Elim kolum bağlı – Bölüm 14

Deniz tam her şeyi yoluna koyma noktasına geldiğini hissetmeye başlamıştı ki, avukatın söylediklerinin ardından, bakımevi kararı vermeye çalışırken gelen telefon ile sarsıldı. Görüştüğü bakımevi içine sinmiş gülümseyerek kapıdan çıkıp yürümeye başlamıştı. Tunç’a anne olma ihtimali artmış, ablasını gözü arkada kalmadan bırakabileceği bir yer bulmuştu nihayet. Bundan sonra Tunç ile bir ana oğul hayatı kuracaklardı. Psikolog onun henüz küçük olduğu için oluşan duruma kolaylıkla adapte sağlayacağını söylemişti. Eğer bir kaç yıl daha sonra yaşanmış olsaydı tüm bunlar o zaman Deniz’in uğraşması gereken bir de problemli bir çocuk olacaktı elinde.

Uzun süredir ilk kez derin bir nefes aldıktan sonra telefonunda komşularından birinin telefon numarasını görünce konunun ablası olduğunu hemen anladı. Rahatlama hissi aniden kaybolup dişleri birbirine stresle kenetlenerek açtı telefonu.

“Deniz hanım merhaba, ben Şükran yan apartmanınızda oturuyorum daha önce de konuşmuştuk ablanız bornozla sokağa çıktığında hatırladınız mı?”

“Evet hatırladım. Bir şey mi oldu?”

“Sizi hep böyle arıyorum ama ablanız, şey o. Yola atlamış.”

“Nasıl yola?”

“Caddeye arabalar geçerken.”

“İyi mi?” dedi Deniz sırtından soğuk terler boşalmıştı birden.

“Bilmiyorum, ambulans çağırmışlar ben görmedim. Mahalleden biri görmüş o söyledi gelip. Daha önce sizinle konuştuğumu söylemişler”

“Aman Allah’ım onu nasıl bulacağım.”

“Ambulansın plakasını almış adam, durun söyleyeyim.”

Deniz elleri titreyerek plakayı çantasından çıkardığı not defterine yazdı. Kadın telefonu kapatır kapatmaz aklına gelen ilk numarayı aradı “112”

Mercan’ı götürdükleri hastaneyi bulması tam iki saat sürdü. Kendinde olmadığı ve üzerinde kimlik olmadığı için hastane kaydı yapılamamıştı. Alındığı yer bilgisi dışında bir kayıt yoktu doktorların ellerinde. Deniz geçen iki saat boyunca onun ölüsünü mü dirisini mi aradığını bilemeden bir sürür yeri arayıp konuştu. Bir yandan ağlıyor bir yandan ne dediğini anlamadıkları için sürekli tekrar yapmak zorunda kalıyordu. Sonunda ambulansın ablasını götürdüğü hastaneyi buldu ve hemen bir taksiye binip hastaneye ulaştı. Ablasının durumu hakkında bir bilgi vermemişlerdi telefonda. Yol boyunca içinden dua etti durdu.

“Ah abla! Neden şimdi, neden tam da şimdi yaptın bunu? Allah’ım ne olur yardım et, artık dayanacak yüreğim kalmadı. Şu sabiye acı Allah’ım, aklıma mukayyet ol!”

Hastaneye vardığında ablası olduğunu tahmin ettikleri kişinin yoğun bakımda olduğunu söylediler. Küçük bir operasyon geçirmişti. Kırıkları çoktu ve şuuru geldiğinde de yerinde değildi. Uzaktan ona ağzından burnunda bir şeyler sokulmuş olan Mercan’ı gösterdiler ve o da ablası olduğunu teyit etti göz yaşları içinde. Hastene için gerekli kayıtların tamamlanmasının ardından onu çok kısa süre görmesine izin verdiler. O kadar zorlukla nefes alıyordu ki Deniz kendi nefesinin de tıkandığını hissetti yanında.

Bakımevinin ardından işe dönememişti ve Tunç’u yuvadan alması gerekiyordu. Yoğun bakımda refakatçi almadıkları için hastaneden ayrılıp koşarak Tunç’a gitti. Bu arada bakımevini yeniden arayıp olanları anlattı ve hastane süreci sonunda doğrudan oraya yatırılıp yatırılamayacağının teyidini aldı. Neyseki bakımevinin özel bir hastane katı vardı. Burada yirmi dört saat doktor ve hemşire bulunuyor, hastaların tüm bakımları sağlanıyordu.

Tunç’un onu böyle darmadağın görmemesi için yuvanın kapısına geldiğinde bir kaç derin nefes aldı ve yüzüne bir gülücük yerkleştirdi. Kızıl kafa onu görür görmez yüzünde kocaman bir gülümseme ile koşup sarıldı boynuna.

“Anne!”

Deniz çocuğun ona hiç öğretmediği bu sözü neden söylediğini anlayamadığı için kaldı bir an için sonra sımsıkı sarıldı.

“Efendim oğlum!”

