Elim kolum bağlı – Bölüm 10

Mercan’ın hamileliği beşinci ayına girerken ancak iş bulabildi Deniz. O zamana kadar günlük ihtiyaçlarını karşılamak için geçici işlerde çalıştı. Üniversite hayatından alışmıştı artık böyle çalışıp günü kurtarmaya. Sonunda diploması ile bir işe girmeyi başarınca derin bir nefes aldı. Artık alacağı aylık maaşla rahat rahat geçinecebileceklerdi çünkü. Bebeğin cinsiyeti erkekti. Mercan kız istediğini söylemesine rağmen çok sevindi erkek olmasına “Erdem koyalım adını!” dedi heyecanla hemen ama Deniz’in ters ters baktığını görünce vazgeçti hemen, “Gencal koyalım o zaman!”

“Olmaz kaderi güzel birinin adını koyalım, adıyla bin yaşasın!”

“Babamın kaderi kötü müydü?”

“Öldü gitti Mercan?”

“Tamam o zaman başka bir isim bulalım!”

“Acele etme doğuma zaman var düşünürüz”

Her akşam oturup bir sürü isim düşündüler, Deniz bir türlü isim beğenmiyordu yeğenine. Güçlü bir ismi olsun istiyordu çocuğun, hayatta onlar gibi başına acı olaylar gelmesin, dimdik, kararlı adımlarla yürüsün ömrünün sonuna kadar.

“Annem, ‘Allah iyilerle karşılaştırsın!’ diye dua ederdi bize ben de böyle edeceğim.”

“Evet ama görünüşe göre karşılaşacak pek iyi insan kalmamış!” dedi Deniz. Mercan’ın yüzü düştü yeniden.

Her ay düzenli kontrollere gittiler. Deniz ablası ile doktora gitmek için iş yerinden izin alıyordu, “Tam babası gibi oldum görün mü?” diyordu sonra da gülerek. Sonunda bebeğin adını “Tunç” koymaya karar verdiler. Deniz aradığı güçlü ismin bu olduğuna ikna olmuştu. Otobüste bir erkek çocuğunda duymuştu aslında, bildiği ama aklında tutmadığı bir isimdi. Çocuğun gürbüz ve mağrur duruşundan etkilenmişti. İsimlerin insanlar için önemli olduğuna inanıyodu nedense. Nereden bu yargıya kapılmıştı, kimden ne duymuştu hatırlamıyordu ama yeğeni için güçlü isim istiyordu sadece. Yılmıştı belki de başlarına gelenlerden. O da güçlü bir kızdı. Her şeye rağmen ayakta kalmış sonunda başarmıştı da ama giden çok şey olmuştu içinden, daha gencecik yaşında elli yıllık hayat sürmüş gibi yorgundu ruhu.

Okulunda olduğu gibi işine de dört elle sarılmıştı, ablası, yeğeni ve işinden gayrısı yoktu artık onun hayatında.

Tunç bir kış günü dünyaya geldi, bembeyaz tenli bir bebekti. Kafasının üzerinde kızıl tüyleri vardı. Deniz onun kızıl saçlarını görünce şaşkınlıkla ablasına baktı.

“Babasının saçları!” dedi Mercan. Çok beğenmişti Erdem’i görür görmez, o kadar farklıydı ki o kızıl kafası ve çilleriyle. Daha önce hiç o renk birini görmemişti. O kadar dikkatli bakmıştı ki adama, sonunda o da Mercan’ı farketmişti. Uzun dalgalı saçları, beyaz teni ve kırılganlığı etkilemişti onu da. Bir ekmek fırınıydı oysa birbirilerini gördükleri ilk yer. Mercan arkada duruyordu. Kuyruğun ne kadar uzadığına bakarken seçmişti gözü o kızıllığı. Ne renge benzetse bilememişti gördüğü saçı. Sarı dese, değil, kırmızı dese değil. Gözü takılıverince bakakalmıştı öylece. Erdem ensesinde gözü varmış gibi hissetmişti bir süre sonra bir çift gözün üzerinde olduğunu başını çevirmişti. Baş rengi gözleri Mercan’ın beyaz yüzündeki güzel ve hülyalı gözlerine takılmıştı hemen. Sanki masal kitaplarında çizilen o kırılgan, ürkek peri kızları gibiydi. Üzerindeki çiçekli elbisesinin etekleri bile bir zerafetle uçuşuşuyordu sanki. Yere basmıyordu da uçuşuyordu küçük ayakları. Kendi sırası gelince iki fazla ekmek almış, Mercan’ın yanına gidip “İki yeter mi?” demişti doğrudan. Kızın kaç ekmek alacağını bilmediği için ikiyi kestirmişti aklına.

“Bana mı?” demişti Mercan şaşkın şaşkın, kuyruktaki diğer insanların gözleri üzerlerine dikilince kıpkırmızı olmuştu zaten.

