Sonunda kendini korumayı öğrenerek çalışmaya başladığında ortaya çıkardığı ilerin kalitesi de artmaya başlamış, herkesten önce o kendi işlerini beğenir hale gelmişti. İnsanın kendi emeği ve hayal gücünü bir araya getirerek ortaya çıkardığı çalışmaların bir sonu olamayacağını düşünüyordu. Hayal gücünün bir sınırı yoktu. Gerçi o sınırlı bir alana kullanıyor ve sadece işine dahil ediyordu bu sınırsız kaynağı ama her işin ustasının kendi yüreği ve hayal gücüyle neler ortaya çıkarmış olduğunu da internet üzerinden hayranlıkla izliyordu. Yüreğin içine girmediği hiç bir şeyin güzelleşmediğini öğrenmişti. Kütüphaneden ayrıldığından beri sürekli, yaşamı ve kendini gözlemliyordu. Kendi gücünün yüreğinde oluğunu biliyordu artık. Zihnindekilere ve dışarıdan gelen seslere kapıldığına o güç kayboluyor ve ışık sönüyor. Kendini kaybolmuşluk duygusu içinde buluyordu. Oysa yüreğine kulak verdiğinde, yüreğini harekete geçirecek duygu ve eylemler içine girdiğinde sınırları olmayan sonsuz bir potansiyeli olduğunu hissediyordu.
“Doğal yatkınlıkları kuvvetli bir arzuya dönüştüğünde, insan amacına doğru kanatlı çizmelerle yol alır.” – Tesla.
Yaşadığı, duyduğu her şey yaşadığı değişim ve gelişim ile ilgili orantılı olarak çağrışımlar yapmaya başlamıştı. Daha önce hiç dikkat etmediği şeyler dikkatini çekiyor, merak ettiği konularda öğrenmek istedikleri bir şeyler yaparken önüne çıkıveriyordu. Bazen internette gezerken, bazen bir sohbette, bazense bir kitabın içinde, hatta bir şarkının sözlerinde, bir filmin repliklerinde bile.
Nur kendi içinde çıktığı yolculuğunda içinde şifayı ararken, yönetim kademesinde derginin onun çalıştığı bölümünden sorumlu kişinin onu yakından izlediğini fark etmemişti. Seçkin Nur’u ilk yemekhanede görmüştü. Onun grafiker olarak yeni başladığını öğrendiğinde, kendine bağlı bir birimde olmasına sevinmişti. Bir kaç gün sonra bir işi bahane ederek birime gitmiş ve onunla tanışarak, kendisini fark etmesini istemişti. Patronlardan birinin, hatta bizzat patronun oğlunun birime gelmesi camekanlı odadaki şefin dışarı çıkmasına ve herkesin tüm ilgisini üst düzey kişinin üzerine odaklanmasına neden oluyordu. Herkes Seçkin odaya girer girmez duruş ve ruh hali değiştirirken, Nur önündeki bilgisayara odaklandığı için herhangi bir tepki göstermemişti. Hemen arkasındaki arkadaşı onu dürtünce başını çevirip odaya giren kişiye baktı ve “Hoş geldiniz!” diyerek gülümsedi. Arkasındaki arkadaşı onu bir kez daha dürtünce, odadaki herkesin işini bırakmış adama baktığını fark ketti. O da öyle yaptı. Birim şefi Seçkin’i kolundan tutarak kendi camekanlı ofisine götürdü ve ona kahve ikram ederek çalışmalar hakkında bilgi aktardı. Seçkin oturduğu yerden Nur’u ve diğerlerini görebiliyordu. Diğerlerinin gözü sürekli camekanlı ofisteyken, Nur kulağına geri taktığı kocaman kulaklıkları ile işine dönmüştü.
Aslında yemekhanede onu fark etmesinin sebebi, diğerlerinden farklı görünüyor olmasıydı. Çoğunluğun dışarıda yediği şirkette, yemekhanede genellikle alt kademede çalışanlar yerdi. Kendilerini üst kademe sayanlarsa onlarla aynı yerde yemek yemiş olmamak için kendilerini her öğlen dışarı atıyorlardı.
Nur’un önündeki yemekler ne dışarıdan, ne de yemekhanedendi. Yine kulağında olan kocaman kulaklıkları ile bir yandan müzik dinlerken, bir yandan kendi getirdiği belli olan yemeğini yiyordu. Seçkin onun müzik dinlediğini ayağı ile tuttuğu tempodan anlamıştı. Onun yemekhaneye girmesi ile yine bir hareketlenme olmuş ama girene çıkana ve etrafına hiç bakmayan Nur yerinden bile kıpırdamamıştı. Seçkin’de sürekli yemekhanede yiyenlerden değildi ama şirketin her kademesinde denetleme yapması gerektiği, daha doğrusu babası öyle istediği için arada sırada geliyordu. Ona herkese verilen günlük yemeklerden değil önceden hazırlanmış özel yemeği ikram ediliyordu. Seçkin’in yemekhaneye geleceği bir gün önce sekreterlerce yemekhaneye söyleniyordu çünkü.
