Azap ve Feyyaz dondurmalarını alıp oturdular yine aynı banka.
“Yani öyle pek bir şey yok anlatacak bana sorarsan. Ben öyle görüyordum belki de, ne zaman ki Bilge’nin Mesut’a anlattıkalarını duyana, köyün sınırından sonra başka hayatlar da olduğunu anlayana kadar.” diyerek Azap başından sonuna anlattı hikayesini, evliliği de sakınmadı bu sefer. Nedenini bilmese de Bilge’den sonra ilk kez birine böyle güven hissediyordu içinde.
“Yani siz Mesut ile evlendiniz ve sen o yüzden kalkıp buralara geldin öyle mi? Vay Sultan vay!”
“Evet öyle oldu! Sır saklayacağına güvendiğim için anlattım.”
“Evet tabi ki öyle! Biliyor musun bu hayatımda duyduğum en acayip hikaye. Yani şu sizin köy. Mesut’un neden hikayesine bu kadar güvendiğini şimdi anladım. İnsan en iyi yaşadığını anlatır öyle değil mi? Bir başkasının yaşadığını bilemez!”
“Evet ama Mesut beni korkutuyor artık, onun peşine takılıp gelmem şarttı annem içindi hepsi o zamanlar. Şimdi annemi kurtarmışken hâlâ onun evinde kalmak, onun karısına uzaklaşmasını bunu da neden olarak bana bağlamasını kaldırmak çok zor benim için.”
“Ama şimdi dönersen başardığın herşeyden vazgeçmiş olursun. O Hasan denilen adamın annenin hayatını karanlığa sürüklemesinden bir farkı kalmaz bunun. Onun kaderini bir başka adamla bir başka hikayede tamamlayıp, kendi hayatını karanlığa sürüklersin öyle değil mi?”
“Böyle bir solukta, böyle güzel, üstelik bu az Türkçen ile nasıl anlatabildin bunu?”
“Ne bileyim düşünmeden söyleyince oluyor herhalde!” dedi Feyyaz dondurmasından kocaman bir parça kopardı diliyle.
“Sıra sende!”
“Evet ama farkında mısın üçüncü dondurmayı yiyoruz ve dört saattir dışardayız! Yarın boğazımızda kocaman balonlar olmazsa şanslı sayılırız!”
Azap telaşla saate baktı, “Zaman ne çabuk akıp gitmiş böyle gerçekten, Mukadder anne bizi merak eder dönmeliyiz sahiden!”
İkisi de kalktılar oturdukları yerden, Feyyaz abartsa bile aslında yedikleri her defasında bir top dondurma olduğu için hasta olacak bir durum yoktu ama saat çok ilerlemişti okul işleri halletmek için.
“Baksana acaba evi arasakta dönmesek mi biraz daha?” dedi Feyyaz.
Hikayesini dinlemeyi çok istediği için Azap’ı da heyecanlandırdı bu öneri, “Nasıl olacak bu iş?”
“Ben halamı arayacağım, tanıdığım birilerine rastladığımı söyleyeceğim. İlla ki tutturdular bizi yemeğe götürmeye ben de karşı koyamadım diye de ekleyeceğim. Nasıl?”
“İyi ama sen burada doğup büyümedin ki? Tanıdığın nasıl olacak?”
“İşte sana bulduğum iş gibi, onu anlatırız!”
“Tamam da sen o kızı tanımıyordun ki sorduğun için ona yolladı arkadaşın.”
“Ya tamam! Kız Avusturya’ya gelmiş olur bir kere falan! Sen benim hikayemi dinlemek istemiyor musun? Bu ne sorgu, sual durmadan?”
“Tabi ki istiyorum!” dedi Azap utangaç bir sesle, “Mahçup olup, merakta bırakmayalım evdekileri diye söyledim ben!”
“Ne istiyorum biliyor musun şöyle bira içmek soğuk soğuk, Salih eniştem bu hacı hocalığa sarınca geldiğimden beri hiç içmedim. Rahatlarız da oh mis bir de patlamış mısır yanında ya da tuzlu fıstık!”
“Ben içmem ama fıstık yerim!” dedi Azap.
“Bir bardak biradan bir şey olmaz!”
“Yok! Sen ara hadi halanı da merak etmesinler!” dedi Azap gülerek.
“Tamam oğlum, kıza sahip çık ama bak! Sana emanet!” dedi Mukadder hanım ses tonunundaki ciddiyeti hiç bozmadan.
“Hala hiç merak etme sen! Azap’ı gözümün önünden bir saniye ayırmıyorum ben!”
Telefonu kapatırlarken arkadan Mesut’un sesini duydu Feyyaz, “Nereye gidiyorlarmış ki? Azap’ın ne işi var, gidip alayım ben onu!”
“Seninki celallendi!” dedi Azap’a dönüp.
“Büyükana mı?”
