Hep birlikte restoranda ayrılan masaya yerleştiler. Sevinç gövde gösterisini sevdiğinden her zaman gittiği restoranda her zaman oturduğu en büyük masayı ayırtmıştı. Büyük nesneler tarih boyunca insanların kendilerini küçük hissetmeleri için seçildiğini biliyordu. Bu gün tepeden tırnağı ile Zeliha’ya onunla başedemeyeceği mesajını vermek istiyordu. Önemli iktidar toplantlarında rakipleri küçümsemek ve tarih boyunca rakipleri ürkütmek adına yapılan tüm yapı ve heykeller devasa boyutlarda planlanmış ve hayata geçirilmişti. Özellikle Mısır firavunlarının en sevdikleri güç gösterisi idi bu dev heykel ve yapılar. Tapınak ve ibadet yerlerinde de yaratıcının büyüklüğünü ifade etmek için aynı yöntem kullanılırdı.
Masa üç kişi için sahiden çok büyük ve gösterişli idi. Sevinç kendine yakın sandalyeye oğlunun oturmasını sağlamış, Zeliha neredeyse onların tam karşısında bir sandalyede masanın diğer ucunda kalmıştı. Çağatay bu dengesizliğin tesadüfi olduğunu düşündüğünden daha oturur oturmaz sandalyesini Zeliha’dan yana çekti.
Şimdi hepsi birbirlerine hemen hemen eşit uzaklıkta ama mesafeli bir şekilde oturuyorlardı. Sevinç oğlunun güç dengesini bozuyor olmasından da rahatsızlık duydu. Çocuğa her şeyi öğretmiş ama hırsı ve büyük olmayı öğretememişti. Sahip olduğu her şeyle birlikte inanılmaz bir eşitlik duygusu geliştirmişti insanlar arasında. Eğitimin insanları yüceltmediğini anlamıştı onunla. Namı, soyadı ve mal varlığı ile olduğu şey olduğunu anlamasını engelliyordu entellektüel birikimi. Sahip olduğu ünvan dışında bir faydası yoktu bunun da. Bir profesörün tek malvarlığı bilgisiydi ailesinden kalanlar olmadığı sürece. Buda kimsenin karnını doyurmuyor, hayata bir güç katmıyordu. Bu yüzden akademik başarısı veya kariyerinin neden bu kadar önemli olduğu hiç bir zaman anlayamıyordu. Onun için nama duyulan saygının değeri vardı. Çağatay da bu saygıyı güce veya paraya çeviremiyordu ne yazık ki. Babasından kalanlar veya Sevinç olmasa diğer tüm profesörler gibi nefesi kokardı. Şimdi aynı kendi mantelitesinde bir kız bulmuştu işte. Benzer benzeri çekiyordu. Çağatay’ın babası ile Sevinç arasındaki şeyin çekim değil mantık olduğu açıktı. Sevinç duyguları ile hareket ediyor olsa şimdi kenar bir mahallede mutfağındaki kavurduğu soğanın kokusuna bulanmış bir ev kadınından fazlası olamazdı.
“Bize biraz kendinden bahsetsene!” dedi Zeliha’ya üst perdeden bir ifade ile, “Ailen nerede?”
“Ailem Turanpaşa’da yaşıyordu, küçük bir yer”
“Yaşıyordu derken?”
“Annemi kaybettiğimden bahsetmiştim okula gelirken!”
“Ah doğru o sendin değil mi?” dedi Sevinç önemsiz bir ayrıntıdan bahseder gibi elini sallayarak, “Lojman istemiştin”
“Evet efendim”
Çağatay üzüntüsünü belli edercesine başını önüne eğdi.
“Burada bir tanıdığın varmış Çağatay öyle söyledi”
“Evet var”
“O tanıdığından bahset. Hani şu haftasonları evine gidip kaldığın adam. Öyle değil mi?”
Sevincin cümleyi kuruş şekli Zeliha’nın hafta sonları ziyaretlerini farklı bir anlama çevirmişti. Çağatay’da annesinin vurgusunu duyunca merakla başını kaldırdı yeniden.
“Canberk bey, teyzesi ve kızı ile yaşıyor”
“Yani evli değil öyle mi?”
“Eşini kaybetmiş”
“Bekar bir adam.”
Zeliha vurgunun nedenini tam anlayamadı ama kendini kötü hisseti.
“Bekar evet” diyebildi
“Söylesene neden her haftasonu yurt açık olmasına rağmen oraya gidiyorsun. Aile dostunuz mu o adam?”
Zeliha gerçeği anlatmanın onu şu an vurgulandığından daha kötü bir duruma sürükleyecek olduğunu kavramıştı. Anlayamadığı bunun bursunu engelleyecek bir yanı olup olmadığıydı. Aksi durumda tüm bu sorular ve yargılı vurguların ne anlamı olabilrdi ki?
