Kazara bir yaşam – Bölüm 14

Kızın anne hasretine karşı koyamadılar.

“Tamam! Okul açılana kadar git köyde kal! Sonra Mesut gelip seni alsın.” dediler hep bir ağızdan.

Bu defa Mesut sahiden gidemezdi köye Azap ile birlikte. İstiyordu ama iş yerinde aldığı görevler şimdi izin almasına uygun değildi.

“Ben giderim tek başıma! Artık yol iz biliyorum merak etmeyin!” dedi Azap ama bu defa da Mukadder hanım erkek kardeşini taktı onu peşine. Muhammed bey bu kocaman ailenin içinde en sessiziydi. Yemekten yemeğe masaya gelir onun dışında neredeyse ortalıkte görünmezdi bile. Mukadder hanım onun gençken çalışmaya Avusturya’ya gittiğini anlatmıştı Azap’a. Orada evlenmişti, bir Türk kızıydı evlendiği ama orada doğmuş büyümüş, Avusturya vatandaşı olmuştu. Bir yaz Türkiye’ye geldiklerinde tanışmışlardı. Niğde’liydi Mukadder hanımlar. Muhammed yazları çalışır para kazanırdı harçlığı için. Kapadokya’da eniştelerinin otelinde çalışmıştı o yaz da. Asuman ailesiyle o sene gelmişti Türkiye’ye ilk kez. Türkçe’yi çok bilmiyordu, Muhammed’in de çok az Almancası vardı liseden. Bir şekilde anlaşmışlardı ikisi. Üniversite sınavına gireceği yıl vazgeçip Avusturya’ya gitmişti Muhammed. O devirde kimse çocuklar okusun diye uğraşmadığından karşı koymamıştı ailesi. Yurt dışına gitmek okumaktan daha iyi bir şeydi onlara göre. Asuman’ın ailesi sevmişti Muhammed’i, kızlarının bir yabancı ile evlenmesini istemedikleri için oğlan da çıkıp gidince, nikahı yapmışlardı hemen. Erkendi elbette nikah için ama eğer yapmazlarsa Muhammed’in orada kalması mümkün olamayacaktı. Bu yüzden aileisni arayıp izin istediler. Bir kaç yıl sonra gelip Türkiye’de düğün yaparız diye konuştular. İlk bir yıl çalışamadı Muhammed ama sonraki yıl çalışma iznini alıp başladı para kazanmaya. Asuman’ın ailesi ile oturdular iki yıl. Aile yaşları küçük olduğundan nikahlı da olsalar karı koca olmalarına izin vermedi. İki kardeş gibi yaşadılar aynı evde. Üçüncü yıl Muhammed daha iyi bir iş bulunca Türkiye’ye gelip iki aile arasında bir düğün yaptılar söz verdikleri gibi. Döndüklerinde de Asuman ve Muhammed için ayrı bir ev açtılar. İki ailede, gençler de çok mutluydu. Hemen ertesi yıl Feyyaz dünyaya geldi. Mukadder hanım da evlenmişti Muhammed gitmeden önce, iki çocuğu da doğmuştu. Muhammed çok sonra dünyaya gelmişti ablasından. Yaş farkları çoktu. O yüzden hep çocuğu gibi görmüştü Mukadder hanım onu.

Feyyaz dünyaya geldikten sonra altı aylık olana kadar bekleyip, Türkiye’ye gelmeye karar verdiler. Muhammed’in ailesi de görsün çocuğu istiyorlardı. Asuman’ın babası çocukla rahat etsinler diye arabalarını verdi onlara. Daha Avusturya sınırında çıkar çıkmaz bir kazaya karıştılar. Feyyaz’a hiç bir şey olmadı. Muhammed’in başı yarılıp, sağ kolu kırıldı. En çok zararı Asuman görmüştü. Önce bir kaç hafta komada kaldı. Sonra kendine geldiğinde vücudunun bir kısmının felç olduğunu farkettiler.

Mukadder hanımın ailesi bir türlü gidemediler evlatlarının yanına. O zamanlar yurt dışına çıkmak ne maddi açıdan, ne de vize alma açısından şimdiki kadar kolay değildi. Hepsinin hayatta olduğuna şükrettiler sürekli. Bu kötü kazanın ardından Muhammed’de bir daha Türkiye’ye gelme sözü etmedi. Asuman beş yıl felçli olarak yaşadı. Feyyaz’a anneannesi ile dedesi baktılar. Beş yıl sonra birden bire bir kalp krizi geçirdiğini söyledi doktorlar karısının. Kaza yüzünden sürekli kendini suçlayan Muhammed iyice bunalıma girdi Asuman ölünce. Oğluna rağmen kalamadı döndü geldi Türkiye’ye.

