“Bakın Burcu hanım yaşadıklarınızın travma sonrası stres bozukluğu olduğuna dair sizinle defalarca konuştuk. İşittiğinizi söylediğinzi sesler ve gördüğünüz gölgeler bununla ilgili. Kendinizi olduğundan daha kötü bir durumda görme eğiliminize son vermeniz gerekiyor. Bunlar şizofrenik belirtiler değil. Doktorunuz olarak bana güvendiğinizi sanıyordum.”
“Evet elbette size güveniyorum ama bunlarla baş etmeye çalışmak ve sonu gelmeyen süreçlerin içinde yaşamak benim için çok yorucu. Eğer hastalığım aklımın sınırları ile ilgili ise bununla yüzleşmek istiyorum”
“Yüzleşmeniz gereken tek şey çocukluğunuzda yaşadığınız ağır travmalar sonrası oluşan bir stres bozukluğunuz olduğu ve bunu birlikte atlatacağız. Bana geldiğiniz günlerle şimdi arasındaki farkı hissediyor olmalısınız. Bakın artık bir erkek arkadaşınız ve mutlu bir ilişkiniz var. Ona güveniyorsunuz.”
“Evet, evet ona güveniyorum”
“Gördünüz mü? Hatta onun bir arkadaşından da bahsediyorsunuz!”
“Batu, evet ona da güveniyorum bu doğru!”
“Yaşadığınız semptomlar yavaş yavaş yok olacak. O zamana değin kendinize var olmayan hastalıkları yakıştırmayı değil, bu semptomların normal olduğuna ve geçeceğine inandırmak için efor harcayın olur mu?”
“Tamam, sanırım ne demek istediğinizi anladım!” dedi Burcu ayağa kalkarken. Ortalama üç senedir aynı doktora geliyordu. Yirmi altı yaşındaydı. Çocukluğundan beri hiç anlaşamayan bir anne baba ile yaşamıştı. Hatırladığı pek bir mutlu günleri yoktu. Lise çağlarına geldiğinde babası kavgaları şiddete çevirmeye başladığında her şey daha da zorlaşmıştı. Her defasında onu odasına kilitleyip sonra annesine saldırıyordu. Odadan içeriden gelen sesleri duyarak olanları gözlerinde canladırmak her şeyi daha da fazlasıyla hissetmesine neden olmuştu. Annesinin sesini ve yardım istediğini duyup ona yardım edememek, babasının hatırlamak bile istemediği hırlayan sesini duymak ve her gün dışarıda hiç bir şey olmuyormuş gibi bir hayatı yaşamak zorunda kalmıştı. Sonunda babası bir gün annesini öldürmüş ve sonra da kızının kilitli kapısına gelip ağlayarak pişmanlıklarını anlatmıştı. Burcu’nun tüm yalvarmalarına rağmen kapıyı açmamış sonra da salonun tavanına kendini asmıştı. Evdeki o tuhaf sessizliği hayatı boyu unutmayacaktı. Babasını titreyerek dinlemiş kapının arkasına çöküp kalmıştı. Annesinin cansız bedeninin içeride bir yerde olduğunu bilerek öylece babasını dinlemek korkunçtu. Babasının kapının arkasından uzaklaşan ayak seslerinden sonra başlayan tıkırtılar ve sonrasındaki tuhaf sessizlik. Önce onun gittiğini sandığı için uzaklaşmasını beklemişti. Eğer o evden çıkmadan bağırmaya başlarsa geri geleceğinden korkmuştu. Uzun bir süre sessizliği dinleyip onun gittiğinden emin olunca avazı çıktığı kadar bağırıp yardım istemişti ama komşular onların evinden gelen bu tür seslere alışık olduklarından önce oralı olmamışlardı. Ancak uyku saati geldiğinde kızın eksilmeyen çığlıkları yüzünden biri polisi aradı. Adamın karısından sonra kızını da dövmeye başladığını düşünmüşlerdi.
Polis içeri girdiğinde önce salonun tavanına asılı babasının cesedini sonra mutfak kapısında yerde yatan annesinin cesedini ve son olarakta kapıyı kırarak korkudan masanın altına girmiş ve ellerini kulakları ile kapatıp sürekli çığlık atan onu buldu. Memurlardan biri onu kolundan tutup masanın altından çıkardı ve evden çıkarmak için mutfağın ve salonun önünden geçirdi. Annesinin ve babasının cesetlerini gördüğü halde sanki bir hayaldeymiş gibi sessizce yürüdü memurun yanında. Sesler ve görüntüler çok uzaklardan geliyormuş gibiydi. Kendi sesinin yüksekliğinden sağır olduğunu düşünmüştü tuhaf bir şekilde. İnsanın zihni kendi sesinde boğulabiliyordu belkide. Belki şimdi başının üzerine kadar bir suya gömülmüştü. Düşünceler zihninde yükseldikçe nefes alamadığını farketti. İçinde bulunduğunu sandığı su şimdi onu boğuyordu. Önce zihnini şimdi de onu.
