“Aferin damat! Elin boş gelmemişsin!” dedi Sultan evin önünde gerine gerine. Azap gelir gelmez Sultan’ın elini öpüp ahıra koşmuştu anasının yanına. Gül kızını karşısında görünce şaşkınlıktan kala kalmış sonra ona sıkıca sarılıp kokusunu içine çekmiş bağrına almıştı.
Azap’ın getirdiği paketleri herkes görsün diye evin önünde açıyordu Sultan. İçinden kumaşlar, havlular, yemeniler çıkıyordu açtıkta. Mukadder hanım köy yerinde bulamayacakları, ihtiyaç olacak şeyleri düşünmüş, koydurmuştu paketlere.
“Taşı damat içeri şunları! Karınla anası ahırda!” dedi Sultan yine etrafa duyura duyura. Mesut sesini çıkarmadan taşıdı hepsini bir bir kadının gösterdiği yere bıraktı. Geçen defa köylüyü üzerine salan bu kadın olduğundan çekiniyordu ona laf uzatmaya. Sonra çıkıp ahıra gitti Azap’ı bulmaya. Azap anasıyla diz dize oturuyordu samanların üzerinde, ona şehirdeki evleri anlatıyordu.
Gül damadını görünce toparlandı kalktı, yanına gitti. Eline kalbine götürdü gülümsedi.
“Annem sana teşekkür ediyor, bana çok iyi bakmışsın!”
“Bir şey değil!” dedi Mesut gözlerini kaçıra kaçıra. Sonra kendini orada fazlalık hissedince, geçen defadan bildiği nehire doğru vurdu bayır aşağı. Hiç değilse burada tek başına kalabilirdi biraz. Bu köye bir daha dönmeyeye yemin etmişti giderken. Köydeki hayatın içine girip biraz öğrenmek resimlemek istemişti. Köyden bir hayatın içine girmişti. Aslında Bilge’den dinleyince Azap’ın hikayesini yazmak canlandı ilkin kafasında, hikayenin sonu kendine bağlandığı için nasıl toparlayacağını düşünüyordu sadece. Az önce Gül’ün gözlerini görünce, o minnete bir de böyle bir darbenin çok olacağını düşündü daha önce tanıştığı nehire bakarken.
Nehir öyle korkulacak gibi akmıyordu aslında. Sultan’ın nehire atacağım diye korkutuğunu düşününce şaşırdı. Bu nehire çocuk atsan boğulmazdı, sığdı bi defa, o kadar sakin akıyordu ki, ağaçtan düşen yaprağın gözden kaybolması epey vakit alıyordu.
Yine de fotoğaf çekecekti bu köyde, evdeki diğer makinasıyla gelmişti. İlk günden çıkarmamıştı sadece. Bu gün buralarda akşamı ettikten sonra yarın sabah başlardı çekmeye, Azap evinde hasret giderir o da etrafta dolaşırdı rahatça korkmadan. Nehire çamaşıra inen iki kadın Mesut’u görünce hatırladılar hemen ve kendi aralarında konuşarak kıkırdamaya başladılar. Mesut’un sinirleri bozuldu bu duruma ve indiği bayırı yeniden tırmanıp ahırların arkasına gitti. Gül fasulye ayıklıyordu az önce oturduğu yerde. Kadının bu kokulu ahırda samanların üzerinde yaşadığı ortadaydı. Bir yorgan ve yastık dürülmüş duruyordu köşede. Bir sepetin içinde bir kaç eşya vardı yanında. Mesut’u farkedince eliyle evi gösterdi ona. Azap’ın eve girdiğini söylüyordu.
“Teşekkür ederim!” dedi Mesut yürüdü eve, nehirde umduğu gibi oyalanamadığı için makinasını almaya karar vermişti dönüp. Hazır Azap’ta içeride olduğuna göre Sultan ile oyalanmadan makinayı alabileceğini düşündü.
Tam adımını içeri attı ki Sultan’ın sesi duyuldu hemen “Damat odun kırılacak!”
Mesut hayatında odun kırmamıştı, ne diyeceğini bilemeden baktı Sultan’a, “O yapamaz büyükana!” dedi Azap.
“Oy! Yapamaz ne be! Kız kandırmaya aklı eriyor da! Abdest almaya niyeti varsa kıracak! Şehir değil burası.”
Mesut’un tepesi attı yine, “Nerede odunlar?” dedi ters ters, Azap kıpkırmızı olmuştu. Sultan’ın bu haddini aşan sözlerine o alışıktı ama Mesut’un yanında olunca zoruna gitmişti.
“Odunlukta! Göster kız kocana odunları! Yorulursa akşama rahat edersin sen de!”
Azap utancından başını öne eğdi Mesut’un yanından hızla geçip dışarı çıktı. Mesut’da onun peşinden çıkarken homurdanıyordu “Kaç yaşına gelmiş kadının aklı hâlâ şalvarında!”
Azap hepten kızardı cevap veremedi, odunların yerini gösterdi oğlana, tam dönüp gidecekti ki, Mesut yapıştı koluna “Bana baksana! Anneni yanına alacağını söylesene bu kadına!”
“Ne?” dedi Azap.
“Anneni diyorum giderken götürelim! Bir daha da buralara dönmeyin! Görsün bu cadı kendi başına nasıl yaşanıyormuş?”