Toparlansın da oğluna sahip çıksın diye götürmedikleri doktor kalmadı Türkiye’de, hatta bir yıl bir rehabiltasyon merkezinde yatırdılar. Bunalımdan çıktı ama bir daha eski Muhammed’de hiç olamadı. Toparlanıp kendine geldiğinde aradan on iki yıl geçmişti. Feyyaz artık on üç yaşındaydı. Annesi ve babasını hiç hatırlamıyordu. Muhammed onu almak için yeniden Avusturya’ya döndüğünde onunla gelmeyi kabul etmedi. Öfkeli bir şekilde kovdu babasını. Anneannesi ve dedesi onunla konuşmaya çalışsalar da ikna olmadı. Annesini öldürmüş ve oğlunu terketmişti Feyyaz’a göre. Türkiye’ye onunla gelirse bunu yeniden yapmayacağı ne malumdu?

Muhammed bir kez daha yıkılmış bir şekilde döndü eve. O yıl ardı ardına anne ve babalarını kaybettiler Mukadder hanımla beraber. Kadıncağız kardeşini öyle yapayanlız bırakmak istemediği için onu da yanlarına aldı. O günden beridir de birlikte yaşıyorlardı. Feyyaz şimdi yirmi sekiz yaşındaydı. O öfkeleri dinmiş akıllı, mantıklı bir genç adam olmuştu. Türkiye’ye iki kez gelmiş babası ile uzun uzun konuşmuş ve o zamanlar olanlar için özür dileyip gönlünü almıştı. En azından olanların babasının suçu olmadığını ve annesine olan aşkının dönüştüğü acıyla nasıl mücadele ettiğini anlamıştı. Yine de gelip onunla Türkiye’de yaşayamazdı. Avusturya’da bir hayatı vardı. Anneanne ve dedesi vefat etmişlerdi ama o artık ayakları üzerinde duran bir adamdı. İş kurmuştu, kendi işini yapıyordu. Evli değildi ve düşünmüyordu da. Babasını yanına çağırdı ama Muhammed gitmedi. Bunca yıl sonra çocuğuna yük olmak istemiyordu. Yaşlanmıştı artık, yeniden Avusturya’ya uyum sağlayacak gücü yoktu.

Mukadder hanım ile kocası çok ısrar etmişlerdi bir kerecik olsun oğluyla gitmesi ve yakınlaşması için ama dinlememişti. Oğlu onu affetmişti ama o içten içe kendini affedememişti. Kayınvalidesi ve kayınpederi vefat ettiklerinde gitmişti iki kez onlarda da birer gece otelde kalıp hemen geri gelmişti.

“Muhammed amcayı yormasak!” dedi Azap, adamcağız oğlunun yanına bile gitmezken Azap ile kalkıp köye gelecekti. Huyunu biliyorlardı kalmadan da geri dönecekti mutlaka.

“Kızım çıksın biraz ona da bir değişiklik olur, sanki ne yapıyor dört duvar arasında. Bakarsın sever oraları!” dedi Mukadder hanım fısıldayarak.

Azap itiraz etmedi. İkisi birden çıktılar yola. Muhammed bey tam tahmin ettikleri gibi kalmadan döneceğini söylediği için yanına hiç eşya almamıştı. Yol boyunca “Bir ihtiyacın var mı kızım?” diye sormuş onun dışında söze girmemişti.

Bilge’nin uğraşları ile ana yoldan köye bağlanacak yolun çalışmaları başlamıştı. Muhammed bey otobüsten hiç inmeden Azap’ı göndermiş kendisi devam etmişti. Bilge’nin adamları kızı görünce tanıdıklarından hemen arabalarına alıp köyün girişine kadar götürmüşleri.

Sultan kızın yanlız başına görünce kocası kapının önüne koydu sanıp hemen başlamıştı laf sokmaya. Azap bu defa dolu geldiği için büyükanasının elini bile öpmeyip doğrudan ahıra gitmişti. Sultan kızdaki bu hallere bir anlam veremediği için sözlerini köylü duysun diye yüksek sesle tekrarlayıp peşlerine düştü. Sultan’ın torununda yine bir olay var sanan köylüler hemen üşüşmüşlerdi peşlerine.

Azap hiç birine aldırmadan ahırda çamaşır yıkayan annesinin kollarına koşmuş, öpe koklaya ona sarılmış. Sonra da elinden tutup ahırın önüne çıkarmıştı.

Sultan iki eli belinde kızın yapacağı açıklamayı bekliyordu.

“Evlenelip gideli tam bir yıl oldu!” dedi Azap başını dikleştirerek, “Artık bir üniversiteliyim, sınavı kazandım. Anamı eşiğinden atlatmayanlar ile sesini içine kaçıranlar duysun burada. Ceza sona erdi!”

(devam edecek)

Kazara bir yaşam – Bölüm 14” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s