Verna söylene söylene elindeki yükle önce eve uğradı. Sonra ormanda sessice çalışabilmek için gerekli şeylerle, götüreceği kitapları ayarlardı ve hepsini yüklenip yeniden çıktı evden. Yüklerle ormana yürümek düşündüğünden zor olmuştu ama yine de bu fikirden vazgeçmemek için direndi ve kan ter içinde daha önce oturduğu ağacın altına vardı.
Elindeki her şeyi kenara bıraktıktan sonra hemen sırtını ağaca dayayıp oturdu ve gözlerini kapattı.
“Ah işte cennetin sesine kavuştum!” diye mırıldandı kendi kendine.
Ne kadar süre öyle kaldığını bilmiyordu ama gözlerine düşen gün ışığı gölgelenince açtı gözlerini. Karşısında ayakta duran birini görünce irkildi birden. Etraftaki tüm seslere kulaklarını açmasına rağmen yaklaşan bir ayak sesi duymamıştı.
Uzun süre gözleri kapalı olduğu için gün ışığının gölgelediği silüetin sahibini seçemedi.
“Ormanda ders kitapları ile uyumak yeni bir öğrenme yöntemimi” dedi sesin sahibi.
Verna çok iyi tanıdığı bu sesin sahibine dikkatle baktı yeniden ve ışık onun yüzünü seçmesine yardım etti bu sefer.
“Norba!” dedi heyecanla, “Sen O’sun değil mi?”
“Ah demek beni tanıyorsun? Gurur duydum? Söylesene ne yapıyorsun burada? Yaşam alanında bir ev vermediler mi sana yoksa?”
Verna hayalini kurduğu delikanlıyı bir anda karşısında görünce sersemlediği için söylediklerini algılayamıyordu bir türlü, sendeleyerek ayağa kalktı ve arkasını çırpmaya başladı.
“Ben şey için geldim! Ah bu anın geleceğini biliyordum!”
Nobra yüksek sesle bir kahkaha attı “Söylesene öğrenci misin sen? Hiç görmedim daha önce seni?”
Nihayet biraz zihnini toparlayabilen Verna “Evet ben şeyim, misafir öğrenci, birinci sınıfım yani!”
“O hoş geldin o zaman! İki günde ormanı nasıl keşfettin hemen!”
“Ben ormanın sesini dinliyordum!”
Nobra’nın yüzü hayret dolu bir ciddiliğe büründü birden, “Ne yapıyorum dedin?”
“Ormanı dinliyordum. Çocukluğumdan beri yaparım!”
“İşte bu çok ilginç! Ben de yaparım!” diyerek Verna’nın demin oturduğu yerin hemen yanına bağdaş kurdu Nobra, “Otursana konuşalım biraz!”
“Nereden öğrendin bunu söylesene?”
“Annemden!” dedi Verna, “Annem her zaman beni ormana götürüp gözlerimi kapatırdı. Bunun kulağımı geliştireceğini söylerdi. Gerçekten de öyle oldu'”
“Müzisyen misin yani sen de?”
“Evet!” dedi Verna heyecanla, “Yani ben mezun olunca öyle olmayı umuyorum!”
“Kanalımı mı dinliyorsun!”
“Evet ama ormanın sesinden bahsettiğinizi hiç duymadım!”
“Etmedim. Ormanı paylaşmayı pek sevmem aslına bakarsan. Eğer dinleyenler ormanda olduğumu öğrenirlerse burada huzur bulamayız! Sen de bunu istemezsin öyle değil mi?”
“Hayır elbette istemem!” dedi Verna göletteki insan gürültüsü gelmişti aklına. Kuşların bile sesi duyulmuyordu orada uğultudan. Oysa öyle özel ve kutsal bir yerde sessizlik şart olmalıydı.
“Adın neydi?”
“Verna!”
“Memnun oldum Verna, ormanın sesini seninle paylaşabilirim ama lütfen bundan ve özellikle beni gördüğünden kimseye bahsetme tamam mı?”
“Tamam etmem!” dedi Verna hayranlıkla, şu an Nobra ile bu ağacın altında olduklarına inanamıyordu. Onu okulda görmeyi beklerken, en sevdiği yerde ormanda görmüştü.
“Bir şey sorabilir miyim?” dedi onun gideceğini anlayınca.
Nobra ayağa kalkıp gülümseyerek ona baktı.
“Neden geldiğini duymadım? Oysa ormanı dinliyordum gerçekten!”
“Herkesin sırları var öyle değil mi?”
“Evet” dedi Verna ama anlamamıştı ne demek istediğini.
Sonra Norba dönüp Verna’nın geldiği yöne doğru sekerek uzaklaştı.
Verna bir süre onun arkasından baktı derin bir iç çekerek kitaplarına uzandı sonra.