Hayat çok garipti gerçekten. O gece Mercan hayata gözlerini yumdu ve bakımevine hiç geçemedi. Tam da Tunç’un Deniz’e kendiliğinden “anne” dediği o gün. Çocuk hayatın yeni bir gününde olduklarını anlamış gibiydi. Garip bir şekilde bir daha hiç sormadı Mercan’ı. Çabucak unuttu. Sanki geçmişlerinde o hiç olmamış gibi davrandı sonraki aylarda. Deniz bunun Allah tarafından bir yardım olduğunu düşünüp şükretti her gece. Ablasının yasını Tunç’dan gizleyerek tuttu. Ona hiç bir şey yansıtmadı. Komşular başsağlığına gelseler bile çocuk hiç bir şeyin farkına varmadı.

Mercan’ın da gidişinden sonra hayat sakinledi birden bire. Deniz hayatındaki bu olumlu boşluğu yadırgadı bir süre. Aklı sürekli evde değildi artık. Bütün dikkatini Tunç’a verebiliyordu. Her akşam onunla olmak, sabahları onunla uyanmak ruhuna en güzel ilaç olmuştu. Annesi ve babası öldüğünden beri bu kadar çok sevgi hissettiğini hiç hatırlamıyordu. Kızıl kafanın çilli yüzü hep yanağına yakın bir yerlerde duruyordu beraberlerken. Küçük kolları ona sarılıyor, turuncuya yakın pembe tatlı balık dudakları öpücüklere boğuyordu Deniz’i. Sevgi dolu bir çocuktu Tunç. Ailesinin geçmişindekilere inat, yeni bir dönemin başlangıcını müjdeler gibi hayata coşkuyla bağlı ve sevgi dolu.

Çocuk olmayı unuttuğu içindi belkide Deniz. Çocukluktan yaşlılığa geçmişti hayatı sanki bir anda. O kadar geride kalmıştı ki o çocuk ve mutlu günler. Tunç ile yeniden hatırlamaya başlıyor, hatırladıkça da hüzünleniyordu. Ablası ile oynayışları, halası ve annesi ile babasının nohutlu pilavından yiyişleri bir bir canlanıyordu gözünde. Ruhunun yeniden tam olarak sakinleşmesi tam iki yıl sürdü. Tunç olmasa kaç yıl sürerdi kim bilir. Avukat sayesinde Tunç’u kendi nüfusuna geçirmeyi başarmıştı. İlkokul kaydını yaptırırken duyduğu heyecanı hiç unutmayacaktı. Tunç’un nüfus kağıdında anne adı yerinde Deniz yazıyordu artık. İkisinin soyadı aynı olduğu için kimse Deniz’in evlenmemiş olduğunu düşünmüyordu. O da konu açılırsa hiç bozuntuya vermiyordu. Herkesin herşeyi bilmesine gerek yoktu her zaman.

Mercan ile kötü anıları unutmak için oturdukları evden de çıkmış, iki odalı başka bir eve taşınmıştı. Bir odası Tunç içindi artık. Büyüdüğü için ona ayrı bir oda takımı almıştı. Tunç kendine ait bir odası olduğu için çok mutluydu ama geceleri arada bir hâlâ Deniz’in yanına geliyordu.

Bir kaç kez babasını sormuştu oğlan, daha doğrusu arkadaşlarının ailelerinin anne, baba, çocuktan oluştuğunu farketmişti. Deniz’de ona “Biz de anne ve çocuğuz demişti. Sen ve ben, Tunç ile Deniz”

Bir şey dememişti Tunç gülümsemişti. Artık büyüyordu ve eninde sonunda bir babası da olması gerektiğini farkedecek ve onun nerede olduğunu soracaktı. “Öldü” demeye karar vermişti en son. Soyadlarını ondan almışlar ve bir evlilik çocuğu olduğuna inanamaması için bir neden yoktu. Annesinin teyzesi olduğunu bilecek kimse de yoktu etraflarında. Bir yerlere gittiğini söylese büyüyünce peşine düşebilirdi. Gerçek anlatılmayacak kadar acı ve karmaşıktı. Ayrıca gerçeği bilmesinin çocuğun hayatına önemli bir katkısı olmayacaktı. İleride de gerçeği öğrenme şansı oldukça düşüktü. En güzeli buydu “Baban cennete gitti”

Gerçekten de birinci sınıfın sonunda doğru bal rengi gözlerini kısarak sordu Tunç beklenen soruyu.

“Anne benim babam yok mu?”

Deniz uzun süre planladığı konuşmayı sakin sakin yaptı onunla. Tunç ses çıkarmadan dinledi sonuna kadar.

“Arkadaşım Özge’nin de babası ölmüş” dedi sonra.

Deniz elinde olmadan gülümsedi. Yine bir şekilde kafasına baba ölümünü yazacak bir olay olmuş ve çocuk bu badireyide böylece kolaylıkla atlatmıştı içinde. Daha o kadar küçüktü ki “Nasıl öldü?” demeyi bile aklına getirmedi.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s