Dilan, Galip’ten önceki hayatını fazla hatırlamıyordu artık. Ailesi ölmüştü, soranlara öyle diyordu. Annesi, babası, kardeşleri, kocası hepsi ölmüşlerdi. Seval ile ikisi vardı sadece. Kimseleri yoktu başka. Galip onu sorar soruşturur bulursa diye adını da Ahu olarak değiştirmişti. Pek beğenirdi Ahu adını nedense. Hep çok güzel bir kadın gelirdi gözünün önüne Ahu deyinde. Peri gibi, uzun saçlı, neredeyse ışıldayan bir kadın. Aynanın karşısına geçip kendi adını tekrarlamaya başladı. Böylece bu ada alışacak, diğerini unutacaktı.
“Ahu!” diyordu şuh bir sesle kendine bakarak. Bebeği evde bırakıp çıkıyordu çarşıya pazara, saçını başını iyice tarıyor, kalan parayla aldığı makyaj malzemelerinden sürüp sürüştürüyordu. Bir ahuydu o ne de olsa, kucağında bir çocukla ahu olunur muydu hiç? Galip de bir ahu kadar güzel olduğu için aşık olmuştu ona. Zavallı Galip, onun güzelliğinden aklını kaçırmıştı sonunda, başkaları onu elinden almak istediği için bir eve kapatmıştı onu, bir kadınla ama kaçmış kurtulmuştu o. Delirmiş bir adamla çocuk büyütülür müydü hiç. Salına salına gidiyor, salına salına geliyordu.
Parasının üzerini bir bankaya yatırmıştı. Kötü günler için paraları olması gerekiyordu. Tabi birazı ile bebeğe ve kendine yeni giysiler almıştı. Bir işe girip çalışmak istiyordu. Bakkal ona bir büro da sekreterlik işi olduğunu söylemişti sırıtarak. Fena bir adam değildi bakkal, tabi güzelliğine zor dayanıyordu Ahu’nun ama o alışıktı erkeklerin ona hayran olmalarına. Bir kez dükkanın arkasına çağırmıştı Ahu’yu ama o gitmemişti. O kadar salak değildi. Bir bakkalın kapatması mı olacaktı bu güzellikle. Çok beklerdi o orta yaşlı şaşkın bakkal. Büro işine gidecekti o, sekreterlik ile başlayıp nerelere gelebilirdi kim bilir.
“Bir kızınız mı var!” dedi gittiği bürodaki adam.
“Evet küçük bir kızım var, daha bebek!” dedi Ahu gülümseyerek.
“Ona kim bakıyor peki, ikide bir çocuğu bahane edip izin almazsın herhalde!”
“Evde o! Duruyor kendi!”
“Nasıl duruyor?” dedi adam şaşkın şaşkın.
“Bırakıp çıkıyorum işte, bir yere gidemiyor ki zaten çok küçük!”
“Anladım” dedi adam yüzündeki tuhaf ifade silinmeden. Aslında beğenmişti kızı, tecrübesi yoktu ama işveli bir şeydi belli ki. Yine de bu çocuk meselesi tuhaftı biraz, “Ararız biz seni!” diyerek yolladı kızı, ortağına ” Delinin birini başımıza bela edinmeyelim!” dedi gülerek, “Bebeği evde bırakıp çıkıyorum diyor baksana, yanmış kafa belli!”
Bir kaç gün bürodan kimse aramayınca, telefon etti eski Dilan, yeni Ahu büroya. Bu kez adamın ortağı çıktı telefona.
“Ararız dediniz ama aramadınız!” dedi sitem dolu bir sesle.
“Ahu hanım siz misiniz?”
“Evet benim!”
“Ortağım sizi arayacaktı unutmuş demek. Aslında bensizi çok beğendim.”
Kıkırdadı Ahu “Tabi beğenirsiniz Ahu’yum ben!” dedi kıkırdamaya devam ederek.
“Aslında sizinle bir gün buluşabiliriz belki, yüz yüze konuşuruz bu sekreterlik işini olmaz mı?”
“Tamam”
“Ben gelip sizi alırım evinizden belki, hem evi de öğrenirim. Aileniz falan yokmuş zaten öyle değil mi?”
“Yok, kızla beniz işte!”
“Tamam sizi yakından tanımak istiyorum açıkçası, sohbet eder içeriz biraz!”
“Ben çok güzel meze yaparım aslında!”
“A sahi mi, dışarıya çıkmayalım evde mi takılalım yani?”
“Olur gel sen bize bu akşam”
“Bu akşam mı?” dedi adam heyecanla
“İstersen yarın gel!”
“Yok bu akşam gelirim ben, adres iş başvuru formunda yazıyor!”
“Tamam! İçki al ama ben alamam!”
“Alırım tabi!”
Faruk telefonu kapatıp pis pis sırıtmaya başladığı sırada girdi ortağı içeri, “Hayırdır ne iş becerdin gene?”
“Şu geçen gelen çatlak sekreter kız vardı ya?”
“E ne olmuş ona?”
“Ona gidiyorum bu gece içeceğiz!”
