“Olay kısaca şöyle tatlım insanların korkması bırakması gerekiyor!”
“Aman ne kolaymış!” dedi Nur. Toplantılara daha sık katıldığı için artık kendinin ekipten biri olduğunu kabullenmiş, ortama uyum sağlamıştı.
“İnsanlar kolay olmadığına inandırılıyorlar bunu anlamak zorundalar, onlar korktuğu sürece karanlık güçleniyor ve onu yenemeyeceklerine inanıyorlar.”
“Korku çok güçlü bir duygudur çünkü, insanlar kendileri için, sahip oldukları için, sevdikleri için her şeyden korkar! Biliyorum çünkü onlardan biriyim!”
“Bak biz sadece bedenlenmiş durumdayız, gerçekten onlardan biri değiliz bunu kabul etmelisin, zaten bedenlenme amacımız bu bedenin içinde olanları deneyimlemek, bu anlamda hepimiz korkunun ne olduğunu biliyoruz ve deneyimledik. Şimdi veya daha önce. Defalarca geldi buraya her seferinde insan olarak bile değil üstelik!”
“Bunu kabullenmek benim için çok zor oluyor, buradan çıkıp eve gittiğimde insan olduğumu söylüyor zihnim bana”
“Çok normal çünkü insan zihni kendini güvende tutmak için seni her şeye ikna eder bunu aşmalısın önce! Bütün insanlar zihnini dinler öncelikle. Oysa beyin en kolay hasar gören organlardan biri ve hastalandığı zaman bile onları kandırabiliyor!”
“Ne demek istiyrosun?”
“Şunu! Alzheimer ve benzeri nörolojik hastalıkları düşün, şizofren, anksiyete bunların hepsi insanların olmayan şeyleri olmuş gibi sanmalarını sağlıyor. Bunlar gibi hastalıkları bırak biraz ateşi çıkan insan bile neleri gerçek sanıyor düşün! Böyle bir zihnin doğru dediğine ne kadar inanılır ki?”
“Peki o zaman nasıl bileceğim neyin doğru olduğunu!”
“Yüreğinle bileceksin zihninle değil, ruhun yüreğin aracılığı ile konuşur ve kendi güvenliği için asla zihnin gibi sana vıdı vıdı etmez!”
Her toplantıdan sonra öğrendiklerini, konuşulanları sorgulamak zorunda kalıyordu Nur. Kafası öyle karışıyor ve zihni savaşçının da dediği gibi o kadar çok itiraz ediyordu ki bazen toplantıdan ikna olarak ayrıldığı bir şeyi oradan çıkınca yeniden sorgulamaya başlıyor ve ona defalarca anlatıyorlardı. Bunca senedir onun ve diğer herkesin inandığından çok farklıydı her şey aslında. Üstelik bunu ifade eden pek çok film, kitap, makale olmasına rağmen hiç birinin bu kadar gerçeğe yakın olabileceğini düşünmemişti daha önce.
Dünya bahsettikleri yaşam kürelerinden biriydi ve en önemsenileni. Burada insanlığın bildiği tarihten çok önce yaşayan varlıklar ki onlar aslında şimdiki insanın atalarıydılar, içlerinde evrenin bütün bilgilerini taşıyan bir kütüphaneye sahiptiler. Her biri evrensel bir hafızaydı. Gökyüzünden gelen kozmik ışınlarla bu sonsuz bilgi hazinesi sürekli güncelleniyordu. Her bir varlığın sahip oldukları bilgileri nasıl kullanacağına karışılmıyordu. Sevgi ve paylaşım egemen duyguydu, iklim bile buna uygun olarak hiç hırçınlaşmıyor bir teviye ve en mutlu edecek haliyle sürüp gidiyordu. Yazlar, kışlar, baharlar yoktu. Hep aynı mevsim yaşanıyordu. Sahip olunan bilgilerle, bilim, sanat, felsefe tarif edilmez boyutlara ulaşmıştı. Burada harmanlanıp gelişen bilgi ve enerji geldiği yerdeki ırkları besliyordu. Sevgi ve bilginin ışığı ile beslenen evrende huzur ve barış hakimdi.
“Nur!”
“Efendim!”
“Adının anlamını hiç düşündün mü?”
“Evet ilahi ışık demek!”
“Evet yani ilahi bilgi de denilebilir. Işık bilgi demektir. Bilgi aydınlatır. Işıkla yani elektrikle taşınır. Tıpkı telefon tellerinin seslerimizi taşıması gibi. İnternet kablolarının, elektro manyetik dalgaların bilgi taşıması gibi. Işık evrenin her yerine bilgi anlamına gelir. Evren ilahi bir yaratımdır. İlk yaratıcı tarafından ışık yani nur ile yaratılmıştır!”
“Evet doğru adımı hep sevmişimdir. Sizlerin isimlerini öğrenebilecek miyim?”
“Daha sonra evet!”