Dört yıl boyunca bir bakımevinde tedavi gördü. Doktorlar onun yeniden sosyal hayata dönerek tedavisinin kalanını yaşamın içinde devam ettirmesi gerektiğine karar verdiler. Yirmi bir yaşında çıktı bakımevinin kapısından. Ailesinden kalan evde yaşaması mümkün olmadığı için hukuki süreçlerin tamamlanmasının ardından ki doktorlar bu süreçleri yapabileceğine dair raporları yazmışlardı evi sattı ve daha küçük bir daire satın aldı. Ailesinin maddi durumu kötü değildi. Banka da birikmiş kira gelirleri de durduğu için satış işlemleri tamamlanıp yeni evine taşınana kadar bir misafirhanede yaşadı. Ercan ile bu misafirhanede iken tanıştılar. Ercan bir bilgisayar mühendisiydi. Arkadaşı ile kurdukları bir şirketleri vardı ve özel yazılımlar yapıyorlardı. Aslında arkadaşı Batu ile birlikte yaşıyorlardı ama Batu’nun zaman zaman evde yanlız kalmak istediği dönemler oluyordu. Bu dönemlerde Ercan gelip Burcu’nun da kaldığı misafirhanede kalıyordu. Bazen bir kaç gün, bazen bir hafta. Bilgisayarları ve tüm sistemler Batu’nın evinde kaldığı için misafirhane süreci Ercan’a çok sıkıcı geliyordu, kitap okuyup, film seyrediyordu sadece.
Burcu’yu ilk gördüğünde garip bir çekim hissetmişti ona karşı. Batu ile aralarında olana benzeyen tuhaf bir çekim. Elbette Batu’ya karşı arkadaşlığın dışında hisleri yoktu ama onun yanındayken de Burcu’nun yanındayken duyduğu garip güven ve çekimi hissediyordu.
Burcu ile tanışıp onun da kendisi gibi sıkıntılı süreçleri oldunu öğrenince, “Normal insanlar çekmiyor seni anlaşıldı, travma kokusu alıyorsun besbelli!” diyerek gülmüştü Batu. Kızın hikayesine o da çok üzülmüştü duyunca. Tam olarak aynı şekilde olmasa da ailesinin öldürüldüğüne şahit olunca onun da hayatı hiç bir zaman eskisi gibi olmamıştı. Burcu gibi sesler ve gölgeler yoktu ama insanlara güvenmiyordu. Asosyal bir insandı. Ercan dışında neredeyse hiç kimse ile muhatap olmuyordu.
Batu’nun ailesi gerçekten çok zengin bir aileydi. Villarında bir çok hizmetkarları ile birlikte yaşıyorlardı. Hizmetkarlardan birinin bir grup arkadaşı ile anlaşıp onları soymaya karar vermesiyle Batu’nun bütün hayatı değişmişti. O çocuk olduğu için ona dokunmamışlardı ancak anne va babasının gözleri önünde boğazlarını keserek öldürmekte bir sakınca görmemişlerdi. Batu her zaman “Keşke benide öldürselerdi. Bir çocuğu öldürmek istemeyerek bu hale getirmek o çocuğa bir hayat bağışlamak olamaz!” derdi. Onu sağ bırakmışlardı ama aslında hayatını çalmışlardı. Elbetteki evdeki soygun servetlerinin çok az bir miktarının gitmesine neden olmuş, bütün servet on sekiz yaşına girdiğinde Batu’nun ellerine kalmıştı. O zamana dek teyzesi ile oturan Batu ilk iş olarak kendine eski bir hangar kiralamış ve orayı istediği şekilde teknolojik donanımlarla doldurduktan sonra orada yaşamaya başlamıştı. Evi ve içindeki her şeyi de teyzesine bırakmıştı ona yaptığı iyiliklerden ötürü. Kadıncağız kız kardeşinin başına gelenlerden sonra toparlanamamış Batu’nun da onun yanından ayrılmasından üç yıl sonra uykusunda geçiridiği kalp krizi sonucu ölmüştü. Teyzesinin ölümünün ardından Batu kendini tamamen kapatmıştı hangarına. Neredeyse hiç dışarı çıkmadan her ihtiyacını internet üzerinden sipariş ederek yaşıyordu.
Aldığı uzaktan eğitimler sayesinde bilgisayarlar hakkında kendini çok geliştirmiş ve sırf eğlence olsun diye bilgisayar korsanlığı yapmaya başlamıştı. Ercan ile bilgisayar korsanlarının yazıştığı bir forumda tanışmışlardı. Önceleri forum üzerinden yazışırken sonra özelden sohbete geçmişlerdi. Batu Ercan’ın bilgisayarına gizlice sızdığında onun yazdığı kodları kendi sistemlerine aktarıp inceledi. Sonra ona birlikte iş yapmayı teklif etti. Ancak hiç bir araya gelmeyecekler sadece uzaktan haberleşerek çalışacaklardı. Ercan bilgisayar mühendisliği okumuştu ama ailesinin de fazla bir çevresi olmadığı için umduğu gibi işler bulamamıştı. Küçük bir şirkette üç kuruş maaş ile çalışıyordu. Ailesi taşrada yaşadığı için o şehirde yanlızdı ve kazandığı ancak kirasına ve karnını doyurmaya yetiyordu. Bunun için geceleri kendi başına bazı sistemler üzerinde çalışıyor ve ileride kendi şirketini kurmayı hayal ediyordu. Ne yazık ki parası hayalini gerçekleştirebilmesi için yeterli donanıma sahip bilgisayarları almaya yetmediğinden bir yere gelip tıkanıyor ve test bile edemediği kodları yazmayı sürdürüyordu.
(devam edecek)