Sınav sonuçları açıklandığında Nihal ile baktılar hemen nereleri yazabildiğine Kader’in. İki yıllık okullarda vardı, az olsa dört yıllıklarda.
“Nihal abla iki yıllık yazayım da bir an evvel hayata atılayım ben!” dedi Kader.
“Niye? Okumak istemiyor musun, bak bu dört yıllıkları okursan daha iyi iş imkanların olur. Başka işlerde yaparsın!”
“Yok abla benim bir an önce ekmeğimi tutmam lâzım dört yıl çok!”
“Kader! Bak kızacağım ama ben seni yarı yolda bırakmayacağım hiç! Daha anlayamadın mı? Dört yıl arkandayım işte! Annene de bakılıyor, sorun ne Allahaşkına?”
“Ya Nihal abla benim sana anlatmadığım bir şey var! İçim içimi yiyor her geçen gün. Kimselere diyemiyorum!”
Nihal merak ve endişe ile baktı Kader’in yüzüne, sandı ki bir erkeğe aldandı da hatalar yaptı.
“Hamile misin yoksa?” dedi merakla.
“Tövbe de abla ne hamile olması? Öyle bir şey değil ama ondan daha iyi de değil!”
“Bak şimdi çatlayacağım meraktan. Söylesene kızım ne yaptın?”
“Evde Perihan teyzenin yanında hiç konuşmayacağız bu konuyu ama tamam mı?”
“Tamam!” dedi Nihal iyice meraklanmıştı.
Nihal’in işleri olduğu için bir kafede buluşmuşlardı. Nihal kocasının yanına gidecek, Kader’de mezuniyet işlemlerini yapmaya okula gidecekti.
Annesini hastaneye götürdüğü gün çarpıştıkları adamı, cüzdanı, düğmeyi hepsini anlattı Nihal’e utanarak.
“Benim borcumu ödemem lâzım abla!”
Nihal gülse mi ağlasa mı bilmeden baktı Kader’in yüzüne bir süre, “Bunca beklemiş o adam, az daha beklesin! Dört yıl okuyacaksın sen. Zaten süre vermemişsin ki. Düğme sen de değil mi hâlâ?”
“Bende!”
“Tamam emanet de duruyor. Bir göstersene bakayım ben de şu düğmeye.”
Kader hemen cüzdanından çıkardı düğmeyi uzattı Nihal’e. Nihal uzun uzun inceledi elinde.
“Sahiden değişik düğmeymiş! Hiç bu düğmenin sana şans getirdiğini düşündün mü? Baksana bu cüzdandan sonra değişmedi mi hayatında her şey!”
“Nasıl yani, hırsızlık ettim diye hayat bana şans mı sundu diyorsun. Benim tek şansım sensin”
“Bu sıradan bir düğme değil belli ki, baksana yedi deliği var üzerinde.Belki de sihirlidir?”
Kader güldü yüksek sesle, “İlahi abla ben küçükken bile masal dinlemedim şimdi sen bana sihir falan anlatıyorsun”
“Masal bilmiyor musun yoksa?”
“Yani pek bilmiyorum!”
Nihal’in içi ezildi Kader’e bakınca. O annesi öldü diye kahrından ölmüştü ileri yaşında, bu karşısında hâlâ çocuk olan kızın ona bir masal okuyacak bir anası olmuşsa da, kadının masal okuyacak hali olmamıştı. Masallardaki iyi karakterlerin biri bile rastlamamıştı Mesude’ye.
Nihal’in zoruyla dört yıllık bir okul yazdı Kader, Nihal cüzdan hikayesinden kimseye bahsetmeyeceğine söz verdi. Bu ikisinin arasında bir sır olarak kalacaktı. İşe girip, maaşa bağlanınca da adamı bulup birlikte alacaklardı bebeği geri ve düğmeyi de teslim edeceklerdi.
“Adam bebeği saklamış mıdır sence?” diye sormuştu Kader.
“Saklamıştır bence, yoksa düğmesini geri alamaz öyle değil mi?” diye yanıtlamıştı Nihal’de.
Turhan dedesinin düğmesini geri almak için mi, bu kızı merak ettiği için mi, bu bebekte sahiden bir sihir olduğunu düşündüğü için mi saklıyordu onu emin değildi ama saklıyordu yine de. Ondan karısı hariç kimseye bahsetmemişti. Karısı iyi niyetli bir kadındı her zaman. “İstemeden de olsa kim bilir ne büyük bir sevaba girdin sen!” demişti gülümseyerek. Yardım etmeyi sevmiyor değildi elbette ama insanlara güvenemiyordu bir türlü.