“Hamiş teyze annemin uzaktan bir akrabası” deyiverdi hemen.
“Ah?” dedi Sevinç merakla.
“Hamiş tuhaf isim. Bu kadın sizi her pazartesi okula bırakan o adamın teyzesi mi demiştiniz?”
“Evet, onu büyüten kadın aslında!”
Sevinç kızın canhıraş bir şekilde söylediği bu son cümleyi bir tehdit olarak algıladı ve durup onu süzmeye başladı. Canberk kıza her şeyi anlatmış olabilirdi ve bu sersem kız şimdi köşeye sıkıştığından bir şeyler bildiğini ve her an söyleyebileceğini ima ediyor olabilirdi. Birden bire geri çekildi ve konuyu başka şeylere getirdi. Bu aptal kızı hafife almamalıydı. Canberk onu yeterli donanıma sahip bir şekilde ailelerin içine sokmuştı belli ki. Onu Çağatay’dan uzak tutmak için başka planlar yapmak zorundaydı şimdi. Yemeğin geri kalanında tepeden bakmayı bırakıp, birden bire samimi ve içten sohbetler kurma yoluna gitti. Zeliha ne düşüneceğini bilemiyordu. Kadının girişi ve devam edişi arasındaki fark onu sersemletmişti ama belki de kendi stresi yüzünden onun sözlerini yanlış değerlendirmişti. Aksi durumda sonrasında onun ne kadar sevgi dolu bir anne olduğunu gözlemlediğini açıklayamıyordu. Çağatay’ın ona ne kadar saygı ve sevgi duyduğunu da görmüştü. Sevinç kadro işi için yönetim kurulunu ikna etmekten memnuniyet duyacağını söylerek yemeği sona erdirdi. Zeliha’yı okula bırakıp, oğlu için yine olmadık planlar yaparak onu yanında götürdü. Bu yemek beklediği verimi sağlamamıştı.
Zeliha kafası karışık bir şekilde bütün gün büroda profesörün projesi ile uğraştı sonra yurda gidip erkenden uyudu. Nedense bütün enerjisi çekilmiş gibi hissediyordu. Çok yorucu bir gün geçirmediği halde yorgun ve bezgindi. Oysa sabah güne oldukça enerjik olarak başlamıştı. Biraz kitap okumaya gayret ettikten sonra yatağa uzanıp sızıverdi.
Cenberk planladığı haftasonunu kendi mahvetmiş olmasının sıkıntısını atamamıştı üzerinden. Bu şekilde devam ederse Zeliha’nın o aptal profesöre duyduğu hayranlığı aşamayacağını biliyordu. Bu garip rekabet hissi midesini bulandırsa da kendini kontrol edemiyordu. Elinden gelse kızın eğitimini başka bir okulda tamamlaması için her şeyi yapardı. Çağatay’ı yenmenin hissettiklerini çirkinleştirdiğini ayrıca annesini yenmek olmadığını biliyordu. Bütün gün bunları kendine açıklayıp durduğu halde karmaşayı yenmeyi başaramadı ve bir sonraki haftasonuna kadar sıkıntı ile haftayı tüketti. O hafta Zeliha ve Çağatay’da kendilerini tuhaf hissettiler. Çağatay annesinin daha önceden bilgi vermeden sürekli onu okul ile ilgili bir şeylere dahil etme hevesinin nereden çıktığını anlayamamıştı. Sevinç onu babasının yerine hazırladığını vurguluyordu sürekli ama yine de bunun neden şimdi ve bu kadar sık aralıklarla olması gerektiğini çözemiyordu. Aslında böyle şeyleri sorgulamazdı ama şimdi bunlar yüzünden Zeliha’dan sürekli ayrı kalması gerekiyordu. Bu şekilde ona yakın olmak için uydurduğu kadro işine rağmen onunla yakın olma ihtimali kalmıyordu. Annesinin kafasına koyduğu şeylerin peşini bırakmadığını bilecek kadar tecrübeliydi. Anlayamadığı tüm bunların onu bir yere hazırlamadığı sadece kızdan uzak tuttuğuydu. Sevinç son nefesini verene kadar oturduğu koltuğu ona bırakacak bir kadın değildi.
Zeliha hocasının projelere rağmen böyle uzakta olmasından da bir şey anlamamıştı. Neredeyse konuşmaya fırsatları olmuyordu. Sevinç her şeyi öyle ayarlıyordu ki sabah büroya uğramadan annesi ile çoğunlukla okulun dışındaki toplantılara gidiyordu Çağatay. Çoğu gün okula geri gelemiyor, geldiğinde de mesai bitene kadar annesinin onu oyaladığı işlerle ilgileniyordu.
(devam edecek)