Gencal Kamil’i içine sindiremese de verdi kız kardeşini mecbur. Mecburiyette değildi de işte eli kolu bağlı kaldı, kız kardeşinin canını yakacak insan değildi o söz dinlesin diye ama Kamil’in yakacağından şüphesi de yoktu.
Nikahtan bir yıl sonra Fikriye ve Yurdanur yine sabunları yapmaya devam ediyorlardı. Yurdanur evlendikten sonra ot toplamaya daha çok Mercan gitmeye başlamıştı. Deniz ne annesinin ne de babasının işine hiç bulaşmıyordu.
“Okuyacağım ben sizin gibi değil aklım!” diyor hepsinden uzak duruyordu. Erkek gibi bir kızdı sahiden, Yurdanur ya da Mercan gibi nazlı da değildi, hayalperestte.
“Keşke erkek olaymışsın!” derdi Gencal kızına gülerek, erkek olsa nohut pilav arabasını ona şıp diye teslim ederdi şimdiden. Gece vakti kız çocuğunu seyyar arabaya koşacak değildi elbet. Ailesi iyi olsun diye uğraşıyordu zaten daha ne isterdi.
Yurdanur’un evliliğin ilk ayından sonra vücunun muhtelif yerlerindeki morlukları görmüyor değildi. Biliyordu it Kamil’in kıza el kaldırdığını ama kızın sesi çıkmayınca da ortaya atılmak olmuyordu. Karısına diyordu konuş şu kızla diye. Hiç umurunda değildi öyle dul derlermiş, dedikodu ederlermiş, “Çıksın gelsin bakarım ben kardeşime, gerekirse taşınır gideriz!” diyordu.
Fikriye Kamil’in sadece fiziksel değil, psikolojik şiddet uyguladığını da düşünüyordu kıza. Gülen yüzü gülmez olmuştu. Seslerden sıçrıyor, elbiselerinin etek boyu kol boyu uzadıkça uzuyordu. Neredeyse üç Yurdanur girecekti içlerine. Tabi zayıflamıştı da evlendikten sonra.
“Form tutayım dedim yenge, hamile falan kalırsam!” diye saçma ve komik bir açıklama yapıyordu sırıtarak. Aptallaşmıştı kız resmen. Gelin ettiklerindeki o kıvrak zekalı, ceylan gibi kız gitmiş, boş boş bakan, donuk zekalı bir kız gelmişti sanki. Sabunların üzerine derleyip yaptığı kuru çiçekler bile estetikten yoksundu sanki. Ruhunun güzelliği ölüp gitmişti. Kamil iliğine kadar pipet sokup çekmişti kızın içinde ne varsa, posası kalmıştı garibin daha altı ay dolmadan. Fikriye bıraksa Gencal ağzını burnunu kıracaktı itin ama kızın huzurnu kaçırma iyice olan Yurdanur’a olur diyordu.
“Kızı çekip alalım bir yol, sonra düşün bunları, ona da değmez bak iki kızımız var it saldırtma üzerimize diye ekliyordu.”
Kavgacı bir adam değildi kocası o da biliyordu ama Yurdanur’un geldiği hali görünce ondan önce kendi boğazlamak istiyodu Kamil’i. Kızlarını kıymet bilecek yerlere düşürsün, Yurdanur’un da yolunu itten döndürsün diye dua ediyordu her gece.
Sonunda bir yıl dolunca Yurdanur değil ama Kamil kızı terketti gitti. Bir sabah midye diye çıkmış, Yurdanur ağabeyinin evine gelince dönüp eşyasını toplamış, çekip gitmişti. Zavallı kız neye uğradığını anlamadan şaşıp kalmıştı bu gidişe. Boş bakışları bomboş bakmaya devam etmişti bir altı ay daha.
Gencal hiç vakit kaybetmeden boşanma davası açtırmıştı kardeşine. İtoğlu it geri gelip fikrini değiştirmeden yoluna koymak istemişti bu işi. Üç yıl sonra almışlardı haberini bir başka yerde, bir başka kızı almıştı gelin, iki de sıpaları vardı. Boşanmaya da itirazı olmamıştı.
“Allah’tan bebesi yok demişti” Deniz bilmiş bilmiş, “Bir de çocuğu olsa halam kahrından ölürdü yemin ederim”.
“Sen ne biliyorsun! Çocuk kahırdan öldürür mü adamı, seviyordu halam midyeciyi o da ona hatıra olurdu!” diye romantik yaklaşıyordu Mercan her zaman ki gibi.
“Al işte halam gibi aptalsın!” diye bağırıyordu Deniz bu defa ablasına.
Fikriye kızların arasına girip, “Halanız hakkında doğru konuşun!” diye azarlıyordu bu kez.
