En azından bir anda ortaya çıkan bu kabus çabucak sona ermişti. Kafeden hızlı adımlarla uzaklaşırken konuyu da kafasından aynı hızla atmaya çalışıyordu. Arkadaşının ailesi Tunç’u getirmeden evden olması gerekiyordu. Hayat bir kaç gün içinde eski heline geri döndü. Tunç doğum gününden sona Asya ile daha yakın olmuştu. Kız hediye olarak ona bir tişört getirmişti. Aslında Tunç’un beklediği özellikte bir hediye değildi ama yine de o aldığı için özel gelmişti. Zaten kız ailesi ile hediye seçtiği için başka ne alabilirdi ki diye ikna etmişti kendini. Deniz Öktem yüzünden yakaladığı bu aşkı takip etme fırsatı bulamamıştı son hafta, ancak bir hafta sonra aklına geldi bir gün Tunç’u hülyalı hülyalı uzaklara bakarken yakalayınca.
“Hayırdır küçük prens ne düşünüyorsun öyle?” deyince Tunç sanki düşünceleri duyuluyormuş gibi panikleyip
“Ne düşüneceğim anneciğim, uykum var galiba biraz!” dedi hemen.
“Asya ile iyi arkadaş mısınız?”
“Asya mı? Ha evet! İyi arkadaşız!”
“O kadar mı?”
“O kadar tabi!”
Gülümsemişti Deniz imalı imalı ama anlamamıştı çocuk. Ne güzeldi çocuk olmak. Her şey nasıl sade ve doğaldı onların hayatlarında. Keşke hep çocukluktaki gibi kalabilseydi insanlar.
Sakin geçen iki haftanın üzerine iş yerinde yeniden Öktem’in numarasını görünce gerilmişti Deniz.
“Ne demeye arıyor bu adam yine?” diyerek meşgule attı numarayı. Daha kapatır kapatmaz yeniden çaldı telefon. Yine meşgule attı. Dördüncü de sinirle kalktı masasından ve ofisten dışarı çıkarak açtı.
“Bu defa ne var acaba?”
“Konuşmamız lâzım!”
“Ne? Neyi konuşacağız daha?”
“Bu defa durum başka? Bizimle ilgili değil!”
“Kiminle ilgili?”
“Ağabeyim!”
“Yuh! Bütün ailenizin benimle bir meselesi olması da enteresan yani! Ne kullanıyorsunuz kuzum siz?”
İyice tepesi atmıştı Deniz’in tam toparlandım derken yeniden ne saçmalıyordu bu adam.
“Bir dinlersen anlatacağım, ne düşündüğünü anlıyorum ama bu defa gerçekten durum çok farklı, ağabeyim ve ablan ile ilgili!”
“Ablam mı?” dedi Deniz duraklayarak.
“Evet ablan, Mercan!”
“Sen benim ablamı nereden tanıyordun. Şaka mı bu?”
“Hayır bak dinle, Tunç yani oğlun bana ne kadar benziyordu hatırladın mı?”
“Evet!”
“İşte o ağabeyimin oğlu olabilir!”
Deniz tam bir şoka uğramıştı bu sözlerin ardından, bir süre konuşamadan kaldı öylece, “Ağabeyin adı ne?” dedi mırıldanır gibi.
“Erdem”
Neredeyse düşecekti olduğu yere Mercan’ın anlattığı adam bunun ağabeyi miydi yani? Bu nasıl bir talihti böyle?
“Tunç’un babası!” dedi yine kendi kendine.
“Evet! Hani partide çektirdiğimiz fotoğraf vardı ya, onu gösterdim ağabeyime, aslında yaptığım rezilliği anlattım önce, sonra da fotoğrafı gösterdim yani benzediğini görsün diye Tülin’e! O gece Erdem’de partideydi, benimle gelmişti.”
“Ne?”
“Evet ne tesadüf değil mi? İnan ben de çok şaşkınım. Ona oğlunun ablanın olduğunu da söyledim neden bilmiyorum. Fotoğrafa çok dikkatli bakınca şüphelendim zaten. Bir kıza aşıktı hatılrıyorum. Kız başkası var deyip terkedince çok bozulmuştu. Annem ve ablam istemiyorlardı kızı zaten, ağabeyim aylarca kendine gelemedi.”
“Çiğdem mi ablan da yoksa?”
“Evet ta kendisi. Deniz hanım, bakın Deniz hanım diyorum bu sefer, Tunç sanırım benim yeğenim!”
Deniz yine sessizliğe büründü eli ayağı titremeye başlamıştı. Tunç’un bir babası olmasını çok isterdi elbette ama o zaman her şeyi öğrenmesi de gerekirdi. Ne yapması gerekiyordu şimdi. Bu adam ne zaman hayatına girse başına bir bela açıyordu resmen.
“Bakın söyledikleriniz doğru olabilir ama benim biraz düşünmem gerekiyor!”
“Bakım ağabeyim evli ve karısı çok zayıf bir kadın, sürekli hasta oluyor. O zaten Tunç’un babası olduğunu açıkça söyleyemez. Sizin de çocuğa bunu açıklayamayacağınızın farkındayız!”
