“Ben burada bekleyeceğim!” dedi Zeliha arabadan inerken.
“Ben hallederim gerçekten, işinizden gücünüzden olmayın!” dedi Zeliha.
Cevap vermeden başını salladı Canberk bir an önce gitmesini söyler gibi. Zeliha yine de bütün eşyasını aldı arabadan ve arkasına bakmadan okulun bahçesine doğru yürüdü. Canberk onu içeri kadar götürebilirdi elbette ama yapamamıştı. O okula ihale için girmişti daha önce ama o zamanlar daha hırs doluydu. İçinde bir yumuşama yoktu şimdi de, sadece hırsını yenmeyi başarbilmişti. Bunda Hamiş teyzenin de çok etkisi oluyordu. Sürekli hırsın ona ve özellikle Aslı’ya çok zarar vereceğini vurguluyordu kadıncağız. Elinde büyüttüğü ve annesinin onu terkedişine şahit olduğu Canberk onun oğluydu artık. Öyle hissediyor, Canberk’inde buna karşılık verdiğini biliyordu. Aslı’da onun torunuydu. İkisinin Derya’yı kaybedişlerini izlemek çok acı olmuştu. Derya dünya iyisi bir kızdı. Hamiş teyze onu da kızı gibi sevmiş, bağrına basmıştı. Canberk ile beraber onun hayatına giren herkesin annesi olma rolü verilmişti sanki ona. Daha tanıyalı bir gün bile olmamasına rağmen Zeliha’ya da çok üzülmüştü.
Ve elbette Derya Canberk’in hırsını yenmesini isteyen insanların başına geliyordu her zaman. Onun anısına saygısından bile olsa bu hırsı yenmesi gerektiğini söylemişti Hamiş teyze. Olan olmuştu, her şeye rağmen Canberk mutlu bir yuvada büyümüş, sevmiş, sevilmiş bir evlat sahibi olmuştu. Derya’nın ölümünün annesi ile bir ilgisi yoktu. Yaşanacak şeyler bir şekilde yaşanılıyordu.
Çok eski bir arkadaşı Hindistan’a gitmiş, kişisel gelişim, kadim dünya tarihi, ezoterizm ve benzeri konularda kendini geliştirme yoluna girmişti. Canberk için çok yabancı konulardı bunlar. Ancak onun söylediği bir söz hiç aklından çıkmıyordu.
“Bazı şeylere dünya draması olarak bakmak zorundasın! Kendini o dramanın baş rolüne oturtursan o zaman hayatın seyircinin duygularını sömüren ve bir türlü bitmek bilmeyen o tuhaf ve uzun dramalara benzer! Bir veya bir kaç bölüm elbette o dramayı yaşamalısın ancak hepsi o kadar! Her şeyin fazlası gibi dramanın da fazlası zararlıdır çünkü seni sonunda hasta eder. Hem ruhunu, hem bedenini. Mutlu olmanın en basit formülü bir başkasını mutlu etmektir. Kendini acıların ardından mutlu olmaya layık görmeme rolüne girdiysen hiç değilse başkalarını mutlu etmeye adayarak bu rolden çıkmayı başarabilirsin!”
“Dünya Draması!” ifadesiydi tüm bu sözlerin içinde onu en çok etkileyen. Diğerlerini belki sürekli duymaktan anladığı ve bildiği halde uygulayamıyordu ama o baştaki iki kelime bir anahtar gibi diğer sözlerin içinde bulunduğu kutuyu açıp ona hatırlatıyordu.
Zeliha bahçe kapısından girmiş ve gözden kaybolmuştu. Aslında kızcağızın tanımadığı bu devasa yere girerken tedirgin olmuş olabileceğini o zaman düşündü. Tek başınaydı ve daha iki gün önce gerçek anlamda hayatta tek başına kalmıştı. Canberk için bu kapının ardından bambaşka şeyler ifade eden o kadın, Zeliha’nın hayatına yaptığı bu dokunuşla bambaşka bir anlam kazanmıştı kız için. Elbette oğlu annesinin hiç bir iyiliği karşılıksız bırakmayacağını biliyordu, bir bedel ödetecekti bu sahipsiz çocuğa ama Zeliha en azından şimdilik sığınacak bir çatının altında seçtiği yolda ilerleme şansı bulacaktı.
Zeliha binanın içine girer girmez doğruca danışmaya yöneldi ve bursundan bahsetti. Danışma onu görüşmesi için okulun müdür yardımcısına yönlendirdi.
“Burs kazanmış olmanız gerçekten büyük başarı ancak yurtlar henüz boyanıyor ve ilaçlanıyor. Bu nedenle açık değil. Lojmanlarda da gerekli tadilat ileri yürütülüyor bu yüzen her ikisinde de önümüzdeki üç hafta boyunca kalmanız mümkün değil!” dedi müdür yardımcısı Aytekin bey.
