Kaçak Yolcu – Bölüm 17

Zeliha Hamiş teyzenin Canberk’in bürosunda çalışmak ile ilgili düşüncelerini bildiği için profesörün ona yaptığı tekliften bahsetmesi gerektiğini düşünüyordu. Hamiş teyzenin profesörü boşvermesini istediğini de hatırlıyordu elbette ama Özel Dicle Üniversitesi onun kariyeri açısından çok önemli bir yerdi. Doktorasını da burada yapıp Çağatay gibi olmak istiyordu. Özel bir üniversitenin sağlayacağı olanaklar daha sınırsız olacaktı elbette. Çağatay’ın ona göstermiş olduğu ilgiden de etkilenmişti ama yüreğinin sahibi yaptığı anlamına gelmiyordu. Duygusal bir boşluktaydı belli ki ve onun gibi kariyerli, zeki ve naif bir erkeğin ilgisine kapılıyordu.

Oysa bu eve her geldiğinde içinde bir yerlerde bir sesin Canberk’in de bu ilgiyi göstermesini beklediğini söylüyordu ama bunun da hiç olmadık bir şey olduğunun farkındaydı. Ekmek yediği, iyilik gördüğü, evin kızı sayıldığı bir yerde bunu düşünmesi kendi adına da utanç vericiydi. Bunca acının ardından yüreğinin kendi yaralarını sarmak için duygusal bir hareket aradığına karar vermişti. Bu kararı mantığı ile veriyordu ama yüreğindeki iniş çıkışları durdurmaya yetmiyordu işte. Ne Çağatay ne de Canberk için hayatında yer yoktu, yüreğinde de olmamalıydı. Önce kendi yolunda yürümeli, daha sonra varmak istediği noktaya geldiğinde belki böyle şeyler düşünmeli ya da belki hiç düşünmemeliydi. Mustafa ve Bahadır gibi iki örnek gördükten sonra bir erkeğe nasıl güvenileceğini bile bilmediğinin de farkındaydı. Hiç bir şeyin filmlerde gördüğü gibi olmadığını da. Hayat karşı bunca yaşına gelene kadar bastırdığı şeyler her şeyi geride bırakmış olmanın hafifliği ile ortaya çıkıyordu belli ki birer birer. Ergen bir kız gibi duygusallaşması bunun göstergesiydi.

“Kendine gel!” dedi yüksek sesle.

Aslı boyama kitabından başını kaldırıp ona baktı, çocuk bu cümlenin ne demek olduğunu anlayamamıştı.

“Ah çok özür dilerim tatlım. Kendi kendime konuşuyordum!” dedi Zeliha telaşla, onu tedirgi ettiğini farketmişti.

Aslı bir şey demeden dönüp hararetle boyadığı resime geri döndü.

Zeliha Hamiş teyze ile akşam konuşacak fırsatı bulamamıştı. Zaten Canberk’in yanında konuşmak istemiyordu. Aslı’nın uyku saatine az kalmıştı, Canberk uyuduktan sonra fırsat olursa ona olanları anlatabilirdi hemen.

Canberk’te bir haftadır Zeliha’yı görmediği için onun olduğu ortamda daha çok vakit geçirmek istiyordu. Hatta onunla biraz sohbet etmek istiyor Hamiş teyzenin yanlış anlayacağından çekindiği için onun uyumasını bekliyordu. Hamiş teyze ise ikisininde aklındakilerin farkında bile olmadan televizyondaki filme dalmıştı. Canberk elindeki kitabı okuyor, Zeliha’da Hamiş teyzenin izlediği filme bakıyor gibi yapıyor ama aklındakilerle meşgul oluyordu. Aslı uyuyalı iki saat olmuştu ama o akşam kimsenin beklediği ortam gerçekleşmedi. Zeliha herkesten önce izin isteyerek uyumaya gitti, sohbet fırsatı olmadığını anlayacak Canberk’te ardından kalktı. Hamiş teyze ise filmi bitene kadar oturdu.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra Aslı yan evde oturan arkadaşı geldiği için bahçede onunla meşgul olunca Zeliha’nin beklediği fırsat doğdu. Canberk büroya gitmişti ama öğlen geri gelecekti. Akşama mangal planları vardı. Hamiş teyzenin eline tutuşturduğu listeyi alıp öyle eve dönmesi gerekiyordu.

“Biliyor musunuz profesör bana yaz boyu okulda çalışmam için maaşlı bir iş verdi!”

“A?” dedi Hamiş teyze şaşkınlıkla, “Maaşlı öyle mi?”

“Evet”

“Ne kadar verecekmiş peki?”

“Henüz bilmiyorum ama ihiyacını karşılamaya yetecek kadar dedi”

“İhtiyacını karşılamaya yetecek kadar mı? Bu profesör senin neye ihtiyacın olduğunu nereden biliyor?” dedi Hamiş teyze kaşlarını kaldırarak, kızına hesap soran bir anne gibi.

“Şey yani kendi başıma geçinebileceğim bir tutarı hesaplayabilir herhalde”

“Elbette! O bir profesör öyle değil mi?”