“Lütfen bana biraz müsade edin!” diyerek kapattı telefonu ve bahçedeki duvara oturuverdi.
Duyduklarını düşünüp algılaması için zamana ihtiyacı vardı.
“Erdem, Çiğdem!” isimler doğru. Birazdan telefonuna Öktem’den bir fotoğraf geldi.
“Ağabeyim” yazıyordu altında.
Deniz kızıl saçlı ve yüzü aynı Tunç’un ki gibi çilli adamın fotoğrafına baktı bir süre, “Ne kadar benziyor babasına!” diye mırıldandı, “Tunç’un babası, ablamın kocası olması gereken adam!”
İki gün boyunca Öktem’in mesaj ve aramalarına cevap yazmadı. Ağabeyinin karısına yakalanma ihtimali yüzünden doğrudan yazamadığını söylüyordu Öktem, ancak oğlunu görmek onu tanımak istiyordu. Bir çocuğu olduğunu bilmiyordu yıllardır. Çocuğun resmini görünce anlamıştı kendi oğlu olduğunu, zaten benzerlik bunu ispatlıyordu. Mercan başkası ile evlenmiş miydi? DNA testi yapabilirlerdi. Çocuğa bunu söyleyemeseler bile o sahip çıkabilirdi yine de. Erdem’in de bir kızı ve oğlu vardı. Onlar da Tunç gibi kızıl kafalıydılar.
Babası olamayacaksa onun hayatına ne olarak girecekti ki Erdem! Onun çocuğu olduğundan şüphesi bile yoktu Deniz’in ablasının hayatında başka hiç kimse olmamıştı ki. Mercan istememişti bilmesini, muhtemelen ablasının bahsettiği o kızdı şimdi evli olduğu. İki çocuğu vardı üstelik. Hakkı varmıydı Tunç’u görmeye.
“Onu terketmedi ki!” dedi zihni.
“Evet onu terketmedi ama onunla değildi!” diye cevap verdi zihnine.
“Haberi bile yoktu, ablanı o terketmedi ayrıca! Başkası olduğunu Mercan söyledi ona!”
Eliyle bu sözleri kovalar gibi yaptı ve derin bir nefes aldı yeniden.
“Nasıl olacak? Onları nasıl sokacağım hayatımıza o zaman! Tunç benzerliği görmeyecek mi?”
“Tunç’a uzaktan akraba olduğumuzu söyleyebilirsiniz!” yazdı Öktem sanki Deniz’in aklından geçenleri duymuş gibi. Muhtemelen ağabeyi ve o da çare arıyorlardı duruma.
“Pis hapçı, hepsi senin suçun!” diye homurdandı Deniz ama aslında bu sadece saçma bir tesadüftü, “Çok saçma!” dedi bu defa.
“Anne bir şey mi dedin?” diye seslendi Tunç içeriden.
“Hayır canım yüksek sesle düşündüm kusura bakma!”
Sonunda adil olmaya karar verdi. Erdem’in Mercan’dan ayrılması ya da çocuktan haberi olmaması konusunda bir suçu yoktu. Öktem konusu bu konudan tamamen bağımsız bir başka konuydu ve adam Deniz’in tüylerini diken diken ediyordu. Ne yazık ki bu şartlar altında o da Tunç’un öz amcası oluyordu ve babasını hayatlarına dahil ederse o da dahil olacaktı. Böyle serseri bir kardeşe sahip olmak yine Erdem’in suçu değildi. Ailenin diğer fertlerine konudan bahsetmeyeceklerini yazmıştı Öktem. Çocukları da karşılaştırmayacaklardı. Tunç ve Öktem’in oğlu Barış sınıf arkadaşıydılar zaten, kendi arkadaşlıklarını devam ettirip ettirmeyeceklerini zaman gösterecekti. Tunç diğer iki kardeşi ile karşılaşırsa çocuklar ağızlarından bir şey kaçırabilirlerdi. Erdem’in karısı olmasa da Çiğdem konuyu bilidiği için bir şeylerden şüphelenirdi belki. Kimse ne çocukları ne de aile hayatlarını riske atamazdı.
Deniz’in aklına yatmıyordu ama Tunç’u babasından kaçırmak fikri de adil gelmiyordu. İleride çocuk gerçeği öğrenirse Deniz’i asla affetmezdi zaten. Yeterince yalan söylemişti ona. Vicdan azabı duyuyordu bu yalanlar için ama şartlar onu mecbur bırakmıştı. Bırakmıştı ama Tunç bunu ne kadar anlayabilirdi bilmiyordu tabi.
Bunca zaman çocuğun gerçekten uzak kalması için herşeyden kaçmış, herkesten uzaklaşmış onunla kendine yeni bir hayat kurmuştu hayatı boyu onu sarsan iki olay bir araya gelip dikilmişti şimdi karşısına.
“Artık hiç bir şeye şaşırmam herhalde!” diyordu sürekli kendi kendine.
(devam edecek)