Kazara bir yaşam – Bölüm 3

Köyün antik kuntik şenliklerinin arası en çok iki haftaydı. Aslında Bilge baştan bu kadarını planlamamıştı ama köylüler şenlik biter bitmez yeniden hırs küpüne dönmeye başlayınca mecburen sayıyı artırdıkça artırmıştı.

“Şenlikte küslük olmaz!” temel prensipti, bu yüzden iki haftada hırsa bürünenler şenlik günü gelince öpüşüp barışıyordu.

Bilge’nin köye ilgi gösteren misafirinin oğlu çıkıp geldiğinde köy yine bir şenlik arefesindeydi. Bilge hiç tanımadığı bu genç adamı kapısında görünce şaşırmış, sonra onu buyur edince kim olduğunu anlamıştı. Oğlan yirmisini yeni aşmış, çiçeği burnunda bir gazeteciydi. Babasından dinlediklerinden etkilenmiş, farklı bir haber yapabilme umuduyla atlayıp gelmişti. Bir kaç kişi ile fotoğraf çekecek, başta Bilge köyden bir iki kişi ile ropörtaj yapacak, sonra dönecekti. Elinde fotoğraflarla, anlatılanlar olunca haberi yaşadığı şehirde yazardı zaten.

“Adım Mesut!” demişti gelir gelmez, muhabbet ilerledikçe nişanlandığını yaza evleneceğini anlatmıştı. Aslında hemen dökmezdi hayatını ama merak etmesin diye nişanlısını arayacağı zaman telefonun çekmediğini farkedince tutuşmuştu paçaları.

“Buralarda çekmez geldiğin yönde yarım saat gideceksin tepenin ardından anca çeker!” demişti Bilge. Geldiği iki tekerlinin daha motoru soğumadan mecburen binip gitmişti çeken yeri bulana kadar.

“Ayfer geldim ben merak etme! Telefon çekmiyor burada haberin olsun! Elektirik de yokmuş, babam niye söylemedi anlamıyorum?”

Ayfer çok hayıflandı nişanlısının durumuna, orada çekeceği fotoğraflardan birazını atar, akşamları sohbet ederler diye düşünüyordu ama görünüşe göre Mesut dönesiye kadar seslerini duymaları bile zor olacaktı.

“Benim için önemli bu haber!” dedi Mesut, kız bir şey diyemedi. Ayfer’in babası Mesut istese şirketinde bir iş vermeye hazırdı oysa. İlla gazeteci olacağım diye uğraşmak neyin nesiydi anlamıyordu. Yedi yıl koşmuştu Mesut Ayfer’in peşinde. Zenginlikten yana pek denk ailelerden değillerdi. Ayfer’in derdi para değildi ama yine de alıştığı çevredekilere benzemiyordu Mesut. Sanki biraz kaba sabaydı. Lafı ağzında belki de. Sonra sonra Mesut vazgeçmeyince alıştı mı nedir sevmeye başladı oğlanı ama yinede “Evet!” demedi. Onun etrafında dolanması hoşuna gitmişti. Kalbin kapısını biraz aralayınca Mesut gelip yerleşmişti içine ama şimdi ikisi de deli gibi birbirine aşıktı. İki yıl da Ayfer’in babasını ikna etmek için beklemişlerdi.

“Daha çocuk sayılırsınız aceleniz ne?” diyordu adam. Dengi görmüyordu kızının bir yandan, bir yandan da oğlan daha hayata yeni atılmıştı. Çocuktular kızın peşinde dolanmaya başladığında, geçerler sanmıştı aile ama yaş aldıkça güçlenmişti çocukların bağları. Onca sene fazla ses etmeyip şimdi bulacak bahane kalmamıştı aslında. Mesut’un toyluğu konu ediliyordu.

Mesut’un ailesi kocaman bir evde yaşıyordu. Evin kocaman olması bir konak olduğundan değil, ağabeyi, karısı, iki çocukları, boşanıp gelen ablası onun bir kızı, annesi, babası ve bir de bekar dayısı bir aradaydılar. Bir de Mesut tabi.

Ayfer’in babası oğlanın evinde nüfusu duyunca neredeyse şoka girecekti. Mesut evlenince o evde yaşayacaklarını söylemişti Ayfer’e. Ayfer’in babası henüz bilmiyordu ama çok iyi insanlardı aslında Mesut’un ailesi. Mesut öyle düşündüğü için değil, sahiden öyleydiler. Zaten onca kalabalık, ev ev üzerinde bir arada yaşayabilmek için çok iyi insan olmak gerekirdi. Yoksa Bayide köyünün nüfusu da en çok beş katıydı o evin ama birbirlerinin gözünü oymaya pek meraklıydılar kapıları, bacaları ayrı olduğu halde.

Bunların hiç birini anlatmamıştı Bilge’ye elbette Mesut. Nişanlısını aradıktan sonra dönüp geri gelmişti. Niye geldiğini anlatıp, cevap alamadan nişanlısını aramak için çıktığı için Bilge onu bekliyordu konuşmaya.

