Kimliksiz – Bölüm 14

Seval karanlık avlunun orta yerinde dikilmiş nasıl bir yere geldiğini anlamaya çalışıyordu. Hayalinde canlandırdığı atölyeye pek benzemiyordu burası ama Remziye hanım gönderdiğine göre de kötü bir yer olamazdı. Acaba yanlış yere mi geldim diye düşünerek telefonun ışığında adres yazılı kağıda bakmaya başladı ki, üst katta ışık yanan yerden gelen sesle başını kaldırdı.

“Kim var orada, bu saatte çalışmıyoruz!”

“Merhaba, Adım Seval! Remziye hanım gönderdi beni, doğru yerde miyim emin olamadım kusura bakmayın!”

“Sizi bu saatte beklemiyordum açıkçası, bir saniye geliyorum!” dedi balkondaki gölge ve biraz sonra avluda yankılanan ayak seslerinden sonra karşısında belirdi.

“Merhaba Ertan ben! Remziye hocam geleceğinizi söylemişti ancak şimdi açık değiliz, yarın sabah gelmeniz gerekiyor!”

“A tamam, ben sadece doğru yerden olduğumdan emin olmak istedim. Aramamak için, sabah yani.”

“Doğru yerdesiniz. Yarın görüşelim, atölye sekizde açılıyor!”

“Tamam!”

Ertan bey karanlık avluda kayboldu geldiği gibi. Seval Remziye hanımın yanına geldiğinde olduğu gibi kalacak yerin de burada olduğunu sanıyordu, dahası yeni patronun bir erkek olduğunu hiç aklına getirmemişti nedense. Adam zaten burada olduğu halde konuşmayı ertesi güne bırakmıştı.

“Belki de uygun değildi!” diye mırıldandı kendi kendine. İlk defa geldiği yabancı bir şehirdeydi, kimseyi tanımıyordu, kalacak yeri yoktu. Karanlık sokağa bakındı ne aradığını bilmeden. Bomboştu, çöpün yanına kavga eden bir kaç kedinin sesinden başka bir hayat belirtisi yoktu. Yokuşun üst kısmına doğru kıvrılan dar sokağı aydınlatan lambanın feri öyle azalmıştı ki, birazdan sönüp, tüm sokağı karanlığa gömecekmiş gibi duruyordu.

Arabanın kapısını açıp bindi. Kapıları kilitledi, koltuğunu arkaya doğru yatırmaya çalıştı ama arka koltuk kapanan atölyenin eşyaları ile dolu olduğundan fazla geri gitmedi. Remziye hanıma ve Sultan teyzesine merak etmemeleri için mesaj gönderdi. İkisi de bu gece sokakta kaldığını duysalar çok üzülürlerdi. O yüzden tersliklerden ikisine de bahsetmeye niyeti yoktu. Bir gece arabada uyuyabilirdi, Ahu ile büyüdüğü ev düşünülürse, araba da hiç fena sayılmazdı. Başını dayayıp gözlerini kapattı mecburen, bu saatte bilmediği kocaman bir şehirde kalacak yer aramak anlamlı değildi. Ertan beyle konuştuktan sonra bir çaresine bakmayı planladı. Uzun yol onu yormuştu boynunun ağrısı ile uyanana kadar derin bir uykuya daldı.

Uyandığında hâlâ geceydi. Başını çevirip aralık duran demir kapıya baktı. İçerideki ışık sönmüştü. Kim bilir belki Ertan bey yanından geçip gitmişti o uyurken. Boynunun ağrısı azalsın diye diğer tarafına döndü ve gözlerini kapattı yeniden.

Gözlerini yeniden açtığında saat altı buçuktu. Gün aydınlanmış, sokak gün ışığına rağmen akşamki kasvetli havasından pek kurtulamamıştı. Sanki gündüz olduğunu kimsenin anlamasını istemezcesine koyu renge boyamışlardı binaları. Kaldırım yoktu, asfalt kapı önlerine kadar gelmişti. Üst üste dökülüp durdukça kapı eşiklerinin hepsi asfaltın altında kalmıştı. Her binanın kapısı dün gece girdiği avlu kapısı gibi değildi. Bazılarının belli ki doğrudan binaya girişi vardı bu kapılardan. Kollarını iki yana açarak gerindi.

Tam sırada demir kapıdan birinin çıktığını farketti, karanlıkta yüzünü tam seçemese de bunun dün gece konuştuğu adam olduğunu saçlarından anladı. Uzattığı saçlarını bir lastikle tepesinden büküp toplamıştı. Yine Seval uyurken erkenden gelmişti demek. O başını çevirip bakınca Ertan bey de onu gördü ve arabanın yanına geldi. Seval camı indirdi hemen.

“Erken gelmişsiniz!”

“Siz de öyle!” dedi Seval.

“Simit almaya gidiyorum, çay demleyeceğim. Siz de ister misiniz?”

“Evet iyi olur kahvaltı etmedim.”

“Tamam siz içeri girin atölye alt katta, kapıları açtım, çayın suyunu da koydum. Çay hemen ocağın üzerindeki dolapta. Ben birazdan gelirim!”

