Çağatay annesinin yönetim kurulu ile konumasını bekliyordu. Görünüşe göre insan kaynakları biriminde henüz bir kadro tanımı yapılmamıştı. Annesinin elinden kurtulur kurtulmaz müdürülüğe uğrayıp gelişmeleri sormuştu. Sevinç her sorduğunda “O konuyu merak etme!” diye cevap veriyordu. Tatil yaklaştığından hem Zeliha’yı kendinden uzaklaştırmamak hem de ona karşı mahcup olmamak için sonucu bir an önce elde etmesi gerekiyordu artık. Annesinin bu yoğunluğu yaratarak onu daha az görmesine neden olması Zeliha’ya karşı hisettiklerini daha iyi tartmasına neden olmuştu ona göre. Bu zamanda hissettiği hasret ona duygularının gelip geçici olmadığını anlatıyordu. Çağatay bunca zamandır kimse için böyle yoğun duygular taşımamıdığı ve çoğunlukla mantığı ile hareket eden bir adam olduğundan kendi duygularının gerçekliğini bile sorgulamıştı.
Belki de bu kadar emin olduktan sonra doğrudan duyguları açıp gelecek için adım bile atılabilirdi. Neden bir yaz tatili veya bir büro ortaklığı ile yetinilsindi. Aklında hayaller ile uzun süre sonra yeniden büroya Zeliha’nın yanına gidebildi. Günlerden yine cuma olmuştu ve mesainin bitmesine bir kaç saat vardı.
Zeliha araştırma konularını belirlemiş, kaynaklardan derlediği bilgileri istiflemeye başlamıştı. Daha sonra tamamının üzerinden geçilip derleme yapılacak ve raporlama kısmına geçilecekti.
“Günlerdir sana yardımcı olamıyorum kusura bakma, bu ara annem gelecek dönemki çalışmalara hız vermek için epeyce toplantı ayarladı bize. Bu yüzden kendimi ne kadar bezgin hissettiğimi sana anlatamam!”
“Olur mu hocam! Siz çok değerli bir hocasınız ve bu okul için de önemlisiniz. Elbette bu tür işleriniz de olacak. Ben gerekenleri hazırlamaya devam ediyorum. Şu aşamada kendinizi kaynak derlemek ile yormanıza zaten gerek yok”
“Ah sen olmasan ben ne yapardım bilmiyorum Zeliha. İnan bu koşturma esnasında seninde yanımda olmanı ve her zaman yaptığın gibi bana yardımcı olup, sakin tutmanı çok özledim.” dedi Çağatay sevgiyle.
Zeliha mahcup bir şekilde gülümsedi, annesinin yaptığı o tuhaf vurgulardan sonra hocanın tavırlarında bir değişiklik olup olmayacağını merak ediyordu. Ancak bunu gözlemleyecek kadar bile fırsatı olmamıştı bu hafta. Dışarıdan dul bir adamın evinde kalıyor olmasının tuhaf göründüğünü Sevinç hanım söyleyince farketmişti. Birde o adamın arabasına binipte o eve girdiğini duysalar kim bilir neler düşünürlerdi bu insanlar. Hamiş teyzenin akrabaları olduğunu söylemeyi akıl etmesi şanslı bir durumdu bu yüzden. Böylece o evde kalışın nedeni Canberk olmaktan çıkıyor ve akraba evi oluyordu. Aslı’ya verdiği sözler olmasa aslında o eve gitmeyi seyreltebilirdi belki bu düşüncenin filizlenmemesi için ama bunu düşününce de kızıyordu. Çünkü o evi ve insanları seviyordu. O insanlar bu güne değin ona yapılan en büyük iyiliği yapmışlar. Hiç bilmedikleri birine evlerini açmışlar, koruyup kollamışlardı. Ayrıca sevgilerini ve güvenlerini sunmuşlardı. Bunun karşılığı olarak üniversitede tutunmak adına nankörlük etmesi beklenmemeliydi. Hamiş teyzeye işlerinde yardım etmek, Aslı ile vakit geçirmek ve elbette Canberk’i de görmek istiyordu. Hocasının ilgisinden mutlu hissettiği doğruydu ancak hayatı boyu sahip olamadığı güven ortamını sağlayan bir yüreğe kendini daha yakın hissediyordu. Korunmaya, kollanmaya, tek başına olmamaya ihtiyacı vardı. Çağatay tek başına buna talip olsa da annesini gördükten sonra asla onlarla bu ortamı sağlayamayacağını görebilmişti. Dost olarak bile olsa zorlayıcı bir uslübü vardı Çağatay’ın annesinin. Bu Zeliha’nın anlayamadığı bir şey olabilirdi pek tabi. Böyle bir servetin sahibi olup, böyle bir okulu yönetmek ve bir profesör yetiştirebilmek için belki de bu şekilde olmak gerekirdi. Kendi zavallı annesini düşünmüştü elinde olmadan. O kısıtlı ve eziyetli şartlara rağmen o da Zeliha’yı profesör olma yolunda yetiştirmişti. Sevinç’ten farkı servet sahibi olmamasıydı. Bir serveti de olsa yine de hep aynı insan olarak kalacağından emindi. Yokluktan gelen bir kadın olarak Sevinç hiçte annesine benzemiyordu açıkçası. Buna rağmen Çağatay ile aralarında elle tutulur bir bağ olduğu açıktı. Oğluna hayrandı belli ki. Zeliha’da hayrandı.
