“Yani Azap köyde onca şeyin içinde her şeyi aşmışsın buraya gelince problemli şehirlilere benzedin sen de iyice!” diye gülmeye başladı Feyyaz. “Birini çözüyoruz yenisini üretiyorsun. Tamam ben bu işte iyiyimdir ama bir nefes al ne olur?”
“Çok seviyoruz birbirimizi deriz buluruz bir şeyler, ayrı evde yaşamak istiyoruz deriz kim ne diyecek buna? Hem halam Mesut’a ısrar ediyordu başka eve çıksınlar diye. Onun yerine biz çıkar onlara ve bebeklerine yer açarız işte ne var? Haydi gidip bakalım şu eve. Sen ara tatile git gel sonra da nikahı yapalım!”
Azap oyun çevirmekten çok bunalmıştı ama aklına başka çıkışta gelmiyordu şimdilik. Gidip eve baktılar beraber. Ev sahiden de bahçe içinde iki katlı genişçe bir evdi. Hatta bahçesinde müştemilat olarak yapılmış bir başka küçük ev daha vardı. Çekirdek bir aile rahatça yaşardı içinde.
“Bak annene burayı veririz, bahçede onun olur! İstediği gibi yaşar kimseden rahatsız olmadan!” dedi Feyyaz.
Gerçekten de aynısı geçmişti Azap’ın aklından. Evi beğenmişlerdi bir anda. Kazara rastgelinen bir evdi bu da nihayet ve Azap’ın hayatına dahil olacak gibi görünüyordu. Ev sahibine çok beğendiklerini ama düşünmek için iki güne ihtiyaç duyduklarını söylediler. Daha da doğrusu aile büyüklerine danışacaklardı. Adam kabul etti, o da çok uğraşmak istemiyordu. Emlakçıya da vermemişti, Azap ile Feyyaz’ı da sevmişti. Hele büyükleri ile oturmak istediklerini duyunca hepten memnun olmuştu.
“Bu evi karşılayabilecek misin Feyyaz, çok borçlanyorum sana!”
“Güzelim evi sana değil kendime alıyorum, babamı da alacağım yanıma kaçırdığım yılları yaşayacağım bende!”
“Doğru!” dedi Azap yine hüzünlenerek.
“Bak Azap, bana iki de bir ölümcül hastaymışım gibi böyle acıyarak bakarsan herkese her şeyi anlatırım haberin olsun!”
“Tamam tamam, çok özür dilerim. Acımak olur mu, minnet duyuyorum sana!”
Böylece ev sahibi ile yeniden konuştular. Feyyaz aslında başta kiralamak istiyordu sadece ama ikisi de evi böyle beğenince satın almaya karar verdi. Ev sahibi ikisine de razıydı. Artık Avusturya’ya da dönmeyi düşünmediğine göre emanet gibi yaşamaktansa kendilerine ait bir evde olmaları çok daha iyiydi. Halasının yıllardır hakkı ödenmezdi. Kadıncağız bütün ailesine bakmıştı sahiden. Onun yükünü biraz hafifletecekler, torununa yer açacaklardı.
Daha ara tatil gelmeden Feyyaz bir akşam yemeğinde herkese yumurtladı evi aldıklarını. Azap az kalsın boğulacaktı ağzındaki lokmayı yutamadığı için. Muhammed bey beklenmedik bir şekilde sevinç gösterdi. Mukadder hanım tam nereden çıktı diye çıkışacaktı ki, kardeşini yüzündeki sevinci görünce sakinledi.
“Oğlum başımızın üzerinde yeriniz var, biz her gelene yer açarız. O sorun değil ama sen de babanla karınla bir ömür yaşamak istiyorsun başbaşa tabi ona bir şey diyemeyiz. Neyse ki çok uzakta değilmişsiniz”
“Tabi halacığım babam zaten Salih eniştemsiz, Nevzat ağabeyimsiz yapamaz ki! Hareket olur gelir her gün sizi görmeye. Biz hakeza geliriz, hele bebek sevmeye eksilmeyiz bu evden!”
Hülya’nın suratı asıldı hemen “Ben de sizinle geleceğim!”
“Gel tabi!” dedi Azap, sana bir oda yaparız, hangi evde kalmak istiyorsan orada kalırsın.
“Yaşasın!”
Mesut ve Ayfer o akşam Ayfer’in ailesinin evinde olduklarından haberi ancak ertesi gün aldılar. Başta onlar için alınmış bir karar olduğu için Ayfer ikisine de çok teşekkür etti, Mukadder hanım kızın yüzüne bir burulma varmı diye inceledi ama göremedi. Belki o da çocuk olduktan sonra ayrı bir eve çıkmak isterdi. Tam bunu düşünürken Ayfer sözüne devam etti, “Biz de dün akşam babamlarla konuştuk. Bebek hediyesi olarak babam bize bir ev satın almış, buraya çok uzak değil!”
Akşam ayrı sabah ayrı ayrılma haberleri herkesi şaşırttı iyice.