“El açamayan fakiri bulun oğlum!” derdi her zaman babası, “El açanı herkes bulur yardım eder!”
Öyle hikayeler duyup şahit oluyorlardı ki el açan, açmayan, kim fakir, kim değil anlaşılmıyordu artık. Dilenci diye bildiğinin katları, yatları oluyordu, zenginim diye dolaşanın bir emekli maaşı.
“Parayla, imanın kimde olduğu belli olmaz. Sen kimseyi yargılamayacaksın. Yukarıda Allah herkesin ne olduğunu biliyor!” derdi anası da, çok hikayeler anlatırdı iki oğluna. Daha o zamanlarda sevgiyi, saygıyı öğretirdi çocuklarına. İkisi de mutlu evlilikler yapmışlardı anaları sayesinde. Anaları babalarından saygı ve sevgi görmüş, oğullarına da öyle öğretmiş, babalarını örnek göstermişti.
Bebeği dolaptan çıkarıp düşüncelere dalıyordu bazen odasında yanlızken. Onu eve götürmüyordu. Burada yanlızlığını paylaşmaya ihtiyacı oluyordu, evde değil. Evde zaten karısı vardı hayatının ortağı. Niye olduğunu bilmiyordu ama annesine benzetiyordu bu bebeği. Küfesinin içinde oğulları ve kocası için harcadığı ömrü vardı. Ona ve kendine diktiği elbiseler gibi sırdışı dikilmişti bu bebek. Oyuncakçılarda satılan bebekler gibi ışıl ışıl değildi. Yüzü vardı ama kaşı gözü yoktu. Bir çocuğun bu bebeğe bakıp mutlu olduğunu düşünmek bile zordu şimdikileri görünce. Yine de bir sıcaklığı vardı işte. İnsanın annesini hatırlatan bir sıcaklık. Eğreti dikişlerine saygı duyuyordu insan. En azdan en çok ancak bu kadar ortaya çıkarılırdı. Bunu da ancak bir anne evlatları için yapardı. O yüzden annesini hatırlatıyordu belki de.
Mesude hanım kızı mezun olamadan önce bir bakımevine yatırıldı. Hastalığı çok ilerlemiş, organlarında da sorunlar ortaya çıkmıştı. Perihan hanım elinden geleni yapsa da, doktor Mete’nin de tavsiyesi ile bir bakımevinde olması daha iyiydi. Tıbbi bakıma ihtiyacı başlamıştı. Evde orada sağlayacağı hijyen ve konfor ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın zor sağlanırdı.
Kader annesinin evden götürülüşünü hayatı boyu hiç unutmayacaktı. Zaten kuş kadar olan kadın, artık ayakları üzerinde duramadığı için sedyeye yatırılmıştı önce. Ancak odası ile kordidor arası çok dar olduğundan sedye dönmemiş, yatağının çarşafı bir bebek salıncağı gibi tutularak sokak kapısına kadar öyle getirmişlerdi.
Çarşafın içinde der topl olmuş öylece taşınırken sadece inlemeleri duyulmuştu. Nihal, Kader’e sarılıp onu sakinleştirmeye çalışmıştı ama sonunda ikisi birdne göz yaşlarına boğulmuşlardı. Perihan hanım sakin görünmeye çalışıyor, adamlara yardımcı oluyordu ama onunda yüzü bembeyazdı. Sonunda Mesude bir ambulansla götürüldü bakımevine. Perihan hanım da vedalaşıp ayrıldı yanlarından.
Sanki evden sağ çıkmamış gibi ağırlık çökmüştü ikisinin de üzerine. Ambulansın arkasından bakımevine giderlerken hiç konuşmadılar. Ancak oraya gidip, insanların güler yüzünü görünce biraz rahatlayabildiler. Perihan hanımın anlattıkları geldi Kader’in aklına. Tam onun söylediği gibi çoğunluğu annesi gibi hasta olanlar vardı burada. Annesinin odasını paylaşacağı kadın altına yaptığından odanın camları açılmıştı havalansın diye. Yine de ağır bir koku vardı içeride. Mesude’yide bezlediklerinden alışmışlardı böyle şeylere. Perihan hanımında gücü yetmiyordu artık bazı şeylere. O yüzden buradaki hastabakıcılara emanet edilmesinin iyi olduğunu düşünüyordu Nihal’de. Kadıncağız Nihal’i yarı yolda bırakmamak için diyemiyordu bir şey ama artık ayakları üzerinde durmayan bir hastaya bakmak fiziksel güç gerektiriyordu. Yoksa öyle altını temizlemek, yedirmek değildi dert. Yapardı onları Perihan hanım erinmeden. Annesine az mı yapmıştı sanki.
(devam edecek)