Turel’in küçük kardeşi avazı çıktığı kadar bağırıyordu odanın kapısında.
“Ne oluyor Hode ne bağırıp duruyorsun?” diye azarladı onuTurel. Hode herkesten önce uyanırdı daima, Turel daima onunla oyunlar oynadığı içinde uyanır uyanmaz ablasının odasına koşardı. Bu sabahta öyle yapmıştı ama ablasının yatağında yatan yüzü gözü ciğer gibi şişmiş yaratığı görünce kapıya kadar geri kaçıp çığlığı basmıştı.
Yataktali canavardan ablasının sesi çıkınca önce bir durdu, sonra canavarın ablasını yuttuğuna hükmedip bağırmaya devam etti. Turel henüz ne olduğunu anlamadığı için yataktan fırlayıp sakinleştirmek için ona doğru bir adım atar atmaz, çocuk fırlayıp kayboldu gözden.
Anneleri de ufaklığın çığlığını duyunca bir yerine bir şey olduğunu sanıp fırlamıştı yataktan. Turel’i kapının ağzında yüzü gözü kırmızı ve şiş görünce o da affadı önce. Turel annesinin yüzünde ki dehşet ifadesini görünce kendinde ters olan bir şey olduğunu anladı ve hemen elini yüzüne attı. Atar atmaz acıyla geri çekti. Garip olan acıyan yüzü değil eli olmuştu.
“Aman Tanrım! Serdik koş kızımıza bir şeyler olmuş!” dedi annesi telaşla ve Turel’in yanına gelip yüzünü incelemeye başladı hemen. Turel odasındaki küçük aynaya koşmuş gördüğü şeyin ne olduğunu tanımlamaya çalışıyordu. Daha birinci ilaç bunu yapıyorsa diğerlerini içtiğinde ne olacağını Allah bilirdi.
Evdeli hiç kimse onun ilaç içtiğini bilmedği için paniğe kapılmışlardı. Dünyalar güzeli Turel’in yerinde saç diplerine kadar kırmızı kabarcıklarla dolu tuhaf bir yaratık gelmişti sanki. Hode babasının arkasına saklanmış annesinin ablasını incelemesini seyrediyordu. Ona göre bu ablasını yutan canavardan başkası olamazdı.
“Merak etmeyin!” dedi Turel, kendisi normal konuştuğunu sanıyordu ama dudakları da şiştiği için konuşması daha çok homurtu gibi çıkıyordu.
“Onu hemen kasabaya götürelim!” dedi babası.
“Hayır iyiyim ben!” diye homurtuyla cevap verse de kimse onu dinlemiyordu. Dışarıda onu görüp korkmasınlar diye üzerine kapüşonlu bir pelerin geçirdiler ve hemen kasabayada doğru yola çıktılar.
Kasabada bir hekim vardı. Otlarla, çöplerle şifalı ilaçlar yaptığı için ona böyle söyleniyordu. Moil ve Gerta’nın gittikleri şifacı kadar ünlü bir hekim değildi ama yine de herkesin ufak tefek dertlerine çareler bulurdu. Turel ve kardeşleri ne zaman hastalansalar anne ve babası onları buraya getirirdi.
Yaşlı kadın Turel’i görür görmez ufak bir çığlık attı önce “Aman Tanrım ne olmuş ona böyle?”
“Bilmiyoruz o yüzden geldik!” dedi annesi ağlamaklı bir sesle.
Yaşlı hekim Turel’i ışığa doğru çekip patlamaya hazır ve içi cerahat dolu şişliklere baktı, parmaklarının ucunu kızın kabarmış yanağına değdirmesi ile elini geri çekmesi bir oldu. Turel onun da kendisinin ki gibi elinin acıdığını anlamıştı. Yüzünde ise hiç bir şey hissetmiyordu.
“Tuhaf!” dedi kadın “Ne zaman oldu bu?”
“Dün gece!” diye söze girdi annesi hemen, Turel’in ne konuştuğu pek anlaşılmıyordu zaten.
“Tuhaf!” dedi yeniden kadın.
“Nedir bu? Nasıl geçecek?”
“Ben çocukken buna benzeyen bir şey görmüştüm” diye mırıldandı kadın Turel’in annesini duymamış gibi gidip dolapların içine bakmaya başladı.
“Neydi peki o gördüğünüz?”
“Kimse bilmiyordu”
“Yani?” dedi annesi endişeyle.
“Hâlâ kimse bilmiyor!”
Turel derin bir iç geçirdi Kadının bir şeyler biliyormuş gibi dolapları açıp kapamasından bir çözüm bulacağını sanıp korkmuştu. Eğer bu kabarıklıkları geçirecek bir ilaç olursa bütün planları suya düşerdi.