“Evet, bekleme diye!”

“Yeter!” demiş Erdem’in peşi sıra ayrılmıştı kuyruktan. Sanki hep tanışıklarmış gibi yürümüşlerdi cadde boyu. Mercan gözlerini kaldırımdan kaldıramıyordu bir türlü. Erdem’de ne söylese bilemiyordu. Evin önüne geldiklerinde gülümseyip içeri kaçmıştı Mercan. Etraftan gören olduysa diye de korkmuştu.

Ertesi gün, daha ertesi gün yeniden karşılaşmışlardı fırının önünde. Sonrasında Mercan gelip Erdem’in yanında durmuştu doğrudan. Bir ay boyunca her gün fırında buluşup yürümüşlerdi beraber. Bir ayın sonunda yokuşun sonundaki çay bahçesine gidip, büyük çınarın dibine oturmuşlar çay içmişledi beraber. Mercan halası hasta olduğundan çok kalamam demişti ama Erdem ısrar etmişti oturalım diye.

“Yürüken yüzüne bakamıyorum, sen hep yere bakıyorsun!”

Mercan’da yanyana yürürken bir insan nasıl özlenir diyordu her gece kendine. Fırındaki her karşılaşmada anlık bakışıp sonra yüzünü yere indirdiğinden. Bal rengi gözleri, o tatlı kızın çilleri ve herkesten farklı kızıl saçları özlüyordu. Erdem bir daha oturmaya ikna edemem diye düşündüğünden çay bahçesine oturur oturmaz tutmuştu Mercan’ın ellerini.

“Sen masallardan gelen bir peri kızı oldun hayatıma, bir gün olsun seni düşünmeden edemiyorum!”

Mercan’ın kalbi hayatı boyu böyle çarpmamıştı bir insanın yüzüne bakarken. Ne o çok sevdiği halası, ne yasını hiç bırakmadığı anası, babası, ne de Deniz’in yüzüne bakarken yüreğinin ağzından çıkıvereceğini sanmamıştı hiç. Ellerinde elektirik var gibi bütün bedenine yaymıştı Erdem enerjisini.

“Hiç bırakmasa ellerimi!” demişti daha ilk seferden.

Devam eden bir ay çay bahçesine bir kaç kez daha gidebilmişler günlük fırın rutinlerine devam etmişlerdi. Bir gün Erdem “Ablamla tanıştıracağım seni!” demişti heyecanla. Çay bahçesi yerine Erdem’lerin evine gitmişlerdi. Annesi ve ablası pazara çıktığı için evde yoklardı. Planlı olmamıştı Erdem’in de daveti ama denk gelmişti işte, ev boş, gözlerden uzak olunca da duramamışlardı. Daha ilk öpücükte bırakmıştı kendini Mercan onun kollarına. Sonradan yaptıkalrını düşündükçe hem yerin dibine girmiş, hem heyecandan ölmüştü ama o an anlamamıştı ne olup bittiğini. Erdem’in annesi ve ablası geldiğinde çoktan olup bitivermişti her şey.

Pek sıcak davranmamışladı Mercan’a, hissetmişti aslında ama ilk karşılaşma demişti kendi kendine. Zaten aklı yaptıkları işteydi, bir de halasında. Kısacık durup eve koştu hemen. Halasına diyemedi tabi olanları.

“İsteteceğim seni hemen!” demişti Erdem kulağına, “Ben artık tenine dokunmadan yapamam!”

Bu son cümle hâlâ düşündükçe hoplatıyordu içini. Dokunmuştu ama çoktan.Duymuştu yaptıkları düğünü. Daha ablası Mercan ile konuşur konuşmaz yüzükleri takılmıştı muhtemelen.

“Başkası var!” dediğinde Erdem’in gözlerindeki hayal kırıklığı kalmıştı zihninde. O güzel baş rengi gözleri önce şaşkınlıkla açılmış, sonra göz kapakları inmişti üstlerine. O kızıl sarı kirpiklerinin ışıltısı çilli yanaklarına değmişti yine. Koyu pembe dudakları ip gibi gerilmiş, bir şey diyecek olmuş diyememişti. Mercan ağlamamak için zor tutmuştu kendini. Aslında o gün hamile olduğunu anlasa belkide bunların hiç birine izin vermezdi ama ne yazık ki bir kaç hafta sonra ancak farketmişti hamileliği. Halasının hastalığı ile başetmeye odaklamıştı kendini Erdem’den sonra, bulantılarını stresten sanmıştı o da baştan. Hemen olmamıştı zaten bulantılar sonradan başlayıp çoğalmıştı.

“Neyse ki halam şahit olmadı!” demişti kendi kendine sonradan, “Ya onca korktuğu şeyin gerçek olduğunu görse kim bilir ne kadar üzülürdü Yurdanur! Ne kadar kızardı Mercan’a!”

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s