Atölyedeki kızlar Seval’in geçici olduğu söylense de Ertan bey gibi üst katta kalacağını öğrenince bozuldular biraz.
“Bu yeni kız kaleyi içten fethetmişe benziyor!” dedi Gülizar.
“Ne o kıskandın mı?” diye dalga geçtiler diğer kızlar onunla. Evli ve iki çocuğu olan Gülizar kıpkırmızı oldu ama bir şey söylemedi. Eğer evlenmeden önce bu atölyede çalışmaya başlamış olsaydı Ertan beyi kaçırmazdı elbette, bundan gocunulacak bir şey yoktu. İyi bir adamdı her şeyden önce, işini önemsiyordu, yetenekliydi, hatalar yapmış olsa da hâlâ gelecek vaat ediyordu. Düşünceliydi. Hepsinden önemlisi insanlara kendini değerli hissettiriyordu. Hangi kadın kendini değerli hissettiren bir erkekle olmak istemezdi ki. Erkekler her ne kadar para, dış görünüş gibi şeylerin önemi olduğunu sansa da, onlara aldıran bir kadının yüreğinde aşk olmazdı. Aşk bir erkeğin değerlisi olmak demekti. Yüreğinin kıyamadığı, gözlerinin unutamadığı, zihninin yok sayamadığı. Derin bir iç geçirdi Gülizar bunları düşünürken. Kocası Şenol kötü bir insan değildi elbette, seviyordu kocasını ama Şenol bilmiyordu tüm bunları. Bilmediği için bazen yaptıklarını boşa yaptığını sanıyordu. Kendince seviyordu Gülizar’ı o. Gülizar’ın sevilmek istediği gibi değil. Belki de bir insana önce “Nasıl değerli hissedersin?” diye sormalıydı her şeyden önce. Öyle anlamalıydı nasıl sevilmek istediğini.
Seval’de yukarıda bir yere verilmesinden çok etkilenmişti. Hemen Ertan beyin hazırladığı yaşam alanının yanında, yine iki dükkan birleştirilmiş ve bir ev formatına getirilmişti fiziksel olarak. Biraz eksikleri vardı, çünkü Ertan bey önce burayı kendisi için hazırlamaya başlamış, sonra nedense bu tarafın ışığı daha çok hoşuna gidince o kısmı öylece bırakıp yeni yeri yapmıştı. Banyo, tuvalet ve mutfak kısmı tamdı eski yerin. İçinde Ertan beyin eski bir kaç parça eşyası vardı. Diğer hayatından getirmişti onları ama nedense, yeni hayatında kullanmak istemediğine karar vermiş, onları da ilk denediği yerde bırakmış, şimdi yaşadığı yere yeni mobilyalar almıştı.
“Ah inanmıyorum, burada hazır bir yer daha mı var yani?”
“Evet, ne acayip değil mi? Sanki seni beklemiş gibi bunca zaman!”
“Evet! Yani siz burayı kullanmayacağınıza eminsiniz değil mi?”
“Kullanmıyorum. Aslında Remziye hocam unutmuş olmalı kalacak yerin olmadığını söylemeyi ya da benim zaten bileceğimi düşündü. Orada kimseyi tanımıyor, ilk kez geliyor dedi ama ben anlamamışım nasıl olmuşsa. Hay aptal kafam! Seni iki gün arabada yatırdım!”
“Hayır lütfen kendinizi suçlamayın, beni hocam gönderdi diye benden sorumlu değilsiniz!”
“Sen Remziye hocayı pek tanımamışsın bence!” diyerek güldü Ertan bey, “Burayı beğendiysen ben simitleri alıp gelene kadar eşyalarını çıkar istersen. Anahtarı kapısının üzerinde bıraktım. Kapı şimdilik pek iyi bir şey değil ama sonra değiştiririm!”
“Peki ya kira?”
“Ah evet kira! Maaşını konuştuk mu?”
“Hayır aslında henüz değil!”
“Ama çalışmaya başladın öyle değil mi? Oturmaya da başla bakarız!” diyerek açık kapıdan çıkıp gitti Ertan bey. Seval birden bire ortaya çıkan ve atölyenin hemen üzerinde olan bu yere o kadar çok sevinmişti ki ne diyeceğini bilemiyordu. Hayatında ilk defa tamamı kendine ait bir yeri oluyordu böylelikle. Hem de beklediğinden bile iyi bir yer. Yol parası, yemek parası gibi dertleri olmayacaktı burada. Hemen yukarıdan inecek, acıktığında çıkıp evinde yiyecek, istediği saate kadar çalışmaya devam edebilecekti.
“İnanılmaz!” diye mırıldandı arabadan eşyaları yukarı çıkartırken.
Çantaları açmadan öylece bıraktı içeriye, kapıdaki anahtarı çıkartıp, Remziye hanımın ona uğur getirsin diye verdiği anahtarlığa taktı. Anahtarlık minik bir kumaş bebekti. Anahtarlığı salladı yukarı doğru kaldırıp, “Gördün mü artık bir evimiz var!” dedi sevinçe ve hemen aşağı indi, atölyedeki çayı demlemek için.
