Nur takip edildiğini fark etmeden şirkette işerine odaklanıyor, eve döndüğünde ise içsel yolculuğuna başlıyordu. Rüyalarında kütüphane olmasa da farklı yerlere gitmeye başlamıştı. Gittiği yerlerin bir kısmının yer yüzünde olduklarını biliyordu. Bir keresinde sokaklarında dolaşıp durduğu ve sakura ağaçlarından uçuşan pembe yaprakların birer şeker gibi ortalığı sardığı yerin Kore ya da benzeri bir yer olduğunu düşünmüş, internetten saatlerce araştırma yapmıştı. Gittiği yerlerde garip bir şekilde söylenileni anlıyor ancak ne kendi sesini duyabiliyor, ne de bir yerden geçerken yansımasını fark ediyordu. Rüyalarda yapılan sahici gezilerin de bir adı olduğunu öğrenmişti “Lusid Rüya”
Lüsid rüyada iken, rüya dünyası adeta gerçek dünyaya dönüşür. Gerçek dünyada olduğu gibi her şeyi görmek, duymak, hissetmek, tatmak ve hatta koklamak mümkün olur. Lüsid rüya sırasında beyin farklı bir bilinç durumu içine girer. Uyku durumu ve rüya devam etmekteyken bilinçte bir uyanıklık durumu hasıl olur. Normal rüyada bilinç kapalıdır. İşte bu yüzden normal rüyada, mesafe ve belirsizlik hissi vardır. Lüsid rüyada ise beyin uyanık, doğal ve güvenli bir bilinç durumundadır.
İçinde yaşadığı bunca şeyi anlatabileceği birilerinin olmasını çok isterdi ama bunlardan birine bahsetse muhtemelen ona deli damgasını yapıştırırlardı. Hele ki şu kütüphaneden biraz bahsedecek olsa halüsinasyon gören bir ruh hastası olduğu düşünüleceği kesindi.
“Bu kadar mıyız? Yani işaretliler, hep topu beş kişi mi var dünyada bizden?” diye sormuştu kütüphaneden geçtiği salonda diğerlerine
“Beş kişi için fazla büyük bir hikaye olmaz mıydı sence bu?”
“Bilmiyorum olur muydu? Hikayenin büyüklüğü hakkına tam bir fikrim yok sanırım!”
“Sen şanslısın çünkü bizi bulmayı başardın. Bir çok işaretli henüz yolculuğunu tamamlayıp, kendini hatırlayamadı. Kendilerini ve özünde bizi aramaya devam ediyorlar! Dünyanın pek çok yerinde bir çok işaretli var! Kimi bizim gibi ekip halinde, kimi ise tek başına henüz!”
“Bizim işimiz ne tam olarak?”
“Farkındalıkla yaptıklarımız ve sadece varlığımızla sağladığımız bir çok görevimiz var bunu zamanla hatırlayacaksın, içindeki kütüphane de hepsi saklı! Senin onları çağırmanı bekliyorlar!”
“Bu insanlara özgü bir şey sanıyordum!”
“Sen de bir insan bedenindesin! Dolayısıyla senin içinde süreçler bu şekilde işliyor, tek farkın senin bunun farkında olman. Görevlerinden biri de insanlara bunun nasıl başarılabileceği konusunda rehber olmak. Ancak şimdi değil, daha sonra, şimdi güvende olmak zorundasın ve gizli kalmalısın!”
“Tehlike nedir?”
“Karanlığın seni fark etmesi elbette! Seni bizi hepimizi! Biz diğerleri gibi değiliz. Kozmik güncellemeler bizler aracılığı ile yer yüzüne inmeye devam ediyor Nur. Biz buradaki alıcılarız. Kozmik ışınlar dünyaya yeniden geldikçe insanoğlunun kapalı kutularında saklı olan bilgiler gün yüzüne çıkacak. Biz sadece önde gidenleriz! Önce biz yapacağız sonra onlara yardım edeceğiz.”
“Kulağa süper kahramanlık işi gibi geliyor!”
“Var olmayan bir şeyi düşünemeyeceğini biliyor muydun?”
“Anlamadım!”
“Daha sonra konuşuruz!”
Nur’a anlatılanlar gerçekleşenlerin en basit haliydi. Yeryüzünde özellikle son yüzyılda artan kaos insanlığın varması gereken yolculukta tam ters yöne yani karanlığa doğru gitmesine neden oluyordu. Her yeni günde öfke duymak için yeni nedenler üretiliyordu insanlara. Yazılı ve görsel basının, politikacıların insanlığın iyiliğini ister görünerek sürekli ikilik yaratıyor olmaları ayrışmaları ayyuka çıkarmıştı. Ayrışma öyle yüksek bir notaya ulaşmıştı ki, insan kendi içinde bile sürekli çelişki ve kararsızlık içindeydi. Bir gün doğru dediğinin ertesi gün kötü olduğuna, kötü dediğinin iyi olduğuna karar verebiliyordu. Üstelik bu öylesine doğal bir süreç gibi ilerliyordu ki, kimse yadırgamıyordu. Savaşlar, hastalıklar, ırkçılık, istismarlar insanlara güneşin her gün doğduğunu unutturacak kadar kaplamıştı zihinlerini. Her yeni günde bir çok olumsuz haber ve duyguyla güne başlıyor, biriken bu olumsuzluklar sonunda zihinlerinin durmadan konuşması ile yakın çevrelerine, ailelerine ve sonunda kendilerine dönerek mutsuz olmalarına neden oluyordu. Sesli sessiz o kadar çok kavga ediyorlardı ki içlerinde ve dışlarında karanlık gözlerini, yüreklerini ve zihinlerini sarmıştı.
