Deniz’in elleri titremeye başladı yeniden. Bunca yıl sonra hırsa kapılıp söyleyivermişti gerçeği. Tek gerçek Erdem’in yeğeninin babası olması değildi. İyi mi yaptı kötü mü yaptı diye düşünüp sakinleşmeye çalışırken bilinmeyen bir numaradan arandı yeniden. Derin bir nefes alıp açtı telefonu.
“Deniz hanım, Erdem ben!” dedi karşıdaki ses, ciddi ama ağlamaklı çıkmıştı adamın sesi.
“Merhaba!” diyebildi Deniz. Onları nasıl bir şoka soktuğunu anlıyordu ama laf ağızdan çıkmıştı bir kere. Gerek var mıydı bunca yıl sonra bunu söylemeye diyordu kendi kendine bir yandan. Kimse mükemmel değildi sonuçta.
“Ben Öktem ile şimdi konuştum. Bu ana kadar sizinle hep o konuştu ve ben hepimizi korumak adına geri çekilmeyi tercih ettim. Bunun saklandığım veya oğlumdan utandığım gibi bir anlama gelmediğini bilmenizi isterim öncelikle. Ancak az önce duyduklarımdan sonra, bir işe yaramayacağını ve hiç bir şeyi düzeltmeyeceğini bilsem de ablam adına sizden özür dilemek istedim. Bizzat!”
“Bakın ben yıllar sonra ablanız ile sizin aranızı bozmak istemiyorum!” dedi Deniz sesi titreyerek.
“Merak etmeyin bozmuyorsunuz. Ablamı üç yıl önce kaybettik!”
“Ah ben ne diyeceğimi bilmiyorum!”
“Oğlumu tanımama izin vermeniz büyük bir nimet benim için bunun dışında bir konu hakkında konuşmak hepimizi üzecektir. Size bu dahil pek çok özür borçluyuz. Zamanla telafisi olmasa da hayatlarınıza olumlu katkılar sağlayarak yanınızda olacağımızı göreceksiniz. Gerekirse ikinizi de hiç görmeden uzaktan!”
“Teşekkür ederim. Tunç’un hayatını garanti altına almak benim için çok önemli!”
“İnanın o diğer iki çocuğumdan farklı değil benim için! Kaçırdığım yıllar var ama yine de onu bu yaşında bulmuş olmak tahmin edemeyeceğinzi kadar değerli. Mercan için de çok üzgünüm.”
“Sağolun!”
“Ben uygunsanız gelecek hafta pazartesi günü, yani üç gün sonra oğlumu görmek isterim. Yeri ve zamanı siz seçebilirsiniz. Bana oğluma kim olduğumu söylememi isterseniz ona uyacağım.”
“Pazartesi mi?” dedi Deniz paniklemişti birden, “Şey beklemenin bir anlamı yok tabi aslında. Tunç okula gidiyor.”
“Okuldan sonra olur mu?”
“Evet olur, eve gitmeden sizinle buluşuruz. Siz de evinize geç kalmamış olursunuz!”
“Tamam, bana değil ama Öktem’e konum atarsanız sevinirim.”
“Tabi, tabi atarım.”
“Görüşmek üzere Deniz hanım”
“Görüşmek üzere!”
Deniz telefonu kapattığında iyice şoka girmişti. Erdem’in kardeşi ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı ortadaydı konuşmalarından. Onların da ablaları ölmüştü demek. İki ablanın almış olduğu kararlar kardeşlerinin ve ailenin hayatlarını değiştirmişti doğrudan. Değiştirmeye de devam ediyordu. Bir çocuğu babasız, bir babayı çocuğundan, bir kadını sevdiği adamı çocuğundan ayırdığından habersiz bırakmışlardı. İki ablanın kardeşleri yıllar sonra yeniden karşılaşmış, gerçekler açığa çıkıvermişti. Belki de Deniz ta o zamanlar ablasına verdiği sözü dinlemeyip, Erdem’i bulup konuşsa bu gün bambaşka şeyler yaşıyor olacaklardı. Belki Mercan hayatta olacak. Tunç Deniz’in yeğeni olarak kalacak ve belki bu akşam Deniz onların evine yemeğe gidiyor olacaktı. Ve belki hâlâ sağlık durumu iyi değil dedikleri kadıncağız yani Erdem’in karısı, kendini gerçekten seven daha da doğrusu sadece onu seven bir adamla evli olacaktı. Hoş o bunların hiç birini bilmediğinden en şanslıydı aralarında. Sevdiği adamla evlenmiş ve iki çocuk sahibi olmuştu. Olan zavallı Mercan, Deniz ve Tunç’a olmuştu.