Seçkin babası ve onun diğer ortakları gibi değildi, olmakta hiç istememişti ama sırf babasına isyan olsun diye bıraktığı iki üniversiteden sonra üçüncüsünü büyükannesinin isteği ile bitirmek zorunda kalmış, arkasından da doğduğu günden bu yana şirkette hazır bekleyen işine başlamıştı. Evin en küçük çocuğuydu. Ablaları ve ağabeyleri yaşam koşullarından oldukça memnunken o çocukluğundan beri hep farklı şeyler aramıştı. Sonunda evde bakıcılar ve hizmetçilerle mutlu olmadığını fark edince, bir gün kaçarak büyükannesinin yanına gitmişti. Büyükannesi onun güzel gözlerini kocaman açarak anlattıklarını gülümseyerek dinlemiş ve ardından babasını arayarak, Seçkin’in orada olduğunu ve bundan sonra da orada yaşayacağını iletmiş ve telefonu kapatmıştı. Seçkin bu kadar kolay olacağını ummadığı bu değişikliğe o kadar sevinmişti ki o günden sonra büyükannesini hep bir kahraman olarak görmüştü. Büyükannesi babasının servetinden ayrı bir servete sahip olmasına rağmen onun gibi şaşalı bir hayat yerine mütevazi bir hayatı seçmişti. Yine şehirde ama sakin bir semtte, müstakil bir evde yaşamını sürdürüyordu. Evde çalışan iki kişi vardı ama bunlardan biri büyükannesi yaşlandığı için ev işlerine yardım eden bir yardımcı, diğeri ise bahçeyle ilgilenen ve gerektiğinde alışverişi de halleden bahçıvandı.
Seçkin üniversite sınavına girdiği ilk yıl bir mühendislik bölümü kazanmıştı. Onca zaman boyunca büyükannesinin yanında mutlu mesut yaşarken, daha okula kaydını yaptırır yaptırmaz babası yakasına yapışmış ve şirkette bu mesleği ile neler yapacağının planlarını yapmaya başlamış, onu yurt dışında bir dizi eğitime göndermeye kalkmıştı. Seçkin’de ailenin diğer fertleri gibi iyi eğitimli ve donanımlı olmalıydı.
Böylece babasına karşı ikinci isyanını başlattı ve şirkette çalışmayacağını söyledi. Babası böyle bir şansı olmadığını, piyasadaki her yerde elleri olduğunu, nereye giderse gitsin sonunda onun için çalışmak zorunda kalacağını söyleyince de henüz birinci sınıf bitmeden okulu bıraktı ve ertesi sene hazırlanarak yeniden sınava girdi.
Bu kez tamamen başka bir alan seçerek avukatlığı kazandı. Büyükannesinin yanında da yaşasa oldukça iyi okullara gitmiş, iyi öğretmenlerden dersler almıştı. Akıllı ve azimli bir çocuktu her zaman, bir şeyi kafasına koymuşsa mutlaka yapardı. Bir süre sonra babasının bu meslek ile ilgili de girişimleri başlayınca yine sinirlendi ve bu defa ikinci sınıfın başında okulu bıraktı ve üniversite okumayacağını açıkladı.
Bu defa büyükannesi devreye girerek bir kez daha denemesini isteyince onu kıramadı ve bilgisayar mühendisliğini kazandı. Yine büyükannesinin önünü kesmesi ile babası bu kez okul bitene kadar hiç müdahale etmedi. Seçkin başarı ile mezun olduktan sonra iş aramaya başladı. Ancak ilk altı ay boyunca okuldan derece ile mezun olmasına rağmen başvurduğu hiç bir yerden olumlu bir yanıt alamadı. Nereye giderse gitsin babasının sahip olduğu şirketler yerine başka yerde çalışma isteğiyle ilgili bir sürü soruyu yanıtlamak zorunda kalıyordu. Son başvurduğu yerde birisi ona “Gözünüz doymuyor şimdi de piyasadaki başka şirketlerde çalışmak isteyenlerin önünü mü kesiyorsunuz! Gidip kendi şirketinizde çalışsanıza!” deyince ne diyeceğini bilemedi ve üzüntü ile eve döndü.
“Soyadımı değiştireceğim büyükanne!” dedi daha kapıdan girer girmez.
Bütün gece konuştular ve büyükannesi onu babasının şirketinde çalışmaya ve yapmak istediklerine elinde olanakları varken zor yoldan değil kolay yoldan ulaşmayı seçmesi için ikna etti. Sonuçta yeni mezundu ve işi öyle ya da böyle bir yerlerde öğrenecekti. Soyadı sadece babasına ait değil aileye aitti, bu yüzden sırf babasına kızdığı için ondan vazgeçmesini doğru bulmuyordu. Eğer bu soyadı söylendiğinde insanların zihninde canlanan olumsuz düşünceleri değiştirmek istiyorsa, bunu yapabileceği en doğru adres yine kendi şirketleri olacaktı. Böylece Seçkin babasının seçtiği görevde, ona verdiği yetkilerle çalışma hayatına başladı. Bilgisayar bölümü bitirdiği için, Nur’un bölümü ve diğer bilgi işlem personeli ona bağlı çalışıyordu. Bununla birlikte şirketi tanıması için her birimin denetlenmesi işi de ona verilmişti. Denetleyebilmek için önce ne yaptıklarını ve nasıl doğru yapmaları gerektiğini de öğrenmesi gerekiyordu elbette.
(devam edecek)