Oysa gri gökyüzünün arkasında daima mavi bir gökyüzü vardı ve bulutları dağıttığınız zaman onun dingin maviliğine kolayca ulaşabilirdiniz. Dünyaya kapalı bir öğrencilik hayatının ardından paraya elini değdirmekle başlayan bu karanlık yaşamda yolculuğundan sapmaması için ne kadar doğru şeyler öğrendiğini daha iyi anlıyordu. Bu yüzden mümkün olduğu kadar tek başına olmayı tercih ediyor, basından ve sosyal medyadan uzak kalıyordu. İnternet onun için sadece araştırmaları için bir kaynak ve elbette en sevdiği müzikler için bir yayın aracıydı.
Kendi içindeki şifayı ararken dışında yeryüzünün kendine ait bir şifa ürettiğini keşfetmişti. Bin yıllarca insanoğlu bu şifanın farkındayken, her nasılsa sonradan unutmuş görünüyordu. Su ve müzik insan ruhunun baş şifacılarıydılar, onları temiz hava, doğa ve elbette yürek dolusu sevgi takip ediyordu. Özellikle müzik ve su mükemmel şifacılarken aynı zamanda insanlığın aleyhine de kullanılabiliyordu. Her şey iki uçlu keskin bir kılıçtı. Her şey ikilik içindeydi ve birliğe giden yolu birileri özellikle kapatıyordu.
Seçkin şirkette nereye gitse fazla dikkat çektiği için Nur ile doğrudan konuşabilecek ortamı bulmakta zorlanıyordu. Aklında bir çok proje vardı ona bağlı birimlerle çalışmak için ama henüz yeterli tecrübesi olmadığından projelerini babasının onayına sunmak için bekliyordu. Kız kimse ile ortak bir sosyal bağ kurmamışa benziyordu. Sabahları masasına geliyor, kulaklıklarını takıyor, çalışıyor, öğlen yemekhanede kendi getirdiği yemeği yiyor, ardından çıkıp gidiyordu.
O akşam işten çıkmadan önce Nur’un çalıştığı birimin ışıklarını yanar görünce, asansöre yürümekten vazgeçip oraya doğru yürüdü. Beklediği fırsat eline geçmiş görünüyordu. Nur ofiste tek başınaydı ve görünüşe göre bu gün işlerini bitirememişti. Yaklaştığında Nur’un bilgisayarından yükselen müziği duyabildi. Sakin insanı içine çeken bir müzikti bu.
“Kolay gelsin!” dediğinde Nur’un o kadar sıçrayacağını hiç düşünmediği için kendisi de elinde olmadan bir adım geri atmak zorunda kaldı.
Nur onu da korkuttuğunu fark edince şirketteki diğerlerinin alışkanlığı olarak ayağa kalktı “Çok özür dilerim ben geldiğinizi farketmedim!”
“Ben özür dilerim sanırım fazla sessiz yaklaştım! Işığı görünce bakayım demiştim.”
“Ben çıkacağım birazdan, yarına bırakmak istemediğim bir işim vardı! Az önce bitirdim.”
“Ne güzel bende çıkıyorum, size eşlik edebilirim o zaman!”
Nur bunun ne anlama geldiğini anlamadı ama patronun artık çıkması gerektiği imasında bulunduğunu düşündüğü için hemen dönüp toparlanmaya başladı.
Seçkin’de söylediği sözü aptalca bulmuştu ama bu fırsatı yakalamışken de kaçırmak istemiyordu. Biraz sohbet edebilirlerdi en azından. Birlikte asansöre binip sessizce aşağı indiler. Seçkin’in şoförü bekleyen araçtan inip hemen kapıyı açtı, “Sizi bırakalım ister misiniz?”
“Hayır evim yakın yürüyorum teşekkür ederim!”
“Sahi mi ne harika, ben de uzun süredir yürümedim. Eşlik etmem de sakınca var mı?”
“Hayır elbette yok!” dedi Nur yine şaşkınlıkla, Seçkin şoföre gelmeyeceğini işaret etti ve Nur’la yürümeye başladı.
“Sizi hep yalnız görüyorum!” dedi Seçkin biraz çekinerek.
“Evet ben de sizi!” dedi Nur hiç düşünmeden.
Gülümsedi Seçkin bu söze, “Haklısınız! Benziyor muyuz acaba?”
(devam edecek)