“Ben artık Nobra’nın arkadaşıyım, hatta sırdaşı!” diyerek sevindi kendi kendine ve sırtını yeniden ağaca dayayıp kitabı okumaya başladı.
Sınav haftası akşamları ek dersler konuluyordu. Telafi yapmak isteyenler bu derslere girebiliyorlardı. Bu derslerde sınıf seviyesi yoktu. Ortak konular tüm sınıf seviyelerine anlatılıyordu. Verna bunların birinde Nobra ile yeniden karşılaşmayı ummuştu ama düşündüğü gibi olmadı. Zaten o bir star sayılırdı artık, neden telafiye ihtiyacı olsundu ki?
İlk sınavlar düşündüğü kadar iyi geçmedi. Kötü değildi, bir çok kişiden iyi notlar almıştı ama anne ve babasının yaptığı fedakarlıkları düşününce bunun yeterli olmadığını düşünüyordu. Sınavların ardından üç günlük bir ara tatil verildi. Bu üç gün eve dönmeyi ne kadar istediğini düşündü duyar duymaz ve babasını arayıp onu alıp, alamayacağını sordu. Murand ertesi gün kızının yanındaydı yeniden.
“Baba!” diyerek onun boynuna atıldı Verna. Hiç oyalanmadan yeniden yola çıktılar ve akşama annesinin kollarında olabildi. Harika bir iki günün ardından yeniden okula dönmek zor gelmişti Verna’ya. Oradan olmaktan çok memnundu ama ailesinin yanına dönünce buradaki hayatı da çok özlediğini farketmişti. Onları üzmemek için bu konuda hiç bir şey söylemedi ve Murand onu yaşam alanına bırakıp ayrılınca bir süre ağladı.
Annesi ona yeniden yirmi bir yaşına kadar kimseyle olmaması gerektiğini ve gölete giderse dikkatli olması gerektiğini söyleyince oraya çoktan gittiğini söyleyemedi. Evlendiğini neredeyse unutmuştu. Neyse ki bir yıl içinde bu sorun ortadan kalkmış olacaktı. Bu arada evlendiği delikanlının da okuldan olması ayrı bir şanstı sahiden. Yoksa onun bir yıl sonra oraya yeniden dönüp dönmeyeceğini de asla bilemeyecekti. Oysa şimdi gözünün önündeydi ve bir yere kaçamazdı. Üstelik o da bir müzisyendi.
Arkin’de tatilde eve dönmüştü. Bundan Verna kadar keyif aldığı söylenemezdi. Hatta çok mutsuz geri dönmüştü. Eve her geri döndüğünde kendini ailesine daha yabancılaşmış hissediyordu. Büyük babasının onun için ayrıca bırakmış olduğu miras ailede büyük sorun yaratmıştı. Ablası öfkeden çılgına dönmüştü. Oysa küçüklüğünden beri büyükbabasıyla arası iyi olan tek kişi Arkin’di. Onun sayesinde sanatla tanışmıştı. Bu da yetmezmiş gibi annesi ve babasının anlaşmalı bir boşanma yapacaklarını öğrenmişti. Bu da mal paylaşımı konusunu daha çok gündemde tutuyordu. Arkin’in umurunda bile değildi onların ne yaptığı. Büyükbabasının kaybına yeterince üzülmüştü zaten. Miras onun ölümünden tam bir yıl sonra açıklanmıştı. Bu da büyükbabasının garipliklerinden biriydi. Onlarla eğlenmeyi seviyordu, öldükten sonra bile.
Aslında böyle bir mirası Arkin’de hiç beklemiyordu. Çok mutlu olmuştu kesinlikle çünkü ablası ile ailesinin mirasını paylaşma konusunda endişeleri vardı. Yani ablasının ona zırnık koklatmayacağından emindi aslında. Büyükbabası da bunu bildiğinden muhtemelen onun hayatını garanti altına almak istemişti. Ancak ablası bu mirastan da payı olduğunu düşündüğünden anne ve babasına gelip avazı çıktığı kadar bağırıp gitmişti. Üstelik ülkenin en zengin adamlarından biriyle evli olduğu halde. Anne ve babası elbette ablasını haklı görüyorlardı ama tamamen yasal olan bu işlemler için kimsenin yapabileceği bir şey yoktu. Tabi Arkin kendiliğinden mirası onlarla paylaşmayı düşünmezse. Düşünür müydü?
“Kesinlikle hayır!” diyerek mırıldandı kendi kendine.
Uyku problemi giderek artıyordu. Artık neredeyse hiç uyuyamıyordu. Bu son derece huzursuzluk verici bir durumdu. Uykusu gelmiyordu. Bütün gece sabaha kadar oturuyordu. Başta bu kadar çok zamanı olması hoşuna gitmişti ama giderek mutsuz ve huzursuz oluyordu bu yüzden.
(devam edecek)