Aklı kilisede kalmış olmasına rağmen koşar adım okula gitti. Öğlene kadar zor dayandı ve hemen fırlayıp kiliseyi gördüğü sokağa geri döndü. Bahçe duvarlarından sadece tepesini gördüğü eski bina, yaşlı ağaçlarla çevrili büyük bir bahçenin ortasındaydı. Uzaktan kiliseye benziyordu sahiden ama önüne gelince “Medeniyetler Kütüphanesi” tabelasını okuyunca buranın rüyasında gördüğü yer olduğundan emin oldu. Bahçenin demir kapıları açık duruyordu, içeri girip, büyük ağaçların güzelliğine bakarak taş merdivenli kapıya yürüdü. Şehrin tüm gri karmaşasından ayrı kalmış bir yerdi burası. Zaten ayakta kalmaya başlayan eskiler, her şehrin pırlantası gibi fark ediliyordu uzaktan bakıldığında bile. Mevcut mimari ve karmaşaya meydan okur gibi bambaşka ve özgün bir hava ile kendilerini belli ediyorlardı.
Çift kanatlı büyük tahta kapının üzerine eski tip büyük bir tokmak, kapının sol tarafında ise yuvarlak koca düğmeli bir kapı zili vardı. Kapının açık olup olmadığını anlamadığı için hafifçe zile dokundu. Biraz sonra gözlüklü orta yaşlı bir kadın gelip kapıyı açtı Tahta kapı açılırken hemen üzerinde takılı metal çana çarptığı için tatlı bir tonlama duyuldu.
Kadın hiç bir şey demeden gülümsedi ve içeri doğru yürüdü. Nur’da arkasından girdi. Hemen kapının sol tarafından girilen geniş salona geçtiler. Burası tıpkı rüyasında gördüğü gibi yüksek tavanlı ve tavana kadar rafların olduğu büyük bir kütüphaneydi. Üst kısımda ara ara görülen camlardaki renkli boyamalar buranın geçmişte bir kilise olduğunun ispatıydı. Kubbeli tavan gökyüzü olarak tasvir edilmişti. Ortadaki geniş alanda bir çok masa ve kısa raflar bulunuyordu. Kadın hiç bir şey söylemeden kendi çalışma alanına girdi ve bilgisayarına bakmaya başladı.
Öyle ya burası bir kütüphaneydi, kitap seçmeye, okumaya veya ders çalışmaya gelirdi insanlar. O da daha içeri girer girmez etkilendiği ve rüyasının onu çağırdığı yeri daha iyi tanımak için yüksek rafların olduğu duvar tarafına ilerledi. Her rafın önünde raylı sistem kurulu merdivenler vardı. O merdivenlerden birine çıkıp kendini kaydırmak için dayanılmaz bir istek duydu ama kütüphane kurallarını tam bilmediği ve buraya çocukça duygularını tatmin etmeye gelmediği için tuttu kendini. Dört yüksek duvarın önünden de ağır adımlarla geçti. Böylece ortada duran alçak rafların aralarında ve masalarda birilerinin olup olmadığını görme şansı da olmuştu. Görünüşe göre burada kütüphane görevlisi ve ondan başka kimse yoktu.
“Peki ya şimdi?” dedi içinden, “Birilerinin gelip benimle konuşmasını mı bekleyeceğim?”
Masaların ve alçak rafların arasında da dolandı biraz. Kitaplara göz attı. Onun sürekli dolandığını gören kütüphane görevlisi biraz sonra yanına geldi.
“Aradığınızı bulamadınız mı? Yardımcı olmamı ister misiniz?”
Aradığı şeyin bir kitap olmadığını söyleyemeyeceği için “Rüya!” diye çıktı ağzından.
“Ah bir rüya yorumu kitabı mı arıyorsunuz! Onlar burada değiller! Lütfen beni takip edin!”
Nur’un aradığı bir kitap olmadığı halde mecburen kadının peşinden salondan çıktı ve girerken fark etmediği dar merdivenlerden yukarı çıkan görevliyi takip etti. Burada ufak bir asma kat ve bir kaç kapı vardı. Kadın merdivenlerin başında onu bekledi. Nur onun yanına varınca ise son kapıyı işaret ederek.
“Orada bulabilirsiniz!” dedi ve gülümseyerek merdivenlerden geri indi.
Nur kapalı kapının önüne kadar yürüdü. Ahşaptan yapılmış yer attığı her adımda gıcırdıyordu. Kapalı kapının önüne gelince durdu, zaten rüya yorumu bakmaya gelmemişti, burada biraz oyalanıp yeniden aşağı inebilirdi. Rüyasında gördüğü yer aşağısıydı.
Sora kapının arkasında ne olduğunu merak ettiğini fark etti ve elini uzatıp açtı. İçeriye bakmanın ne sakıncası olabilirdi ki?
Kapıyı açar açmaz gözüne dolan ışık yüzünden önce biraz afalladı ama sonra yavaş yavaş içeriyi seçmeye başladı.