Mesut sadece Bilge ile ropörtaj yapıp sonra dönmesi gerektiğini duyunca çok şaşırdı. Köylü şehirden gelenleri sevmiyordu da ne demekti? Bir kaç fotoğraf çekip dönecekti. İsterse Bilge’de onunla dönebilirdi köyün içinde. Belki o zaman köylü ses etmezdi. Aslında köyde yaşanılan değişim ve yapısı gerçekten ilginç bir hikayeydi. Bilge’de farkındaydı bunun. Kendini onlarla yaşamaya fazla kaptırınca kafa yormuyordu ama zaman zaman o da düşünüyordu bunları.

“Bu gece dinlen hele! Uzak yol geldin!” dedi Bilge. Ona güzel ikramlarda bulunduktan sonra hazırlattığı odaya yolladı oğlanı.

Ana yoldan köye yol açtırmak istiyordu uzun zamandır. Bunun için köyün parası yoktu. Devlete yazılar yazılmıştı ama Bayide’ye bir türlü sıra gelmiyordu. Kadınlar gıybetini bıraksın kendilerini farklı hissetsin diye sepet ördürüyordu onlara Bilge. Zaten biliyorlardı sepet örmeyi ama ihtiyaçları kadar örüyorlardı her zaman. Bilge’nin onları organize etmesi ile şimdi her biri bir sürü sepet örmeye başlamıştı. Bilge’nin seçtiği üç adam, her hafta ilçenin pazarına gidip satıyorlardı bu sepetleri.

Zamanla tavukları çoğalttılar, yumurtalar da gitmeye başladı pazara. Satılanın parası muhtarda birikiyordu. Bilge köylünün parasına asla el sürmezdi. Önce yol sonra da köyün ihtiyacı ne varsa yapılsın istiyorlardı bu parayla. Sultan’ın Azap ile Gül’ü atmak istediği azgın derenin etrafında çokça buluyorlardı istedikleri çırpıdan. Mevsiminde gidip topluyor sonra onları kurutuyorlardı. Vakit buldukça irili ufaklı ıslat ıslata örüyorlardı sepetleri. Erkekler de merak salmıştı sepet işine. Kahve de boş boş vakit öldürmelerine kızıyordu Bilge zaten.

Gül ile Azap’ta sepet örüyorlardı ahırda karşılıklı. Sultan baştan kollarım ağrıyor deyip bulaşmamıştı sepet işine. Nasılsa onun için örecek başkaları vardı. Hem niye sepetlerin parası paylaşılmıyordu köylü arasında da muhtarda duruyordu diye kızıyordu.

“Köyün ihtiyaçları bitince sıra ona gelecek” demişti Bilge.

“Koca köyün ihtiyacı biter mi?” diye homurdanmıştı bu defa Sultan. Onu kocaman sandığı köyü baştan başa yüz adımda bitiyordu ama Sultan’ın da dünyası o kadardı zaten. Hepsinin dünyası o kadardı. Bilge uzaydan bu minicik dünyaya gelmiş de medeniyet getirmiş gibiydi. Tabi Bayide için medeniyetti. Yoksa ilçeye bakınca daha köy bile sayılması zordu.

Sepet işine başladıktan bir kaç ay sonra, büyükşehir belediyesinden bir yazı geldi. Yapılacak festivalde yöresel ürün pazarı kurulacaktı. Sepetlerin orada olmasını istiyorlardı. Köylünün nehir kenarında sepetler için malzeme toplama yarışı görülmeye değerdi. Neredeyse gün doğmadan bayır aşağı akın akın iniyorlar, en çok sepeti yapmak için topladıkça topluyorlardı. Sonunda bölgeyi talan ettiler. Ertesi sene bile çıkamayacak hale geldi otlar.

“Bilge şehirde satılacakların parası sizin!” demişti hepi topu! Dediğine diyeceğine pişman olmuştu ama olan da olmuştu artık. Tohumu üzerinde olanları tek tek ayırttırdı, talan edilen bölgeye yeniden diktirdi köylüye.

“Bindiğiniz dalı kesmişsiniz, hırsınızdan!” diye azarlamıştı her birini. Mahcup olmamışlardı elbette. Söyleneni yapıp, bu sefer daha çok örme yarışına girmişlerdi. Allah’tan iki haftada bir şenlik oluyordu da köyde birbirlerini boğazını sıkma aşamasına geldiklerinde sarılıp öpüşmek zorunda kalıyorlardı.

Yumuşamıyordu Bayide’lilerin yürekleri. Bilge ne yaparsa yapsın, aynı sertlikte, aynı terslikte devam ediyorlardı. Mesut’a bunu anlatsa da anlamıyordu delikanlı. Sabah uyanır uyanmaz ısrarla başladı. Yedi yılda ikna etmişti Ayfer’i, Bilge’yi yedi günde ikna ederdi gerekirse.

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s