Şimdi olmuştu, olacaktı, olsaydı kısmını bırakıp pazartesiyi nasıl planlamaları gerektiğini düşünmesi gerekiyordu. Okul sonrası Tunç’a biri ile buluşacaklarını söylese cin gibi çocuktu bir adamla buluştuklarını görünce bir dolu soru soracaktı. Daha önce hiç görmedikleri, konuşmadıkları bir adamlar bir yerlerde oturacaklardı. Belki de sormayacaktı ama sonrasında yeniden görüşme olursa o zaman annesi ile adamın arasında bir şey olduğunu düşünebilirdi. En iyisi bu ilk buluşma için rastlamış gibi yapmaktı aslında. Okuldan sonra dışarıda atıştırmayı önerse Tunç hemen kabul ederdi nasılsa. Erdem beye de yemek yedikleri yere gelip tesadüf etmişler gibi davranmasını söyleyebilirdi. Bir kez tanıştıktan sonra belki Tunç onunla yeniden görüşmek ister, belki de istemezdi. Acaba bilmese de ona karşı bir çekim hissedecek miydi? Ya da Erdem bey evdeki çocuklarına hissettiğini hissedecek miydi oğluna karşı? Mercan’dan sonra evlendiğine göre Tunç diğer kardeşlerinden büyüktü. Babası ile böyle gizlice buluşurlarsa kardeşleri ile hiç tanışma fırsatı olmayacaktı.
“Acaba iyi yapmadım mı?” dedi kendi kendine, sakinleyen ve nihayet bir düzene giren hayatları yeniden karışıyordu böyle. Öte yandan baba oğulun birlikte olmaya hakkı vardı ve Deniz kendisine bir şey olursa gözü arkada kalmadan onu babasına teslim edebilirdi. Erdem’in durumu ailesine nasıl açıklayacağı artık onun problemiydi böyle bir noktaya gelinirse. Ayrıca da Öktem ve Erdem zengin bir aileinin çocuklarıydılar. Bu da Tunç’un gelecekte iyi bir hayatı olmasının garantisiydi. Babasının yasal mirasçışısı olmayacaksa da Erdem bey herhalde oğlu için de bir şeyler düşünürdü.
“Allah’ım ne çok ayrıntı var!”
Telefonu eline alıp, Öktem’e planını yazdı. Her zaman gittikleri bir restoran ya da kafeye gitmek ve çevredeki insanların dikkatlerini çekmek istemiyordu. O yüzden evlerine oldukça uzak bir yerdeki bir kafenin adını verdi. Aynı kafe evlerine yakın bir tane de olduğundan Tunç’un orayı seveceğinden şüphesi yoktu. Erdem beyin uzak bir kuzen olarak kendini tanıtması daha uygundu çünkü aralarındaki benzerlik dikkat çekici derecede belirgindi.
On beş dakika geçmeden “Tamam” yazan kısa bir yanıt geldi Öktem’den. Erdem’in karısı ve çocuklarına yakalanmamak için Öktem’den yazışıyorlardı ama onun karısı veya oğluna yakalanmaktan korkmuyorlardı nedense. Doğum gününe de Öktem gelmişti oğluyla, çocuğun annesi yoktu mesela. Gerçi karısını çok sevdiğini söylemişti, birlikte yaşadıkları aşikardı ama insanın aklına geliyordu işte böyle sorular.
“Sana ne Deniz! Sana ne!” diyerek kalktı oturduğu yerden ve işlerine konsantre olmaya çalıştı yeniden.
“Biliyor musun şu en sevdiğin kafenin başka bir şubesi daha varmış. Orası da çok güzel dedi bir arakdaşım. Ne dersin, pazartesi okul çıkışı oraya gidelim mi?” diye sordu hemen Tunç’u okuldan alınca.
“Bu gün gidelim!” dedi çocuk dümdüz.
“Ah bu gün biraz yorgunum ben!”
“Yarın gidelim!”
“Yarın mı şey yarın da evde bir iş yapmam gerek aslında!”
“Eve söyleyelim ya da bbür gün gidelim o zaman!”
“Pazartesinin nesi var ki?” dedi sonunda Deniz, onun böyle söyleyebileceğini hiç katmamıştı hesaba tabi.
“Bir şeyi yok! Pazartesi gidelim'” dedi oğlan yine sakince ve etrafıyla ilgilenmeye başladı.
Kendi kendine güldü Deniz. Bir çocuk gibi düşünmeyi unutalı ne çok olmştu kim bilir. Oysa ne kolay ve düzdü hayat onun kafasında. Öyle ya madem bir yer vardı ne diye ta pazartesi gidiliyordu, haklıydı Tunç. Altı üstü yenecek bir yemek, üstelik evlerinin dibinde varken, uzaktaki aynısına gideceklerdi. Bunların hiç birini muhalefet olmak için söylemiyordu aslında. Çocuk olduğu için söylüyordu. Dolaysız ve sade düşündüğü için. Her şeyi karmakarışık eden yetişkinlerdi aslında. Dünyayı çocuklar yönetiyor olsa hayat eğlenceli, basit ve güzel olurdu mutlaka.
(devam edecek)