Ertan bey geri geldiğinde çoktan çayı demlemişti. Kızlar gelmeye başladığında ikisi paravanın arkasında sohbet edip kahvaltı ediyorlardı. Hemen o sırada öğrendiler Seval’in yukarı taşındığını.
Aslında Ertan beye karşı duyguları olan sadece Gülizar değildi, atölyedeki diğer kızlar da ona hayranlardı ama hepsi de onun kendilerine o gözle bakmadığını biliyordu. Hatta burada çalıştıkları süre boyunca adamı hiç bir kadınla yan yana görmemişlerdi. Seval gelmeden önce kızlara çok değer verdiği bir hocasının değerli bir emanetinin geleceğini söylediğinde hiç biri bir kızın geleceğini düşünmemişti. Kız geleli üç gün olmasına rağmen Ertan beyin yüzü sürekli gülüyor ve sürekli yeni kızı izleyip, onunla konuşuyordu.
Kahvaltı bittikten sonra Seval Remziye hocadan getirdiği yarım bıraktığı işin başına geri döndü. Aslında aklı yukarıda gördüğü o iki işteydi. Akşama kadar neredeyse ara vermeden işine devam etti. Diğerleri ile öğlen yemeği yemek yerine, yeni evinde pişirmek için alışveriş yapmaya gitti. Hemen yokuşun sonundan mahallenin çarşısı vardı. Bir manav, eski bir bakkal, bir yufkacı, bir eczane, ve bir fırın. Belli ki Ertan bey her sabah bu fırından alıyordu simitlerdi. Biraz sebze ve meyve aldı kendine. Aslında mutfaktaki eşyalara pek bakmamıştı ama yemek yapmak için gerekli şeyler vardı herhalde. Biraz yağ, tuz, peynir, zeytin ve salça aldı, bir de su, çay, kahve ve biraz ekmek. Yokuşu eli boş inmişti ama yukarı çıkarken araba ile inmediğine pişman olmuştu. Kan ter içinde yokuşu çıkıp avluya girdi ve atölyeye girmeden arkaya dolanıp, aldıklarını yukarı çıkardı. Çıkmışken hızlıca mutfağı kontrol etti, şimdilik yetecek kadar eşya var gibi görünüyordu. Acıktığı için aşağı inmeden ekmeğin ucundan koparttı, tam ağızına götüreceği sırada çocukken ekmek kutusundan çıkarıp yediği kuru ekmekler geldi aklına, yutkundu. Annesinin buzdolabında var dediği yemekleri arardı saatlerce. Sultan hanım olmasa, çocukluğunu kuru ekmek kemirerek geçirecekti muhtemelen. Gözleri doldu, ekmeği boş yememek için bir parça peynir koydu ama ağzında büyüdü lokmalar. Dişini fırçalayıp indi yeniden atölyeye.
Sultan hanımı iki gündür aramıyordu, akşam evine çıktığında arayıp sesini duymak istediğini fark etti. Burada olmasını bile ona borçluydu. O olmasa şimdi belki de annesi gibi bataklığın orta yerinde olacaktı. Gerçek babası her kimse onu akıl sağlığı bozuk bir kadınlar bırakıp gittiği için asla affetmiyordu. Bir babası olması gerektiğini bile Sultan hanım ile tanıştıktan sonra anlamıştı. Aklında geçmiş, göz pınarlarında geçmişin saklı kalmış damlaları birikerek devam etti çalışmaya akşama kadar. Damlalar büyüyüp görüşünü engelleme başlayınca eliyle sildi onları. O sırada göz göze geldi Ertan beyle. Adam belli belirsiz gülümsedi bir şey söylemedi. O da işine döndü. Bu şekilde iş yerinde ağlamanın akıllı bir davranış olmadığını düşündü içinden, buraya henüz gelmişti, geçmişi kimse ile paylaşmak istemiyordu zaten. Ne diye şimdi aklının ona bunları sunduğunu hatırlayamadı önce sonra kuru ekmek geldi aklına yine. Tam girdabın içine sürüklenirken, toparladı kendini işini ve yukarıda gördüğü projeyi düşünmeye başladı.
Artık yeni bir yaşam alanı ve orada yapacağı işleri olduğu için kızlarla birlikte çıktı atölyeden o akşam ve hemen yukarı çıkıp mutfağa girdi. Kendine ait bu yerdeki ilk yemeğini yapacaktı. Amerikan mutfak olduğu için yemek kokuları evin her yanında dolaşabiliyordu. Yemek kokan bir evin yaşayan bir ev olduğunu düşündü ve gülümsedi. O içinde nefes alan insanların olduğu ama yemek pişmeyen bir evde büyümüştü. İlk yemek kokan evi Sultan hanımın eviydi.
(devam edecek)