Azap bir an için tereddüt etti baktı Mesut’a.
“Annenle konuş, bizim ev zaten kalabalık bir boğazdan bir şey olmaz, sen okuyup bakarsın sonra anana!”
“Ya evlilik? Ne diyeceğim ona?”
“Anlatırsın ne olacak ki? Onun başına da gelmiş zaten anlar! Bizim seninle aramızda bir şey olmadı ki!”
Kafası karıştı Azap’ın, Mesut’tan hiç beklemediği bir hamleydi bu ama tam da ona göre bir hamleydi aslında.
Bir şey söylemeden yürümeye başladı ki seslendi Mesut “Nasıl kırılacak bu odunlar?”
Geri dönüp, onu itti koluyla Azap, geçti başına bir iki tane kırdı sonra bıraktı. Aklı öyle karışmıştı ki, Mesut’a bakmadan döndü yürüdü ahıra. Mesut bir saat uğraştı kendi kan ter içinde, sonra fırlattı döndü eve.
“Hani odunlar damat?” dedi Sultan onu görünce.
“Yatmıyacağım karımla senin evinde!” dedi Mesut kadının arsızlığına karşılık.
Sultan hep baskın olmaya alışık olduğu için birden erkekçe ve apaçık bu çıkışa cevap veremedi.
“Tövbe estağfurlah!” çekerek döndü içeri girdi. Mesut’ta ahıra yürüdü.
Azap’ın gözleri kıpkırmızı olmuştu. Gül yanında değildi.
“Ne oldu konuştun mu?” diye sordu Mesut, kadın kabul ettiyse hemen dönüp gidecekti buradan.
“Kabul etmedi!” dedi Azap ağlayarak.
“Nasıl kabul etmedi ya? İkinizin de hayatı kurtılacak işte!”
“Ekmeğini yediği için ihanet etmek istemiyor”
“Kendi bilir!” dedi bu sefer yine sinirlendi çıktı ahırdan döndü eve yürüdü, hava kararmak üzereydi, gitti makinasını buldu, güneşin son ışıklarından kalan gölgeleri fotoğrafladı biraz. Hiç insan yoktu bu fotoğrafkarda, köy loş ve sessiz görünüyordu.
Elektirik olmadığı için erkenden hayat söndü köyde, Gül’ün pişirdiği fasulyeden yediler birer tabak sessizce. Sultan, damadın edepsiz çıkışından sonra sessizleşmişti. Azap bilmiyordu aralarında geçenleri ama aklı annesinde olduğundan Sultan’ın sessizliğini bile farketmedi. Azap’ın eski odasını açtı onlara Sultan bir şey söylemeden girdi odasına kapısını kapattı.
“Burada mı uyuyacağız?” dedi Mesut duvardan yana dürülmüş yorganlara bakıp.
“Sen burada uyu, ben annemin yanında uyuyacağım.” dedi Azap, ona yağ lambasını bırakıp, yatağı açtı, sessizce çıktı evden.
Mesut’un içi darlandı, oturdu biraz vakit geçiremedi. Yağ lambasını üfledi söndürdü. Yorganın ağırlığı basınca uyuştu sızdı kaldı. Gözünü açtığında gün çoktan ağarmıştı. Odanın içini tuhaf bir sıcak basmıştı. Kalktı üzerini başını toparladı, çıktı odadan. Evde çıt çıkmıyordu. Ortada yer sofrasında bir parça peynir, yanında doğranmış biber domates ile beze sarılmış yufka ekmeği duruyordu. Nihale üzerinde bir de çaydanlık vardı. Gidip eliyle dokundu çaydanlığa ılıktı. Oturdu kendine ayrıldığını düşünerek, yufkaya sardı masadakilerden bardağa çayı doldurdu yedi güzelce. Ayak sesleri olunca dönüp baktı, Azap gelmişti.
“Hah iyi yemişsin! Kaldırayım ben de! Büyükana meydana gitti, şenlik var bu akşam!”
“Bu gece de kalacak mıyız?” dedi Mesut sıkıntıyla.
“Annemle bir gece daha kalayım, yarın gidelim” dedi Azap ona bakmadan, annesini ikna edemeyişine çok canı sıkılmıştı, o kadar umutlanıp.
“Sınavı kazandığında anneni ikna edersin” dedi Mesut diyecek bir şey bulamamıştı. Burada bir gün daha geçirmesi gerekiyordu şimdi. Madem şenlik vardı, hiç değilse meydana gidip fotoğraf çekerdi biraz. Azap yer sofrasını toplarken kendini eğreti hissetti, kalktı makinasını alıp dışarı çıktı. Meydana yürüdü, onu gören gelip sırtına yumruğu patlatıyordu “Hoşgeldin damat!”
Tam objektifi ayarlayıp çekmeye niyet ettiğinde omuzuna bir yumruk iniyor bir türlü istediği pozları alamıyordu. Sonunda ikram başladı bu defa kızlar erkekler konusu olmadığı için herkes gidip kendi alıyordu yiyeceğini ikramlık alandan. İnsanlar evlerinde aç kalmış gibi ikrama üşüşünce bir iki poz çekti ama herkesin ardı dönük olduğu için içine sinmedi, beklemeye başladı.
(devam edecek)