“Yaşam kürelerinin dünya olanında diğerlerine göre daha yüksek bir gelişme sağlanması ve evreni besleyecek düzeyde bir gelişme göstermesi, iştah kabartıcı bir hedef olmasına neden olduğundan bir süre sonra dünya yaşam küresine sahip olmak için onun çok dışında bir yerlerde galaksiler arası savaşlar meydana gelmeye başlamıştı. Ne yazık ki ilahi düzende bile her zaman iyiler kazanmıyordu ve karanlık güçler tekrarlanan bir çok savaşın sonucunda başta dünya olmak üzere yaşam kürelerini ellerine geçirmeyi başardılar. Ancak karanlık hiç bir zaman ışıkla beslenmez biliyorsun. Işık onun en büyük düşmanıdır. Yani bilgi ve cehalet hiç bir zaman aynı zihinde yer alamazlar. Işık ve karanlık aynı odada olamaz! Dolayısıyla bu güçte besleyiciliği olan bir kaynağın sadece ışığını karanlığa dönüştürüldüğünde, dünya kazanan taraf olan karanlığı beslemeye başlayacaktı. Bunu yapabilmek için kozmik güncellemeler kesildi önce, bilgi akışı yani yeni ışıklar kesildi. Ardından mevcut ışıkları kesebilmek için varlıkların içlerinde yer alan on iki düğümlü hazine ki onlar buna DNA diyorlardı iki düğüme düşürüldü. Bu iki düğüm neredeyse hayatta kalmaları ve üremeleri dışında bir işe yaramıyordu. Öyle de oldu. İşte bu şekilde insanlığın bildiğimiz tarihi ortaya çıktı.”
“Yani insanlar tarih dediğimiz zaman zinciri boyunca cahil ve aptallar olarak karanlığa mı hizmet ettiler!”
“Elbette farkındalıkla değil, işte senin zihin dediğin ve durmadan kafanın içinde seni sorgulayan, hatalarına dikkat çekerek seni durmadan aşağı çeken o şey ışık üretmeni engelliyor!”
“Kafamın içinde bir düşman var öyle mi?”
“Düşman demek anlamsız olabilir, yaratılmış hiç bir şeye kötü diyemeyiz. Her şey doğasını yaşar. Karanlık güçlerin doğasında bu vardır. Cehalet. Dolayısıyla cehaletten doğan güçle beslenirler, bu yüzden insanları sürekli korkuturlar. Korku içinde yaşamaları için ne gerekiyorsa yaparlar. Felaketler yaratırlar, savaşlar çıkarırlar, ikilik peşindedirler. Tıpkı o çift düğüm gibi, bir zıtlık!”
“Dualite!”
“Tam olarak! İşte bizim ortaya çıktığımız yere geldik nihayet!”
“Nasıl yani?”
“İnsanlık kendi yaşam küresinde bilgiden yoksun bir karanlığa mahkum edildi. Ancak bizler bu yaşayan kütüphanenin ilk kurucularının soyundanız ve görevimiz yaşam küresini yaratılış amacına uygun hale getirmek için sürece destek olmak!”
“Bunu nasıl yapacağımız belli mi?”
“Genel hatları ile evet ama bu devam eden bir savaş, bizler burada olduğumuz anlaşılmaması için her şeyi unutarak insan bedeninde doğuyoruz! İnsanlar bize işaretliler diyor!”
“Bizi biliyorlar mı?”
“Artık daha çok insan varlığımızın farkında! Onlara yardım etmek için geldiğimizi biliyorlar! Ancak tabi ki hangi insan bedeninde olduğumuza dair bir fikirleri yok. Bunu anlamalarına imkan yok. O yüzden yaşam küresi yerine burada buluşuyoruz! Bedenlerimiz hâlâ olması gereken yerlerdeler!”
“Anlamadım?”
“Sen her geldiğinde elini o sondaki kapının koluna uzatıyorsun sadece, bir insan sana baktığında senin sadece kapıya uzandığını görüyor. İçeri girmiyorsun. Toplantımız bittiğinde ise ki bu yine aynı insanın seyrettiğini varsayarsak bir saniye sürüyor, sen elini uzatmaktan vazgeçip merdivenlerden aşağı iniyorsun!”
“Ama buradan geri döndüğümde akşam oluyor çoğu zaman, bir saniye falan geçmiyor ki!”
“Zaman algın henüz doğru işlemediği için öyle oluyor! Sonra düzelecek sana da bir saniye geçmiş gibi gelecek geri döndüğünde. Her boyutta zaman aynı akmaz. Hani şu gökdelenin dairelerinde yani. Her dairede zaman farkı işler. Birinde bir yıl geçerken diğerinde henüz bir gün bitmiş olabilir. Birindeki bir saniye, diğerinde üç beş saat olabilir.”
“Yani biz başka bir boyuta mı geçiyoruz o kütüphane içinden!”
“Evet, kütüphane sembolik bir yapı sadece, bir boyut kapısını saklıyor!”
“Peki neden sizinle hiç karşılaşmıyorum orada hep en geç ben mi geçiyorum!”
“Hayır elbette öyle değil, her birimiz farklı kapılardan geliyoruz. Orası senin geldiğin kapı, bizimki değil. Güvenliğimiz için böyle yaptık!”
“Sizinkiler de kütüphane mi?”
“Evet bilginin olduğu yer! Yani yaşam küresinin asıl amacı! Harika değil mi?”
“Evet akıllıca ve etkileyici!”
(devam edecek)
Bu hikaye hiç sürükleyici gelmedi bir satırı iki kez okumama rağmen.en aklım hala Seval ve Ertan da kaldı özür diliyorum nefessiz hikayerinizi okumak için sabirsizlanirken 3 gündür konu bitsin diye sabırsızlıkla bekliyorum eleştirim yüzünden af ola
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler ❤ böyle bir hikayeyi ben yazmak istediğim için yazıyorum sonra yine döneceğiz sizin sevdiğiniz türlere ❤
BeğenBeğen