“Üç hafta mı? Bu çok uzun bir süre. Benim bu şehirde tanıdığım kimse yok! Üç haftalık otel parasını da ödeyemem açıkçası!”
“O zaman geldiğiniz yere geri dönüp, üç hafta sonra gelmeniz gerekiyor” dedi adam. Elbette Zeliha’ya bakıp başından geçenleri tahmin etmesi olanaksızdı. Onu sadece zamansız gelen hevesli bir öğrenci olarak görüyordu büyük ihtimalle.
Konuşma biraz daha devam ettikten sonra Zeliha okulda kalmanın bir yolu olmadığına emin oldu ve teşekkür edip çıktı odadan. Geldiği yere geri dönmesi artık imkansızdı. Cebindeki bütün parayı daha gelir gelmez konaklama için harcayamazdı. Canberk bey ve Hamiş hanım çok iyilerdi ama hiç tanımadığı insanların evinde değil üç hafta bir gece bile yatamazdı. Üç haftalığına bir iş bulup çalışmak istese böyle yerlerde öyle ha deyince bir iş bulamayacağını da biliyordu.
Omuzları düşmüş, kafası karmakarışık bir şekilde okulun bahçesinden çıktı. Başında son günlerde hiç eksilmeyen o şiddetli ağrı yeniden başlamıştı. Annesi şimdi yanında olsa, onu teselli eder. Mutlaka bir çözüm bulmaya çalışırdı. Zeliha o kadar yorgun ve acı doluydu ki artık kafası bile çalışmıyordu. Düşünme sistemi iflas etmişti. Canberk onun arabanın yanından geçip gidişini izledi şaşkın şaşkın. Kız sanki onu görmemiş gibi yürmüş gitmişti. Neler olduğunu anlayamadığı için arabadan inip onun peşinden koştu.
“Ne oldu yurt işi? Neden yürüyüp gittiniz?” dedi merakla.
Zeliha onu görünce hatırladı adamın arabayla beklediğini, o an sanki beyni komple iflas etmiş gibi hissetti. Dudaklarını araları ama ağzından bir şey çıkmadı. Sendeledi önce, sonra bir anda olduğu yere bıraktı kendini. Canberk son anda yakaladı onu düşmemesi için. Kızın yığıldığını görenler hemen üşüştüler başlarına. İçlerinden biri çantasından çıkardığı kolonyayı Zeliha’nın yüzüne sürdü. Kolonya öyle tuhaf kokuyordu ki, insanı ayıltmak değil ancak bayıltmak için kullanılabilirdi. Zeliha öksürerek açtı gözlerini. Her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki sanki Canberk’te kolonyanın kokusuyla kendine gelmişti.
“İyi misiniz?” dedi Canberk yüzü bembeyaz olmuş kıza bakıp.
“Bir doktora götürün ağabey kız iyi değil!” dedi kalabalıktan bir ses. Canberk görmediği sesin sahibine başını salladı ve kızın beline koluna dolayıp arabaya kadar yürüttü ve onu en yakın hastaneye götürdü hemen.
Doktor kızın bir travma yaşadığını söyledi, bu zate sürpriz bir durum değildi. Bir sakinleştirici iğne yaptılar ve eve gidip dinlenmesini salık verdiler. Zeliha sakinleştiricinin etkisi ile o kadar sersemledi ki söylenilenlere cevap bile veremedi. Canberk doktordan sonrası için bir kontrol randevusu aldıktan sonra onu yine tutarak arabaya götürdü. Evin önüne geldiklerinde Zeliha çoktan derin bir uykuya geçmişti.
Canberk onu kucaklayıp eve götürdü. Hamiş teyze Canberk’in kucağında kızı baygın görünce küçük bir çığlık attı, Aslı’da gözleri kocaman olmuş onun arkasında duruyordu.
“Uyuyor yok bir şey!” dedi Canberk ve salona geçip onu kanapeye bıraktı yavaşça. Sonra dönüp olanları anlattı hemen Hamiş teyzeye.
“Yurt ne olmuş peki?” dedi Hamiş teyze merakla.
“Bilmiyorum ki işte anlattım ya çıktı, yürüdü gitti, sonra bayıldı, sormaya fırsatım olmadı.”
“Olmamış işte!” dedi Hamiş teyze dertli bir sesle, “İyi ki sen vardın bak sokak ortasında kalacaktı kız baygın olunca da eşyasını falan çalar giderlerdi! Ne yapsın bu zavallı değil mi?”
“Tamam Hamiş teyze!” dedi Canberk kadına bakıp, “Tamam sokağa bırakacak değiliz!”
Kadın hemen “Ben bir çorba koyayım da güçlensin!” diyerek döndü gitti mutfağa
Aslı merakla uyuyan Zeliha’ya bakıyordu.
(devam edecek)