Diyar apartmanı oldukça iyi bir semtteydi, bina da oturan otuz dairenin de maddi durumu kötü sayılmazdı. Hatta çoğunun ortalamanın üzerinde olduğu bile söylenebilirdi. Erhan kendine bir bira açıp, sırtını Sevil’in odasının duvarına dayayarak yere oturdu. Arada bir kısa bir hıçkırık ya da inleme duyuluyordu ama öyle yüksek sesli değildi. Sevil hayatındaki her şey gibi canı yandığında bile sesini bastırmayı öğrenmişti. Eğer yüksek sesle bağırıp ağlamaya devam ederse Kemal bey hırsını alamıyor gelip kızı hırpalamaya devam ediyordu.
“Okusun diye tutturdun bu kızı başına iş açacak yakında!” dedi Mevhibe hanım Sevil odasına gidince.
Kevser hanım hâlâ gidebileceklerini düşündüğü için kocasının koluna yapışıp kapıya doğru çekiştirdi.
“Haydi Kemal!”
Mustafa’da ısrara başlayınca, Kemal bey oğluna karşı zaafını hemen gösterip yumuşadı ve hiç bir şey olmamış gibi dünyasını başına bir kez daha yıktığı kızını geride bırakarak çıkıp gitti evden. Mevhibe hanım da içeride ki kendi torunu değil de herhangi bir eşyaymış gibi açıp dizilerine bakmaya başladı.
Erhan böyle şeylerin fakir ve cahil mahalle veya köylere olduğunu düşünürdü hep. O da iyi bir ailede büyümüştü. Babası ve annesi eğitimli ve kültürlü insanlardı. Erhan’ın da iyi bir eğitim alması için uğraşmışlardı. Sevgi dolu değillerdi ama en azından bir çocuğun yetişkin olduğunda toplumda değer görmesi için gerekli tüm fiziki koşulları sağlamışlardı. Her zaman cebinde parası, etrafında arkadaşları olan bir çocuktu. Bu karşı dairedeki aile gibilerini gazeteler, televizyonlar ya da insanların anlattıklarından duyardı üniversite yıllarında. Staj için girdiği avukatlık bürosunun sahibi Eser beye arada bir şiddetli geçimsizlik diye başvuran kadınları görürdü, hikayelerini dinlerdi. Fakir mahallelerden gelirlerdi hemen hepsi. Avukat parasını ödeyecek hali bile yoktu çoğunun. Eser bey yine de parayı düşürür alırdı onların davalarını. Bir çoğunun boşanmanın ardından öldürüldüğünü duyarlardı. Ayrılan kocalarının hışmına uğrar ya da nikahları kalmadığı halde eski kocalarından sokak ortasında dayak yerler karakolluk olurlardı. “Fakirlik ve cehalet kolkola gezerdi eskiden” derdi Eser bey “ama şimdi paralı cahiller sardı dört bir yanımızı!”
Amacı boşanma davaları olmadığı halde bazı dosyaları Erhan’a verirdi. Stajyer olduğu için bu dosyalardan para almasına da izin vermezdi.
“Bunlar senin cebini değil, bilgini artıracak!” derdi. Böyle başlamıştı bu davaları almaya, stajını tamamlayıp bir avukatlık bürosuna girdiğinde insanlar birbirlerine bahsettiklerinden gelip onu buluyorlardı. Ücretsiz insanlara yardım eden boşanma avukatı olarak adı duyulmuştu bir anda belli bir kesimde. Büroda bu ücretsiz alınan davalara pek sıcak bakmıyorlardı. O böyle yaptıkça diğer müşteriler de benzer beklentilere giriyorlardı. Bürodakilerin baskısına dayanamayınca ihtiyacı olan insanlara sırtını çevirmektense bürodakilere sırtını çevirip ayrıldı yanlarından.
Anne ve babası da onun bu seçimini anlayamadılar. Yıllarca onca eğitim alıp, kendi alanındaki davalarda başarılı bir avukat olmaya az kalmışken, neden bunlarla vakit kaybediyordu. Hayır için senede bir iki dava alabilirdi elbette ama Erhan gelen kimseyi geri çevirmiyordu. Asansörde Sevil’in yüzündeki morlukları hemen farketmesi de zaten bu tür yaşamlara daima yakın durduğu içindi. Bir kadının vücudunun görünen yerlerinde hiç morluk olmasa bile bakışlarında görebiliyordu artık şiddetin izlerini. Şiddet her zaman fiziksel olarak gelmiyordu zaten, çoğu zaman psikolojik şiddete maruz kalıyorlardı kadınlar ve çocuklar. Fiziksel acıdan fazlasını yansıtıyordu yüzlerine bu tür şiddet. Şiddete yönelen adamların veya kadınların gözlerini de tanıyordu. Yüzlerinde arsız ve duygusuz bir ifade ile konuşmalarını, beden dillerini öğrenmişti.