Haftanın son mesai saatlerini kafaları düşüncelerle dolu bir şekilde tükettiler böylece ve Zeliha çıkmak için hazırlandı.
“Yurda geçmeyeceksin öyle değil mi?” dedi Çağatay
“Ah hayır, biliyorsun akrabalarıma gitmem gerek”
“O adamın eşi olmadığını bilmiyordum, ben çocuk için üzüldüm” dedi Çağatay.
Zeliha annesinin söylediklerinden sonra onunda bu vurguyu yapmasından huzursuz oldu. Oysa Çağatay’ın aklındaki bu değildi. Annesinin sordukları veya vurgularının üzerinde durmamıştı bile. Zeliha’nın akrabalarım açıklaması onun için yeterliydi. Sevinç kendince istediği kadar gövde gösterisi yapma şansı bulamamış olsa da, Zeliha’yı az da olsa zehirlemeyi başarmıştı. Okuldan çıkıp bir an önce kendini güvende hissettiği o eve gitmek için acele etti, hocası ile vedalaşıp çıktı hemen.
Çağatay o gittikten sonra sabahları birlikte geldikleri ve akşamları da birlikte aynı eve gittikleri bir düşe daldı bir süre. Sevinç onu aradığında yüzündeki gülümseme duruyordu.
“Neden gelmiyorsun aşağıda seni bekliyoruz?” dedi annesinin otoriter sesi.
Küçük bir çocuk gibi okulda fazladan vakit geçirmesinin bile önüne geçiyordu ama Çağatay bunu anlayamayacak kadar aşık ve iyi niyetliydi.
Canberk bir hafta önce kaçırdığı sohbet etme fırsatını bu hafta yeniden yakalamayı umuyordu. Bu hafta Aslı’nın arkadaşı olmadığı için kız Zeliha ablasının yanından hiç ayrılmayacaktı muhtemelen ama o uyuduktan sonra bir şansları olabilirdi belki.
Aslı bir çocuktu ama Zeliha’nın eve kattığı enerjiden çok etkileniyordu. Tek etkilenenin kendisi olmadığını da anlayacak kadar akıllı bir çocuktu. Hamiş teyzeye Zeliha ablasının belki hayatlarında kalıcı olmak isteyeceğini söylemişti bir keresinde. Hamiş teyze onun tam olarak ne kastettiğinden emin olamadığı için soru sormamış sadece gülümsemişti. Zeliha’nın Dicle Üniversitesinde okuyup, hayatlarından tamamen çıkarmak istedikleri insanlarla birlikte olmaları ve bunun Canberk üzerinde yarattığı baskı ve stres konusuna o kadar odaklanmıştı ki Hamiş teyze. Aslı’nın söylediklerinden sonra benzer şeyler düşündüğünü farketmişti birden bire. Derya’yı o da çok seviyor ve özlüyordu. Ancak o da kocasının ömrünün sonuna kadar tek başına kalmasını beklemez ve istemezdi herhalde. Onu tek düşündüren Canberk’in hırsının yüreğini köreltip, gözünü kör etmesiydi. Onlara olan öfke ve düşmanlığının acısını Zeliha’dan çıkartabilecek kadar doğru düşümekten uzaklaşabilir miydi acaba? Kolay bir hayatı olmayan insanların bazen nereden patlayacakları belli olmazdı.
“Nasıl geçti bakalım haftan? Kadronu tanımladılar mı?” dedi Hamiş teyze kızı kapıda karşılarken.
“Ah henüz değil ama daha tatile zaman var. Sevinç hanımla tanıştım ama!” dedi Zeliha ayakkabılarını çıkarırken. Hamiş teyzenin renginin attığını farketmedi o yüzden.
“Sahi mi?” dedi sahte bir merakla.
“Evet bir kahve yapayım da anlatayım her şeyi!” dedi Zeliha. Bir haftadır aklına takılanlar konusunda Hamiş teyze ile konuşmak istiyordu aslında. Ona kadının söylediklerini anlatıp rahatlamaya ihtiyacı vardı ve tabi akrabası olduğu yalanını da açıklamak istiyordu. Zeliha’nın hiç alışık olmadığı şeylerdi bu tür yalanlar. Mustafa ve Bahadır’a yalanlar söylerlerdi annesiyle ama bu tamamen başka bir durumdu.
(devam edecek)