmuştu.
“Bunların hepsi rüyama mı oldu?” dedi kendi kendine ama üzerini koklayınca olmadığını anladı. Hemen girip bir duş aldı. Başı dahil, her tarafı ağrıyordu. Kapının çalındığını duyunca kızlardan birinin açacağını düşünüp oralı olmadı. Bu evde kimse onu ziyarete gelmezdi anne ve babasından başka. Onlar da zaten gelecekleri zaman söylüyorlardı.
Kapı iki üç kez daha çalıp açılmayınca saçına bir havlu sarıp kapıya gitti ve delikten baktı. Kapının arkasında duran adamı daha önce hiç görmemişti. Gerildi.
“Kimsiniz?”
“Savaşçı!”
“Ne?” dedi Nur şaşkın şaşkın, savaşçının böyle görünmediğine adı kadar emindi.
“Kapıyı açar mısın? Kendim geldim bu defa! Dün seni o hangardan kurtardık ya!” diye fısıldadı adam.
Nur şaşkınlıkla kapıyı açtı, takım elbiseli, ince uzun boylu adam dışarıyı zarif hareketlerle kontrol edip içeri girdi. Elindeki evrak çantasını yere bıraktı.
“İyi misin?”
“Evet! Sen nasıl?”
“Kütüphane de bu halinle mi göründüğünü sanıyordun?” dedi savaşçı. “Oraya asla bu bedeninle gelemezsin.”
“Nasıl görünüyorum?” dedi Nur heyecanla.
“Ah siz kadınlar! İfşa oldun şifacı ve hemen harekete geçip bu işi çözmemiz gerek. Geceyi bekleyemeyiz. O yüzden böyle gelmek zorunda kaldım.”
“Evet beni biliyorlar!” dedi Nur bu defa korkuyla, “Çok özür dilerim!”
“Şirkette sevdiğin adamı kurtarırken kameralar çalışıyormuş!”
“Olamaz!”
“Şimdi birlikte kütüphaneye gideceğiz! Görevi hemen bu gün yapmak zorundayız!”
(devam edecek)