“Sizin bu kızı nasıl hırpaladığınıza da şahit bütün apartman! Zavallının çığlıkları böğürtünüzün arasında kayboluyor!” dedi Erhan işin şova dönmeye başladığını anlayınca. “Kızınızı bir hastanede çalışıyor bilmeden etmeden saldıracağınıza, hiç sordunuz mu ne işim vardı benim orada? Hastaneye gitmiştim ben beyefendi, kızınıza değil. Kızınızla bir tanışıklığım merhabam bile olmadı bu güne kadar! Apartmanda görünce kafasını çeviriyor kızınız sizden korkusuna muhtemelen, selam vermiyor!”
“Kafeterya da mı muayene oluyordunuz acaba?” diyerek Mustafa babasından güç alıp arkalardan öne gelip dikildi Erhan’ın karşısına.
“İnsan hastayken gittiği hastanede bir komşusunu görünce destek hissediyor, bir merhaba diyor ama siz insanlıktan pek nasibinizi alamamışsınız görünüşe göre!” dedi Erhan, Kemal beye gözlerini dikerek.
“Bana baksana sen babamla ne biçim konuşuyorsun hayvan oğlu hayvan!” diye atıldı Mustafa bu sefer.
“Sen hiç konuşma bu kızı hırpalasın diye babanı nasıl kışkırttığını ben duyuyorum evimden, hepiniz suçlusunuz. Ne biçim ailesiniz siz böyle? Hepiniz bir olmuş kuş kadar kıza çullanmışsınız! Bir tanıdığına rastlayamaz mı bu kız? Bu apartmandan biri gitse hastaneye yardımcı olmayacak mı?” dedi Erhan’da bu sefer seyircilere oynayıp.
Apartmandakiler uğuldamaya başladılar yeniden. Öyle ya içlerinden biri tanıdığı var diye o hastaneye gitse kızcağızla iki konuşsa olay mı çıkaracaktılar böyle, o zaman ne işi vardı kızın evin dışında, odaya kapatıp üzerine kilidi vursunlardı.
“Anası da böyleydi bunun sen karışma bizim iç meselemize!” dedi Mevhibe hanım gaza gelip.
Apartmanda eskiden beri oturan herkes tanıyordu zaten Sevil ve annesini. Kadıncağızın nasıl edepli, içine kapanık olduğunu görmüşlerdi, Kemal beyin üzerine kuma getirip oğlan doğurdu diye nikahını Kevser hanıma verdiğini de biliyorlardı. Yusuf’un karısı temizliğe gittiği herkese anlatmıştı güzelce. Mevhibe hanımın çenesi durmamış erkek torunu olunca gerine gerine anlatmıştı kadına eve temizliğe geldiğinde. O da ağzında lafı tutmamış gittiği her eve deyivermişti olanları. Hastalandığında yaşadıklarını da biliyorlardı kadıncağızın, kızından başka ilgilenen olmamıştı. Konu buraya gelince deminden beri uğultu ile dedikoduya dalanların sesi kesildi birden. Erhan apartmanla hiç ilgisi olmadığı için bilmiyordu yaşanılanları, kimse de gelip ona bir şey anlatmazdı zaten. O yüzden kadın konuşunca diğerlerinin sessizleşip neden geri çekildiklerini anlamadı ama bu durumu lehine kullanabileceğini fark edip konuşmaya başladı yeniden.
“Eğer bu daireden veya burada olmayan ailenizden herhangi biri bir daha bu kıza elini sürecek olursa, ben yan daireden bu kızın bir hıçkırığını duyarsam hiç durmam polisi ararım. İşte buradaki tüm apartman sakinleri şahidimdir.” dedi tehditkâr bir tonlamayla.
Sevil daha şiddetli öğürmeye başladı bu sefer. Olan ona oluyordu giderek, şimdi de herkese rezil oluyordu zavallı.
“Kimsin sen lan!” dedi Mustafa tükürür gibi babasının elinden kurtulup, Erhan’ın arkasına hamle yaptı kızı çekip almak için. Onun da babası gibi kısaydı boyu, Erhan bedeniyle geçti önüne vermedi Sevil’i. O hızla dönünce kızda arkasında savruldu dengesi bozuldu. Erhan onun hem ruhsal hem de fiziksel olarak çok hırpalandığını düşündüğü için nazikçe dönüp ön tarafa geçirdi, babası Mustafa’yı yeniden geri çekince. Şu an can güvenliği apartmana rezil olmaktan daha önemliydi. Yine nazikçe eliyle Sevil’in çenesini tutup başını kaldırdı. Dairenin içinden vuran ışık kızın yüzünü aydınlattığına yüzünün geldiği hâl daha net görününce kalabalıktan yeniden bir uğultu yükseldi.
Kemal bey yeniden hamle yapmak üzere olan oğlunun koluna yapışıp içeri soktu hemen.
“Kapıya çarptı yüzünü, söylesin kendi!” dedi hırsla Erhan’a dönüp, sonra da alev saçan gözleriyle Sevil’e bakmaya başladı, “Söylesene kız olanları!”