Sevil’in bu karşıdaki adamın kuması olabileceğini düşünmüştü. Evde yetişkin bir kadın daha olduğunu görmüştü daha önce, bu yaşta bir kız ya kuma ya da evin kızı olabilirdi. Gerçi diğer kadınla adamı el ele falan görmüştü ama bu kızla neredeyse hiç yan yana görmemişti. Bir de her tıkırtıya kapı arkasına dikilen hatta arada bir kapıyı aralayıp bakan bir de yaşlı kadın vardı içeride. Erhan onun kapının arkasında olduğunu kapının gözetleme deliğine düşen gölgesinden ve ayak seslerinden anlıyordu. Boş bir torbanın içine aceleyle konmuş bir parça çöpü kapı önüne çıkartıyormuş gibi yaparak kapıyı açtığı zamanlarda görmüştü onu. Belli ki delikten bakmak her zaman kesmiyordu merakını.
Bir tane birayı içtikten sonra da kalkamadı yerinden, yasalara başvurduklarında mağdurların yanında olabiliyordu ama durup dururken kimsenin kapısını çalıp içeridekileri kurtaramıyordu. Daha önce de karşı daireden sesler gelince hissetmişti bunu ama bu defa gözleri ile görünce iyice kötü olmuştu içi. Sırtını duvara dayamış otururken bugüne değin gördüğü yüzler gözlerinin önünden geçtiler tek tek. Sonradan öldüğünü duyduklarının yüzlerini daha beyaz hatırlıyordu nedense. Sıkıntıyla kollarını gerince eli biten şişeye çarptı ve şişe parkenin üzerinde yuvarlandı bir süre.
Sevil şişenin sesine irkildi olduğu yerde. Sonra karşı daireden geldiğini anlayınca yeniden sızlayan etlerini hissederek ağlamaya başladı. Bir erkek çocuk doğuramadığı için annesi daima horlanmıştı bu ailede. Kevser hanımın yeri sağlamdı o yüzden. Babaannesinin deyimiyle koç gibi bir oğlan doğurmuştu Kemal beye. Oysa Sevil cılız işe yaramaz bir kız çocuğuydu her zaman. Çoktan kocaya verilmiş ve çocuk doğurmuş olması gereken bir asalak. Annesi hasta yatağında babasına yemin ettirdiği için nasıl olmuşsa Kemal bey bozmamıştı sözünü. Kevser hanımı getirip kadının nikahını aldıktan sonra hastalandığına vicdan yapmıştı belli ki, kendince böyle ödemişti günahını.
“Bu da anası gibi oğlan falan doğuramazsa getirir bırakırlar kapıya!” diyordu Mevhibe hanım. Annesini sevmediği gibi, Sevil’i de hiç sevmiyordu nedense. Sadece kız olduğu için değil zamanında Kemal beyin annesine olan ilgisini kıskandığı için de sevmiyordu diye düşünüyordu Sevil. Annesi ilk evlendiklerinde Kemal beyin ona çok iyi davrandığını anlatırdı ara ara. Sonunda Kemal bey annesinin gazına gelmiş karısına duyduğu tüm ilgiyi kaybetmişti Sevil doğduktan sonra. Bunun için de zaman zaman suçluluk duyuyordu Sevil, eğer erkek olmuş olsa annesi şimdi evin tek kadını olarak hayatta olacaktı belki.
“Amma saçmaladın!” demişti Derya arkadaşının düşüncesini duyunca, “Kusura bakma ama senin baban da babaannen de karaktersizmiş aynı eniştem gibi! Sana bir şey söyleyeyim mi gelenek göreneklerimiz iyi hoş ama bu kadarı değil! Annene ettikleri yetmemiş ondan doğdun ve hemcinsisin diye seninle devam ediyorlar eziyete! Sanki kadın seni çeyizine koyup getirdi.”
Gülmüştü Sevil Derya’nın bu sözlerine, acı acı, kendi yaşamı ile alay ederek gülmüştü. Haklıydı kız.
Ertesi gün Derya’nın verdiği fondötenle zor kapatmıştı yüzündeki morluğu Sevil, dudağının patlayan kenarı şişmişti kocaman. Derya neredeyse çığlık atıyordu onu görünce.
“Akşam yüzünden mi oldu bunlar?”
“Banyoda düştüm desem inanacak mısın?”
“Hayır! Gel buraya!” diyerak arkadaşını kendine çekip sarıldı Derya, gözleri dolmuştu. Akşam ısrar ettiği için kendini çok berbat hissediyordu şimdi.
(devam edecek)
Teşekkür ederim
BeğenLiked by 1 kişi