“Tamam teşekkür ederim!” dedi Seval ve Ertan bey dönüp giderken, arabadan inip bir kez daha gerindi. Arka kapıyı açıp, bir kaç torbayı aldıktan sonra kapıları kilitleyip, avlu kapısından başını eğerek içeri girdi. Akşam karanlıkta göremediği avlunun üç yanındaki binaların tamamı dükkandı, dışarıdan göründüğü kadarıyla alt kattaki tüm dükkanlar birleştirilerek geniş bir alan yaratılmıştı. Orta taraftaki çift kanatlı kapıdan içeri girdi. Dışarının köhneliğinin aksine, içeride oldukça iyi makinalar, kaliteli kumaşlar vardı. Bir atölye olmasına rağmen hem çok düzenli ve temiz, hem de çok güzel dekore edilmişti. Elindeki torbaları gözüne kestirdiği bir yere bırakıp, paravanın arkasında gördüğü tezgaha doğru ilerledi. Tahmin ettiği gibi ocak ve çaydanlık buradaydı. Paravanın önüne hemen bir masa yerleştirilmişti. Anlaşılan ayrı bir oda olmayınca paravanla ayırıp kendilerine bir mutfak yapmışlardı. Kaynayan suyun altını kıstı ve Ertan beyin tarif ettiği yerden çayı aldı ve kafasına göre bir miktar çayı döktü demliğe ve demledi. Yeniden atölyeye dönüp makinaları incelemeye başladı. Hep çalışmak istediği nakış makinasının büyüğünü görünce hayranlıkla incelemeye koyuldu. O kumaşlara ve makinalara dalmışken Ertan bey geri geldi.

“Çay tamam!” dedi onu görür görmez.

“Nasıl buldunuz atölyemizi?”

“Gerçekten çok güzelmiş, dışarıdan hiç anlaşılmıyor böyle bir yer olduğu, gizli bir cennet gibi!”

Ertan bey gülmeye başladı bu söze, “Benimle çalışanlar buranın cennet olduğunu pek düşünmezler! Haydi mutfağa geçip kahvaltımızı edelim önce.”

“Tamam!”

“Pazarlı’dan geliyorsunuz değil mi siz de? Yani Remziye hocamın atölyesinde çalışıyordunuz”

“Evet”

“Atölyeyi kapatmasına çok üzüldüm gerçekten. O benim de hocamdı, bende o atölyede iş öğrendim.”

“Sahi mi?”

“Evet, ailem bu işin bir erkeğe göre olmadığını düşününce, mecburen ayrılıp buraya geldim. Küçük yerler farklı oluyor!”

“Remziye hocam çok başarılı olduğunuzu söyledi!”

“Evet, öyleydim ama bir şeyler ters gitti işte!”

Gülümsedi Seval bir şey söylemedi. Simidinden ısırdı bir parça. Karnı gerçekten acıkmıştı. Ertan beyle aralarında pek bir yaş farkı olduğunu sanmıyordu, en fazla yedi sekiz yaş ya vardı ya yoktu. Başarıya ulaşıp, tükenip yeniden başlamak için oldukça genç sayılırdı aslında ama bunun tatsız bir hikaye olduğunu fark ettiği için bir şey sormadı. O da hayatının tatsız kısımlarını konuşmaktan hoşlanmıyordu.

“Önce temel işlerle başlatacağım sizi, belki biraz sıkılacaksınız bildiğiniz şeyler olduğu için ama düzeni anlamanız için böyle olmasını uygun gördüm.”

Seval biraz bozuldu bu söze, şef olarak ayrılmıştı diğer atölyeden, temel işler ile kastedilenin angarya ve basit işler olduğunu bilecek kadar tecrübesi vardı.

“Anlıyorum!” dedi nazik bir sesle, “Hayır diyecek durumu yoktu şimdilik!”

“Benimle uzun yıllardır çalışan elemanlarım var, onları tedirgin etmenizi istemiyorum. Burada yeniden yükselmeniz gerekiyor! Geleceğiniz yeri hakkettiğinize hepimiz ikna olmalıyız!”

“Evet, elbette!” dedi Seval canının sıkıldığını belli etmeden. Atölyedeki kızlar arasında nasıl rekabetler olduğuna şahit olmuştu daha önce. Adam haklı olabilirdi onun hoşuna gitmese de. Tam kalacak yer konusunu açacaktı ki, çalışan kızlardan ikisi kapıdan girdi. Patronlarının yanında sabahın köründe bir başka kadın görünce kıkırdadılar.

Ertan bey ciddileşti hemen, “Bunlar Gülizar ve Neşe, hanımlar Seval hanımda yeni elemanımız!”

“Yeni eleman mı?” dedi Gülizar onu baştan ayağı süzerek.

“Ne iş yapacak?” dedi Neşe’de hemen.

“Bizimle çalışacak, şimdilik temek işlerle başlamasını istedim kendisinden. Ancak size daha önce geldiği atölyede şef olarak çalıştığını söylemek isterim. Bir acemi ile karşı karşıya değilsiniz!”

“Göreceğiz!” diyerek kıkırdadılar kızlar ve kendi çalışma alanlarının başına geçtiler.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s