“Durmadan şenlik kutlayan bir köy ha? İlginçmiş!” dedi Nevzat!
“Sorma!” dedi Mesut başına gelenleri aklından geçirip, “Köyün kendi şenlik zaten! Tımarhane gibi!”
Masadakiler kaş göz ettiler Mesut’a kızın yanında öyle konuştu diye ama Azap başını tabağına eğdi kaldırmadı hiç. Bilge’nin köy hakkında Mesut’a anlattıklarını dinleyince içerlemişti biraz. Doğru mu söylüyordu oğlan emin değildi ama eğer doğru diyorsa Bilge onları bir avuç deliyi avutur gibi eyliyordu demek! Büyük adam sayıp saygı duydukları kişinin bu sözlerini duysa köylüler, adım attırmazlardı ona. Haksız değildi adam, biliyordu Azap ama yine de içerlemişti elinde olmadan. Bir şeyi sevgiyle yapınca böyle bakar mıydı insan? Bakıyordu demek, hatta böyle olmalarına rağmen seviyordu köyü Bilge, yoksa onca zaman onca yeniliği getirmek için uğraşır mıydı delilerle!
“Bir çeşit sosyal deney gibi!” dedi Nevzat’ın karısı Füsun. Azap tam anlayamadı bunun ne olduğunu fen kitabındaki deneyler geldi aklına ama yormadı kafasını. Ruhu da bedeni de aklı da yorgundu şimdi. Mesut masadan kalktıktan sonra hiç ilgilenmedi bir daha Azap’la. Yelda’nın kızı Hale ayrılmadı bütün gün Azap’ın peşinden. Eve gelen yaşına yakın tek kişiydi Azap.
“Azap abla sen sınava mı gireceksin?”
“Evet üniversite okuyacağım!” dedi Azap.
“Ben de okuyacağım ama daha ilkokula gidiyorum. Hacı Ayşe Çakmak İlkokulu! Sen hangi okula gidiyorsun abla?”
“Ben öyle okula gitmedim hiç! Bizim köyde okul yok!”
“A? Nasıl gitmedin?” diye sordu Yelda merakla, “Sınava nasıl gireceksin ya?”
“Dışardan okudum ben, lise diplomamı aldım yeni!”
“Nasıl aldın okul yoksa?” diye sordu bu defa Füsun. Hepsinin ilgisini çekmişti bu küçük köylü kız. Hiç tanımadıkları bir adamın peşine takıp okumaya göndermeleri de tuhaflarına gitmişti aslında ama bir şey dememişlerdi.
“Bilge var bizim köyde, o eğitti beni. Okuyan tek kişiyim ben!”
“Mesut ağabeyimin bahsettiği Bilge mi?”
“Evet o Bilge! Bizim köyün lideri!”
“Niye başkası okumadı bir tek sen okudun abla?”
“Ne bileyim Bilge öyle seçmiş beni!” dedi Azap annesinin hikayesinden bahsetmek istemediği için.
“Demek bir ışık görmüş sende!”
“Nasıl yapacaksın sen şimdi burada?” dedi Yelda merakla.
Mukadder hanım kızına kaş göz etti bunaltmasın Azap’ı diye, “Nasıl yapacak var mı canım?” dedi gülerek, “Tanrı misafiri geldi işte kızcağız! Emanet o bize! Çalışacak girecek sınava burada!”
“Nerede uyuyacak o zaman?” dedi Hale çocuk saflığı ile hepsi birbirine baktı.
“Ben size yük olmak istemem, ahırda falan uyurum!” dedi Azap, “Her işe de yardım ederim!”
Hepsi gülünce anlamadı neye güldüklerini ama Mukadder hanım açıkladı “Buralarda ahırlar yok güzel kızım, şehirde hayvan beslemiyoruz!”
“Eti, sütü ne yapıyorsunuz ya?”
“Çarşıdan alıyoruz!”
Azap’ın dünyadan habersiz saflığı hoşuna gitmişti hepsinin, bu çalışkan, azimli kıza yardımcı olmayı görev edinmişlerdi. Döndüklerinin ertesi günü Ayfer gelmişti heyecanla. O gelince Mesut’un gözlerinin nasıl parladığını görmüştü Azap. Ona nasıl nazik davrandığını, onunla konuşurken ses tonunun bile nasıl değiştiğini izlemişti dikkatle. Ayfer’de aynı Mesut’un ailesi gibi çok tatlı bir insandı. Azap’ın hikayesini duyunca o da elinden gelen ne varsa yapacağına söz vermişti. Kızın ellerinden tutup gözleri dolarak bir konuşma yapmıştı hatta.