“E-Evet!”

Zeliha Canberk ve Hamiş teyzenin böyle arada bir yükselip gerilmelerine alışmış, yapılarına bağlıyordu. Şu anda da kadının neye kızdığını tam anlayamamıştı.

“Canberk büroda senin için bir iş ayarlayacak zaten!”

“Konuştunuz mu?”

“Evet elbette bundan sana söz etmiştim!”

“Biliyorum ama ben profesörün öğrencisiyim ve seneye tezim var, eğer onun uygun gördüğü bir görevi reddersem bu işimi zorlaştırabilir!”

Hamiş teyze Sevinç’i hatırlayınca iyice gerildi. Kız doğru söylüyordu, bu Çağatay denilen profesörü Sevinç yetiştirmişti. Bu tipler istediklerini alamayınca zarar vermeye başlarlardı. Demek ki Zeliha Çağatay’ın yapısını biraz anlamaya başlamıştı.

“Ona memleketine döneceğini söyleyebilirdin!” dedi çaresizce.

“Evet ama gitmeyeceğim ki!”

“Ah her neyse! Bunu o zaman gelince düşünürüz. Bakarsın bu profesör sözlerini tutamaz öyle değil mi?”

“Evet tabi. Olabilir. Yönetim kurulunun karar vereceğini söyledi.”

Hamiş teyzenin canı sıkılmıştı ama yapabilecek bir şey yoktu. Asıl istediği kızın güçsüz kalmamasıydı tabi. O da bunun için bir iş bulmuştu işte. Sadece işin onlardan gelmiş olmasına içerlemişti. Her ne kadar Canberk’e tuttuğu kini azaltmasını söylese de, kendi içinde de büyüttüğü öfkeyi kontrol etmekte o da zorlanıyordu.

Canberk geldiğinde Hamiş teyzenin keyfi olmadığını farketti ama bir şey soramadı. Zaten sorsa da kadıncağız ‘sana öyle gelmiş’ deyip geçiştirirdi. Canberk’i üzecek ne varsa onu yok saymaya meyli vardı her zaman.

Canberk mangaldan sonra çocuklar ve Hamiş teyzenin içeri gireceklerini ve belki biraz Zeliha ile sohbet edebileceklerini düşünmüştü yine. Güzel bir yaz gecesiydi ve bulutsuz gökyüzü şehrin tüm ışıklarına rağmen güzeldi. Eskiden Derya ile ağaçların altına uzanıp gökyüzüne bakarlardı. İkisinin arasındaki uyum o kadar yüksekti ki, sanki iki değil de tek kişi gibi düşünüp, yaşıyorlardı. O gittiğinden beri Canberk hep bir tarafının eksik olduğunu düşünüyordu. Annesinden göremediği sevgiyi Hamiş teyze tamamlamıştı, en azından kadın bunu tamamlamak için bütün eforunu ve hatta hayatını adamıştı. Yine de kendi annesinin onu terketmiş olmasının hazımsızlığı Canberk’in içinden hiç eksilmemişti. Hep tam sevilemediğini düşünmüştü bu yüzden. Hamiş teyze kendinin olmayan bir çocuğu merhamet duygusunun körüklediği bir sevgiyle sevmişti. Onun sevgisinden hiç şüphesi yoktu elbette, ne kadar güçlü olduğunu biliyordu. Ancak annesi onu terketmemiş olsa onun nasıl duygular içinde olacağını düşününce arada farklar olacağını tahmin ediyordu. Kadıncağız belki bir yuva bile kurabilirdi ama yapmamıştı.

Annesinin ise gram sevgisi olmadığı ortadaydı zaten. Zengin iş adamının oğlunu tercih etmişti. Terkedilmek değildi sadece bu öfkenin nedeni, bir de tercih vardı ortada. O adamdan da bir evlat doğurmuş olsa ve bunları onun için yapıyor olsa belki anlayabilirdi ama kendi doğurduğu çocuktan esirgediğini bir başkasının çocuğuna sunması Canberk’in içine sindiremediği yegane şeydi. Bu yüzden Çağatay denilen o sersemi kıskanıyordu. Evet kıskanıyordu. Bunun onun suçu olmadığını bilerek kıskanıyordu. Karısı, ruh eşi, Derya’sının ardından ilk defa labirentlerinde dolaşıp keşfetme arzusu duyduğu bir kadının ona bakarken yüzü aydınlandığı için bu kıskançlığı iyice artıyordu.

Zeliha’ya yakın olma isteğinin Çağatay ile kendi içinde yaşadığı bu kıskançlık dolu rekabet olabileceği endişesi de vardı. İnsan bunu nasıl ayıredebilirdi ki? Evet onu yenmek istiyordu ama o olmasaydı da Zeliha için hissettikleri değişmezdi. Onun varlığı belki bu hisleri körükleyip biraz hırs ile karıştırıyordu. Bu yüzden onunla vakit geçirmek, onu çözümlerken aslında kendini de çözümlemek istiyordu.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s