Yurdanur dışarıdan boş teneke gibi görünse de, olanı biteni duyuyor, anlıyor ama uyuşmuş gibi tepki veremiyordu. Biliyordu haklıydu Deniz. Başından beri ailesi haklıydı biliyordu ama bilmek istememişti. Bir iş var sanmıştı aşkta, evlilikte, bedeni, ruhu neyi varsa tecavüze uğramıştı. Hayalleri sızlıyordu şimdi, rüyaları kanıyordu. Bacak arasına köz koysa bu kadar acımazdı canı. Bir daha tövbeler ediyordu erkek denilen illete, aşka da evliliğe de.
Yurdanur’un ağabey evine dönüşünün ardından yıllar sonra talihsizlikler yeniden başladı ve bu defa Fikriye ve Gencal, Gencal’ın uzak akrabalarını ziyaret için çıktıkları yoldan geri dönemediler. Bindikleri otobüs yağış yüzünden yoldan kayıp şarampole yuvarlandı.
Hala ve yeğenler bir nohut arabası, yapımı tamamlanmak için bekleyen sabunlar ve bomboş bir evle kalıverdiler başbaşa. Yurdanur midyecinin ardından asla eskisi gibi olmasa da ağabeyi ve yengesinin kaybından sonra bambaşka birine dönüştü. Gencecik yaşında yetmiş yaşında gibi hissediyordu artık. Sahip çıkıp başlarında durması gereken Mercan ve Deniz vardı. Mercan liseyi bitirmiş üniversiteye girememişti. Deniz ise daha lise üçüncü sınıfta okuyordu. Anne ve babalarını kaybetmenin şoku iki kızı da derinden sarsmıştı. Maddi zenginlik içinde olmasa da mutluk ve manevi zenginlik içinde sürüp giden hayatları bir anda buz gibi dört duvarın arasında bir mücadeleye dönüştü. Mercan ve Yurdanur Fikriye’den devraldıkları sabun işine devam ettiler. Deniz inat edip bir kaç kez erkek kılığında nohut arabasına çıksa da hem okul hem araba işinin bir arada yürümeyeceğine, sokakların sandığı gibi masum olmadığına ikna oldu. Bakkalın köyden gelen yeğenine iş aradıklarını duyunca nohut arabasını ona kiraladılar.Fikriye’nin yaptığı gibi nohut pilavı onlar yapıyor, oğlanda gece işe çıkıyordu. Aralarında parayı hallediyorlardı.
Elbette parasal anlamda düzeni korumak her anlamda düzeni tutturmak anlamına gelmiyordu. Deniz iyice hırçınlaşmış Yurdanur ve Mercan’ı dinlemiyordu. Ona göre ikisi de zayıf karakterlerdi her zaman. Ailenin kalanını idare edecek biri varsa o da kendisiydi. Ancak yaşanılanlar Yurdanur’u da artık ters ve aksi biri haline getirdiği için halasının üzerine çok varamıyor geri adım atıyordu.
Mercan ve Yurdanur Deniz’in eğitimi dışında bir şey ile ilgilenmemesine karar verdiler. Onun okuma planları devam edecekti. Hatta evin işine de karışamayıp kendini tamamen ünversite sınavına odaklayacaktı. Lise dördüncü sınıfa geldiğinde anne ve babasının kaybetmenin travmasını halen atlatamayan Deniz yine de halası ve ablasının zorlamalarıyla mimarlığı kazanmayı başardı. Son olarak okuyup bu iki zayıf insanı kalkındırmaya karar almıştı. Ayırca hemokuyup hem çalışma şansı da olacaktı ona göre okurken. Ancak puanı ancak uzaktaki bir okula yetince, mecburen çantasını alıp evden ayrılmak zorunda kaldı ve okulun kendi yurduna yerleşti. Anne ve babasız kaldıktan sonra bir de kendini güvende hissettiği baba ocağından çıkmak onu iyice zorlamıştı. Çok güçlü olduğunu söyleyip zayıflıklarını saklamaya çalışsa da içindeki küçük kız çoktandır kan ağlıyordu. Ağlamanın zayıflık olduğunu sandığı o delikanlı yaşlarıydı.
Aynı huylu Yurdanur ve Mercan kaldılar geriye. Aynı huyluydular ama Yurdanur’u yaşanılanlar sertleştirmişti Mercan’a bakıp kendi eski halini görünce hem üzülüyor, hem kızıyordu. Deniz gittikten sonra onu iyice kanatları altına aldı. Deniz’in kendi başına ayakta kalacağından hiç şüphesi yoktu ama Mercan kendisi gibi hatalara düşebilirdi. Bu yüzden onu yanında ayırmaması gerekiyordu. Mercan halasının hislerinin farkındaydı zaten çocukluğundan beri ona daha yakın olduğu için üzerinde baskı da kursa bağını korumaya devam ediyordu. Annesi babası gittikten sonra o da tek dayanağı olarak halasını görüyordu. Deniz’in eninde sonunda uzaklaşıp gideceğinin o da farkındaydı.
(devam edecek)