“Orada da oda isterim!” dedi Hülya bu kez gülerek.
“E bu evler sana yaradı galiba!” dedi Yelda.
Mukadder hanım buruldu üst üste gelen bu ayrılık haberlerine ama ikisinin de gerekli olduğunu biliyordu.
“Hayırlısı olsun çocuklar hepinizin hakkında, kendi yuvanızı kurup içinde yaşamak hepinizin en doğal hakkı!”
Azap gidince Hülya’nın yine tek odası olacaktı. Feyyaz ile Muhammed beyin ve Ayfer ile Mesut’un odaları misafir odası olarak kullanılacaktı, biri gelip kalmak isterse ona verilecekti. Yelda zaten tek kalıyordu odasında. Füsun ve Nevzat’ın odaları değişmeyecekti. Aslında evde iki oda dışında çok büyük değişiklik olmuyordu beş kişi, bebekle altı kişi ayrılmasına rağmen. Füsun kocasının horlamasından bıktığı için kaçabileceği odalar olacağına sevinmişti ama kimseye bundan bashetmemişti. Hele kocasına hiç!
Mesut bir önceki akşam kayınpederinin kararlı tavrı karşısında bir şey diyememişti, adam evi satın almış kızının üzerine yapmaya hazırlanıyordu. Sonra belki bir şeyler bulurum diye düşünürken, Azap ve Feyyaz’ın başka eve çıkmaya karar vermeleri ve elbette nikahın kesinleşmesi iyice canını sıktı ama artık olaylar kontrolden çıkmıştı.
Ara tatilde Azap tek başına köye gittiğinde bu defa başka bir sürpsizle karşılaştı. Annesi bir sabah analığını yerde bulmuştu. Hemen bir hastanete götürülse de geceden düşmüş ve müdahaleye geç kalınmıştı. Sultan felç olmuştu hem de bütün bedeniyle. Ağızdan beslenebiliyorsa da konuşamıyordu.
“Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner!” diye konuşuyordu şimdi köylü. Bir şekilde ayakta kalandan, güçlü olandan yanaydılar hep.
Gül analığını kendi evine almış Sultan’ın kapısına kilit vurmuştu. Sultan’ın itiraz edecek bir durumu yoktu. Öylece yatıyordu yatakta. Doktor yatak yarası olmasın diye tembihlemişti. Kulakları her şeyi duysa da artık hiç bir şeye müdahale edemiyordu ama ana kız onun yanında rahat konuşamadıkları için arada ya da gece konuşuyorlardı.
Azap, Sultan’ın haline, Gül’de kızının başına gelenlere çok şaşırmıştı.
“Yine de iyi insanlara gelmişsin kızım, o oğlan seni alıp başına kötü işler getirseydi ya!” dedi durdu zavallı. Kızın kaderi anasına çekermiş derler, kızı da kendisi gibi Sultan ve köy yüzünden bir sürü bahtsızlık yaşamıştı.
“Evi ayırınca gelip seni almak istiyorum ana! Ne olur itraz etme bu sefer!” dedi Azap ağlamaklı bir sesle, Gül gözüyle işaret etti analığının yattığı odayı “Bu ne olacak ya?”
Azap’ın Sultan’ı da alıp götürmeyi hiç içi almadı. Allah biliyor ya kadının o perişan halini görünce çok içi de titrememişti. Annesi çok merhametli bir kadındı ona göre. Tüm yaptıklarına ve elinen kurtulmuş olmasına rağmen yine de onu bırakmıyordu.
“O zamana gün ola, harman ola!” dedi Azap fazla ısrar etmedi. En azından Mukadder hanım illa geleceğim diye tutturursa artık Sultan’dan çekinecek bir durumları kalmamıştı. Köylüyü de galeyana getiremezdi. Sultan’ın ömrü bitince buradaki evleri kapatır annesini alır giderdi. Köylünü de ne yaptığını hiç umursamazdı.
Ara tatil kısa olduğundan bir hafta kaldı ve sonra yeniden döndü Mukadder hanımların evine. Feyyaz annesi ile ne konuştuğunu merak ediyordu. Azap’ın artık bir telefonu vardı ama tam kullanamıyordu. Köyde çekmediği gibi, elektirikte olmadığı için telefon iki gün sonra kapanmıştı zaten.
“Ettiğini bulmuş!” dedi Feyyaz Sultan’ın başına gelenleri dinleyince, Azap’ın kızacağını sandı bu sözüne ama Azap başını sallayarak onayladı, “Dediğin gibi çok yaşamazsa anneni alırız o küçük evi o gelene kadar düzenleriz. Sera yaparız, bostan yaprız bahçesine. Babam da pek sever öyle şeyleri. İkisi oynar durur.”
“Salih baba da seviyor!” dedi Azap.
“Eniştem de gelir oynar canım ne olacak kocaman bahçe!”
Mesut ve Ayfer’in yaşayacağı evin her şeyini kızın ailesi hallettiği için ilk onlar ayrıldılar evden.
(devam edecek)