“Ah keşke her genç kız senin gibi akıllı şuurlu olsa Azap’cığım! Bu ülkenin sırtı yere gelmez o zaman. Bak daima yukarı bakışın seni o küçücük dünyadan çıkardı yeni ve daha büyük bir dünyaya getirdi. Okulunu bitirdiğin zaman dünyan daha da genişleyecek. Öğrenmek sadece seni geliştirmez, dünyayı da büyütür! Dünya büyüdükçe insanoğlu da büyür!”
Azap dünyanın büyümesi konusunu anlamış ve çok hoşlanmıştı bu fikirden. Mesut’un bu kıza davranışları biraz içini acıtmıştı, kendine nasıl davrandığını hatırlayınca ama kızın sevgi dolu yaklaşımı ve davranışlarını görünce hakkettiğini düşünmüştü bu nezaketi. Bir gün o da aynı Mesut’un nişanlısı gibi olmak istediğini anladı. Burada sadece okumayacak, bu insanların bildiği her şeyi de öğrenecekti. Anasının gururu olacaktı.
Mesut Bayide’den eli boş dönünce, istediği gibi işinde ilerleme kaydedemedi. Hemen evlenmek istedikleri için şimdilik Ayfer’in babasının ona sunduğu işlerden birini kabul etmekten başka çaresi yoktu. Adam oğlana iyi maaş teklif ediyordu ki, kızıyla birlikte ayrı bir eve taşınsınlar, kendi başlarına otursunlar diye. Ancak Mesut ailesi ile oturmakta ısrar ediyor, Ayfer’de aileyi tanıyıp sevdiği için nişanlısının yanında duruyordu bu kararında.
“Babacığım, sen anlamıyorsun! Onlar çok farklı insanlar, öyle gelini yanına alıp, horlayan kayınvalidelerden değil Mukadder teyze. Aldık bizim oldu hikayesi değil bizimki. Bir şans versen çok seversin sen de! Hele bir de kız geldi şimdi köyden Azap, hikayesini dinlesen gurur duyarsın!”
“Kızım insanın iyi olması elbette durumu düzeltir ama ev ev üzerinde mutlu olan görülmemiştir daha yeryüzünde. Onlar aynı kandan birbirlerinden rahatsız olmazlar ama sen el kızısın. Alışmadığın, bilmediğin şeyler bunlar senin. Yapamazsın!”
“Şayet yapamazsam sana söz veriyorum Mesut ile konuşup ayrı eve çıkmak için ısrar edeceğim tamam mı?”
Kızını ikna edemeyince mecburen onay verdi Ayfer’in babası. Evlenmeleri için hazırlıklara başlandı. Bu durumda yapılacak yegane hazırlık gelinlik, damatlık, nikah ve düğüne dairdi.
Azap için bir kurs ayarlamak istemişti Nevzat ile Füsun. Kızın köyde aldığı eğitimin sınavda yeteceğine pek akılları yatmamıştı. Azap bu kursların paralı yerler olduğunu duyunca kesinlikle istemedi gitmeyi. Burada yaşadıkça, çalışmak, para kazanmak, çarşıdan almak gibi şeylere yavaş yavaş aşina oluyordu.
Hale okuldaki öğretmenine sürekli Azap ablasından bahsedince, öğretmen de merak edip bir gün evlerine geldi. Azap’ı görünce o da çok sevdi ve ilgilendi. Bir kaç arkadaşı ile görüşüp eve gelip en azından kızın seviyesini anlamalarını rica etti. Böylece bir kaç gönüllü öğretmen sınava kadar Azap’ın derslerine yardım etme kararı aldılar. Kızın durumu anlattığı hikaye ve aldığı eğitime göre oldukça iyiydi. Her defasında okuması için ona kitaplar da getiriyorlardı. Bütün bunlar olurken Mesut aynı evin içinde neredeyse onu hiç görmeden konuşmadan yaşıyordu. Başına gelenlerden dolayı onu suçladığını içten içe hissediyordu Azap. Buradaki yaşantıyı görünce neden böyle hissettiğini de anlamıştı az çok. Bayide’de süregiden hayat ile dışarıdaki hayat ve insanlar başka dünyalara ait gibiydiler. Bilge’nin Mesut’a söylediklerinin çoğu yersiz değildi bu yüzden. Bayide başlı başlına bir gezegen gibiydi, diğer tüm evrenden ayrı bir yer. Elektiriği, suyu olmadığına bile inanamıyordu bu evde yaşayanlar.
“Bu devirde kaldı mı öyle yer!” deniyordu buralarda.
Musluklardan su akması, bir düğmeye basınca odaların aydınlanması, telefon denilen aletle seslerin taşınması kitaplarda gördüğü şeyler olsa da gözüyle görünce hayretten hayrete düşürmüştü Azap’ı. Annesinin ahırda yaşadığını düşününce iyice içi eziliyordu. Kimbilir ne eziyet ediyordu Sultan ona?
(devam edecek)