“Yok artık!” dedi yeniden ve bir odaya girip girmediğinden emin olamadığı için arkasına dönüp kapıya baktı. Kapı kapanmıştı, onu kapattığını hatırlamıyordu. Burası her zaman rüyalarında gördüğü o huzur dolu yerdi ya da oraya çok benzeyen başka bir yer. Şaşkın şaşkın etrafına bakınırken birisinin ona doğru geldiğini fark etti.
“Hoş geldin seni bekliyorduk!”
“Burasının gerçek bir yer olduğunu hiç düşünmemiştim!”
“Neyin rüya neyin gerçek olduğunu kim bilebilir ki?” dedi sesin sahibi, hemen hemen aynı yaşlarda olduğu bir genç adamdı bu, “Ben zihin okuyucuyum!”
“Anlamadım?” dedi Nur “Bu bir isim mi?”
“Burada bir isme ihtiyacımız yok, anlayacaksın!”
“Burası neresi? Sizler de kimsiniz? Benim rüyalarımla ne ilginiz var?”
“Hepsini anlayacağız, ilk şaşkınlıkların bunlar normal! Haydi benimle gel!”
Nur heyecanla zihin okuyucuyu takip etti. Uzun bir koridorun ardından bir kapının önüne geldiler. Kapı onlar önüne gelince kendiliğinden ortadan kayboldu.
İçeride beyaz cam gibi görünen yuvarlak bir masanın etrafında oturan üç kişi vardı.
“Evet şifacımız da geldi işte!” dedi zihin okuyucu onlara bakarak.
“Şifacı mı? Ben mi?” dedi şaşkın şaşkın bakarak Nur.
“Hoş geldin şifacı, bizi bulamayacağını düşünmeye başlamıştık!”
“Ben buranın gerçek olduğunu bile bilmiyordum!” dedi Nur şaşkın şaşkın.
“Merhaba ben zaman bükücüyüm!” dedi oturanlardan sarışın uzun saçlı olan, o kadar güzel bir yüzü vardı ki konuşana kadar onun bir kız olduğunu sanmıştı Nur. Ancak sesinden erkek olduğunu sonucuna varabilmişti.
“Zaman bükücü ne yapıyor diye sorabilirim herhalde?”
“Hepsini anlatacağız!” dedi kızıl saçlı kız, “Bana madde sihirbazı diyebilirsin!”
“Ve son olarak ben de savaşçıyım!”
Haydi gel sen de masadaki yerine otur diyerek ona boş sandalyelerden birini gösterdi zihin okuyucu. Sandalye diğerlerinden farklı olarak turuncu renkteydi. Nur gidip ona oturunca rengi beyaza döndü.
“Harika bir yer değil mi?” dediler gülerek, “Lunapark gibi!”
“Evet harikaymış!”
Nur kütüphaneden çıkıp eve döndüğünde kafası karmakarışık olmuştu. O kadar çok şey dinlemiş ve öğrenmişti ki ona saatler geçti gibi gelse de kütüphaneden çıkarken garip bir şekilde içeride bir saatten kaldığını fark etmişti. Onun da çoğu zaten dolaştığı zamana denk geliyordu. Kafasını toparlayıp yaşadığı bu şeyleri sindirmesi gerekiyordu şimdi. Ona da aynen böyle söylemişlerdi ayrılırken.
Elbette bunlardan kimseye bahsetmemesi gerekiyordu. Zaten kime söyleyebilirdi ki, rüyalarından çağrıldığı bir yere gittiğini ve oranın aslında bu dünyaya bile ait olmadığını. Çocukluğundan beri zaten kafadan kontak olduğunu düşünmüştü herkes, şimdi bunu duysalar, hele annesi, yeniden o eski günlere döndüğü için paniğe kapılırdı. Hem de tıp fakültesi okuyan ev arkadaşları varken.
Yine ona söyledikleri gibi ılık bir duş aldı ve odasına girip olanları tek tek düşünmeye başladı. Her şeyi duymuş, görmüş ve yaşamıştı ama nedense zihni henüz gerçekliğini kabul edememişti.
“Acaba yine rüya mı gördüm?” dedi kendi kendine.
Bu imkansızdı çünkü sabah kalkıp önce okula gitmiş, sonra dönüşte oraya uğramıştı. Hemen kalkıp camdan dışarı baktı. Belediyenin çalışmaları sokak boyunca devam ediyordu. Dönerken kafası öyle doluydu ki bakmak aklına gelmemişti.
“Demek ki gerçek!” dedi kendi kendine, “Gerçek olamayacak kadar tuhaf olsa da! Bir şifacıyım ben!” diyerek ellerine baktı.
Çocukken süper kahraman filmleri seyrettikçe onlardan biri olduğunu hep hayal ederdi ama bir şifası olacağı hiç aklına gelmezdi doğrusu. O hep savaşçı gibi biri olabileceğini düşünüyordu. Bir tıkırtı duyunca camın önünden çekilip hemen odaya baktı. Ona yıllardır yanından ayrılmayan koruyucuları olduğu söylenmişti. Onları göremiyor da olsa, onlar doğduğu günden bu yana Nur’u saniye olsun yalnız bırakmamışlardı.
“Tuvalette bile mi?” demişti hemen elinde olmadan.
“Bu öyle bir şey değil!” diye yanıtlamışlardı onu.
(devam edecek)