Sevil’i onlardan korumak için göğsüne çekti Erhan yeniden, Kemal bey iyice dellendi kızını adamın kollarında görünce. Oysa zavallı kız neredeyse kendinden geçmişti artık, ne yüzünü apartmana gösterildiğini, ne babasının hamlelerini hissedemiyordu. Erhan onun bayılmak üzere olduğunu hissettiğinden kolunu kızın beline dolamış daha sıkı tutuyordu şimdi.
“Gözümüzün önünde yumuluyorsun lan sen kıza! Ne belli bunları senin yapmadığın?” diye bir hamle yaptı Mevhibe hanım bu defa çaresizce, seyirci olması işleri daha da karmaşık bir duruma sokuyordu.
“Puh vallahi! Kocaman kadınsın, kızın halini görmüyor musun?” dedi komşulardan biri, konu serseri Erhan’ın maceraları olmaktan çıkmıştı artık. Toplumun kanayan yarası olan kadına şiddet konusu öne çıkınca, hepsi taraf değiştirdi, “Biz de duyuyoruz bu zavallının çığlıklarını ama ben bu kadar hırpaladığınızı düşünmemiştim doğrusu, ne hale gelmiş yavrucak!”
“Ver kızımı da çek git evine!” dedi Kemal bey dişlerinin arasından Erhan’a doğru bir adım atıp.
“Vereyim de öldür içeri girince! Polis çağıracağım şimdi ve gelip zabıt tutacak!”
Mevhibe hanım yeniden hareketlenince, Kemal bey bu kez döndü “Anne geç içeri artık!” diyerek önüne geçti kadının konuşmasının. Yaşlı kadın komşulardan duyduğu lafların üzerine bir de herkesin içine oğlundan zılgıtı yiyince dönüp girdi içeriye, son anda durup “Kız dikilme sende gir içeri!” diye bağırdı gelinine.
Kevser de, herkesin önünden bağırılmasına bozuldu ama bir şey deyip apartmana daha fazla rezil olmamak için oğlunu da çekiştirerek girdi içeri salona kapısını da kapattı. Kimsenin hedefi olmamak için ağzını bile açmamıştı bu sahneler yaşanırken. Sevil’e yapılanlar, kayınvalidesi ile kocasının tavırları onu da mağdur gösterir diye düşünmüştü. Olur yarın bir gün sorun yaşarsa kendisinin de çektiğini ama ses çıkaramadığını kullanabilirdi. Aptal değildi o Sevil’le anası gibi. Aptal olsa zaten nikahın da kocanın da sahibi o olmazdı şimdi. Kocasının gönlünü hoş edip her istediğini yaptıracak kadar aklı çalışıyordu çok şükür.
Apartmandaki herkes de iki yüzlüydü Erhan’a göre, bu dairede yaşanılan şiddeti onun duyduğu kadar alttaki, üstteki, diğer yandaki ve koridordaki herkesin duyduğuna emindi. Kemal bey akşam eve geldiği için herkesin evde olduğu saatlerde hırpalıyordu zavallıyı. Her gün olmasa bile hafta iki gün dayak yiyordu bu kız mutlaka. Bir Allah’ın kulu da ne oluyor demiyordu? Aile içinde oldu mu şiddet, karı-koca, ebeveyn-çocuk fark etmez insanlar aile meselesi, özel mesele diye bakıyordu nedense. İlla üçüncü kişilerden mi şiddet görmek gerekiyordu çevrenin vicdana gelmesi için. Dışarıdan ya da içeriden ne fark ediyordu gerçekte. Kurban aynı olduktan sonra tokadın kimden geldiği neyi değiştiriyordu? Sadece tokat değil psikolojik işkence de vardı yanında. İstatistikler aile içi şiddettin sokakta görülenden çok daha sık ve yüksek olduğunu gösteriyordu zaten ama ne kurban şikayetçi olabiliyor, ne de birileri kurtarmaya soyunuyordu. “Kol kırılır yen içinde kalır!” diye atasözü olan bir millet sözdeki mecazı anlamayıp, fiziksel şiddet için uyguluyordu belli ki.
Kocanın veya ebeveynin hakkı vardı sanki elinin altında gücünün yettiği herkese işkence uygulamaya. Tıpkı toplumlarda olduğu gibi gücü elinde tutan hükmediyor, zulmediyordu aile içinde de. Bunu da hak görüyor, gösteriyordu üstelik. Oysa güç sahibi zayıfları korumalı, mağdura el uzatmalıydı güya, tam tersi oluyordu ne yazık ki, güç ister fiziki olsun, ister mevki, ister maddi daima kendinden zayıfları sömürmek ve ezmek için kullanılıyordu. İşin garip tarafı destek buluyordu böyle davranışlar, neredeyse alkışlanıyordu. Güce hizmet etmek bir şekilde işlemişti insanların içine, bu çarkın içinde neye dönüşüp, neye hizmet ettiklerini görmüyorlardı. Toplumun en küçük birimi aile de yaşanılanlar her şeyi ortaya koyuyordu zaten.
(devam edecek)