“Oğlum bu kız sağlam gelmedi bana, emin misin?”
“Haydi kıskanma! Yenge bekler seni evde! Yarın anlatırım!”
Faruk her ihtimale karşı hava karardıktan sonra gitti gecekonduya, kapıyı çalmadan açık pencerelerden içeriyi kontrol etti. Sahiden sedirde yatan bebekle, kızdan başka kimse yoktu içeride. Gidip kapıyı vurdu.
“Amma geç geldin ya, soğudu her şey!” dedi Ahu. Galip’in ona aldığı kırmızı bluzu giymişti üzerine. Galip’in bu bluzla onu gördüğünde nasıl çıldırdığını hatırlıyordu. Faruk sırıta sırıta girdi içeri. Masanın üzerinde iki tabak, bir parça peynir, biraz domates salatalık, biraz yoğurt vardı.
“Mezeler dolapta mı?” diye sordu.
“Masa da ya kör müsün?”
Adam yeniden döndü baktı masaya, “Bunları sen mi yaptın?”
“Senin için mutfaktan çıkmadım bütün gün? Beğenmedin mi?” dedi Ahu kırıta kırıta.
Faruk kızın tam olarak ne kadar sıyırmış olduğundan emin olamıyordu ama umurunda olan kızın kafasının içindekiler değildi zaten. Yanına gidip Ahu’nun ellerini tuttu ve dudaklarına götürdü.
“Bu ellerle mi yaptın?”
Seval beş yaşına geldiğinde, Faruk’un üzerine en az on erkek arkadaşı daha olmuştu Ahu’nun. Güzelliği ve hamarat oluşu ile erkekleri baştan çıkardığına inanıyordu. Seval’i evin tek odasına kapatıyor, akşama kadar televizyonun çektiği tek kanalı seyrettiriyordu. Moda ve dikiş kanalı. Zavallı çocuk doğru dürüst dışarıyı da görmediği için evin içine olan her şeyi normal sanıyordu. Sana harika kıymalı börek yaptım diyerek annesinin önüne koyduğu kuru ekmekleri geveliyor, aklına eserse yaptığı tuhaf çorbalarından içiyordu. Her akşam sevgilileri geliyordu eve. Seval erkenden uyuyordu zaten. Yatağı salona taşımıştı. Kızın kapısını kilitleyip sevgilileri ile vakit geçiriyorlardı. Adamların içinde hallerine acıyanları da çıkıyor, eve, üstlerine başlarına bir şeyler alıyorlar, Seval’e de çikolata, oyuncak getirenler oluyordu. Bütün mahalle öğrenmişti Ahu’yu. Deli olduğunu, erkeklerle düşüp kalktığını biliyorlardı. Mahalleden de peşine düşenler olmuştu. Ahu öyle herkesi beğenmiyordu. Paralı erkekleri seviyordu. Daha doğrusu onu gezdirip, yedirip içirenleri. Bazen üç dört gün Seval’i evde bırakıp çekip gittiği oluyordu. Kızın evdeki kıyafetleri kesip televizyonda gördüğü şeyleri yapmaya çalıştığını görünce ona makas, iğne iplik almıştı. Söküğü, yırtığı bile dilebiliyordu çocuk. Dışarı neredeyse hiç çıkmadığı için mahalleli evde bir çocuk olduğunu bile fark etmemişti. Kendince bulduğu zengin adamların çoğu aynı zamanda belalı tipler de olduğundan kimse ona bulaşmıyordu artık. Baştan herkese kırıttığı için umutlanmışlardı ama sonra bir kaçını sevgililerine şikayet edip dövdürünce ondan uzak durmaya başlamışlardı. Bakkal da silahlı tehdit almıştı kızı sürekli dükkanın arkasına çekmeye çalıştığı için.
“Beni sıkıştırmak istiyor, oramı buramı elliyor!” demişti Ahu sevgilisine, adam neredeyse üzerindeki bornozla fırlamıştı bakkala kadar elinde silahla. Bakkalın ödü patlamıştı adamı karşısında görünce. O günden sonra Ahu’nun sevgilim ödeyecek diye yazdırdığı her şeyi ikiletmeden vermişti. Sahiden de sevgilileri mutlaka gelip ödüyorlardı aldığı her şeyi. Bakkal, kasap mahallenin tüm esnafı tanıyordu onu. Hepsinde veresiyesi vardı. Hepsi ya dayak yemiş, ya da tehdit edildiği için bacım diye hitap ediyorlardı onu gördükleri zaman. Ahu çok memnun oluyordu onların hallerine, iyice kırıtıyordu dükkanların önünden geçerken, kim bilir nasıl içleri gidiyordu adamların diye gelip eğleniyordu evde.
Evde olduğu zamanlar kızını sarılıp öpüyordu günde bir kere, o kadar iyi ve güzel bir annesi olduğu için ne kadar şanslı bir çocuk olduğunu anlatıyordu ona. Ona tüm bu konforu sağlamak için ne fedakarlıklara katlandığını anlatıyordu.
(devam edecek)