“Ya hayır halam şeker gibi kadın itiraz bile etmedi. Mesut’u diyorum!”
Azap’ın yüzü gerildi birden, “Neden iş arıyorum anladın mı? Benim bu evden gitmem lâzım bir an önce!”
Birlikte gidip kapısının önünde masa ve sandalyeleri olan salaş bir birahaneye oturdular. Sardunyalı saksılar ile yoldan ayrılmış, Çardağa sarılan sarmaşıklarla gözlerden saklanmıştı. İki fıstık bir bira söyledi Feyyaz, fıstık ve birasını önüne çekti geldiğinde ve diğer fıstık kasesini Azap’ın önüne itekledi.
“Fıstığımı paylaşmam, kendininkini ona göre ye!” dedi gülerek.
“Tamam, haydi anlat şu hikayeni!” dedi Azap sabırsızlandığını belli ederek.
“Gece uzun Azap hanım, bu gün hikayeden hikayeye yaşayacağız ya da öleceğiz!” dedi hüzüne büründü sesi son cümlede.
“Dinliyorum!”
“Bundan dört yıl önce bazı ağrılarım ve bacaklarımda ve kollarımda başlayan bir güç kaybı oldu. Büyükkannem ve büyükbabam çoktan gitmişlerdi ve ben yanlız yaşıyordum. Başlarda yoğun tempom yüzünden olan bir yorgunluk sandım. Sürekli bir durum değildi çünkü ama tipikti garip bir şekilde.”
“Doktora gitmedin mi?”
“Gittim ama belirtiler başladıktan bir buçuk yıl sonra. Tanı koymaları da kolay olmadı. Bir sürü tetkik derken altı ay dolmadan MS hastası olduğum anlaşıldı”
“O da ne?”
“Bir tür sinir sistemi hastalığı, yani sırtında, omirilikteki sinirlerde bir deformasyon başlıyor diye düşün! Yorgunluk, halsizlik falan gibi durumlar var.”
“O yüzden mi hep odandasın sen?”
“Evet aslında, evdekilerin gözüne batmaya başladığını farkediyorum aslında ama ilaçlarımı içmeme rağmen bu yorgunluk hissi ile başetmek zor oluyor.”
“İyileşecek misin?” dedi Azap üzüntüyle.
“Korkarım hayır! Ama ölmeyeceğim de merak etme!” dedi sonra gülerek, “doktorlarıma göre hastalığım hızlı bir tür değil ama fiziksel aktivitelerimi azaltarak yaşamak zorundayım!”
“Baban biliyor mu?”
“Yo hayır kimse bilmiyor! Sır bu söyledim ya! Normal insanlar gibi bir yaşam sürmem pek mümkün olmayabilir ilerleyen zamanda, yani bir aile kurmam falan zor! Çalışmam da öyle. Bu yüzden sahip olduğum tek ailemin yanına geldim ben de!”
“Çok üzüldüm, senin için yapabileceğim ne varsa söyle lütfen!” dedi Azap.
“Senin hastalığın Sultan olmuş yıllarca ondan yeni kurtulmuşsun, benimki de MS işte, Sultan’ın bir türü. Her ikisi de insanı yavaş yavaş esir ediyor ve elinden kurtulmak imkansız hale geliyor!”
“Öyle söyleme! Bak ben bir şekilde kurtuldum, sen de kurtulabilirsin!”
“Benim için zor ama babama bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Evdekilere de, yani düşünsene hastayım bana bakın diye geldim demek gibi bu! Bencilce duruyor!”
“Ne ilgisi var, onlar senin ailen!”
“Babam geçen bana torunu olsa çok mutlu olacağını söyledi biliyor musun? Halam sürekli beni izliyor ve odada ne yaptığımı merak ediyor.”
“Evlenebilirsin aslında hepsi çok mutlu olur buna!”
“Kimin hayatını mahvedeyim bu halimle söylesene!”
“Ölmeyeceğine göre sevgi yaşamanın bir çaresini buldurur insana!”
“Çocuk yapamam ben Azap!”
“Yapma bir sürü sahipsiz çocuk var, çocuk sahibi olmayan da bir sürü insan var. Bu neden engel olsun ki?”
“Bana acımaya mı başladın sen yoksa?”
“Hayır!”dedi Azap kıpkırımız olmuştu.
“Baksana şu biradan bir yudum alıp tadına bakmak istemez misin?”
Azap biraya baktı dikkatle, kokusu her masadan geliyordu zaten, “Hayır!” dedi yüzünü buruşturarak.
“Merak etmiyor musun?”
“Neyi?”
“Tadını yahu neyi olacak?”
“Hayır etmiyorum! Saat kaç oldu?”
“İzin aldık ya daha oturabiliriz! Hikaye bitince sıkıldın mı yoksa?”
“Yokda merak ettim.”
(devam edecek)