Çaresiz bir şekilde evlerine geri döndüler. Kadın onlara kabarcıklara sürmeleri için bir merhem hazırlayıp verdi ama kendisi de bunların iyi geleceğine pek inanmışa benzemiyordu.
Turel merhemi kendi sürebileceğini söyleyerek aldı onların elinden. Olur da gerçekten iyi gelirse devam etmek istemiyordu çünkü. Göstermelik olarak kabarcıkların üzerine biraz sürdü ve onların ellemesini istemediği içinde çok acıyormuş gibi yapmaya karar verdi.
Yine de içten içe bu yüzündekilerin geçmeyeceği konusunda bir endişe duymaya başlamıştı.Beklediğinden daha büyük bir deformasyon olmuştu daha ilk günden. Ölümden kurtulup tüm hayatını böyle geçirmek zorunda kalabilirdi
Hayal’in ikinci seti gerçekten çok zor geçiyordu. Yönetmen sahne tamamlanana kadar kimseyi evine göndermiyordu. Yeni set kurulduktan sonra neredeyse iki tam gün kimse evine gidemedi. Kendisi de onlarla birlikte uykusuz ve hatta aç kalıyor ama bunu umursamıyordu. Senaryoyu tamamlamak için süresi iyice azalmıştı. Eve gidince değil senaryo yazmak odasına varacak hali kalmadığı için dün gece kanepede uyumuştu. Aslında kanepeye varmadan uyumuştu bile denebilirdi. Sabah aceleyle duş alıp yeniden fırlamıştı evden. Markete falanda gidemediği için evde yiyecek bir şey de yoktu. Setin oraya gelen simitçiden iki simit alıp bütün gün onları kemiriyordu ayranla.
Sonunda çalışma kağıtlarını da sete getirmeye başladı. Sırasını beklerken boş durmak yerine bir kenara çekiliyor ve zihninde akıp duran hikayeyi hızlıca kağıda geçirmeye devam ediyordu. Eve gittiğinde yazacak hali ve vakti olmadığından onları taşımayı da bırakmıştı. Doğrudan sette bırakıyordu artık.
“Gerta benim gelip bunları satın alacağımı mı biliyordu yani?” dedi Moil şaşkın şaşkın.
“Elbette biliyordu çünkü o Gerta!”
“Yani?” dedi Moil
“O size ne olduğunu anlatmadı mı?”
“Şu medyumluk hikayesi mi?”
“Ah Gerta!” dedi adam gülerek “Sizi buraya getirince gerçeği söylediğini düşünmüştüm”
“Ne gerçeği!”
“Bak asker Gerta medyum falan değil, en azından sadece o değil, o bir cin!”
“Ne?” dedi Moil iyice aptallaşarak, “Benimle dalga mı geçiyorsunuz siz! Onlar sadece masallarda olur!”
Adam cevap vermeden gülümseyerek bakmaya devam etti Moil’e.
“Siz kuzen olduğunuza göre yani şimdi sizde mi?” diye sordu bu kez. Zihni yine hızlı hızlı çalışmaya başlamıştı. Gerta’nın başından beri söyledikleri, ilaçlar, onları sipariş edeceğini bilmesi ki kendi bile bilmiyorken üstelik.
“Evet ben de!”
“Nasıl bizim gibi görünebiliyorsunuz o zaman?” dedi ama sesi tedirgin çıkmıştı. Bir yandan neyin içine düştüğünü merak ediyordu. Şİmdi yanında ola sevdiği kadına o ilaçları yutmamasını söylerdi.
“Nasıl görünmemiz gerekiyor?”
“Şey ben bilmiyorum!”
“Bak asker cinler de tıpkı siz insanlar gibidir, Bizi her zaman görmezsiniz. Yani biz izin vermediğimiz sürece görmezsiniz. Gerta sizi buraya getiridiğine göre bir planı olmalı! Yani şu anlattığınız tuhaf gelenek ile ilgili!”
“Yani cinler bana yardım mı ediyor şimdi?” dedi Moil sayıklar gibi,
“Anlaşılan önce bu korkuyu yenmemiz gerekecek! Asker sana çocukken ne anlattılar bizimle ilgili söylesene, günlerdir bir cin ile yolculuk ettin, onunla geceler geçirdin kötü bir şey oldu mu?”
“Hayır olmadı!”
“O halde sana çocukken anlatılan saçmalıkları cinlerde çelşitli milletlerden oluşur tıpkı sizin gibi. Bizler insanlara yardım için görevli şifacılarız. İstesek bile kimseye zarar veremeyiz anlıyor musun? Gerta’nın planının işlemesi için şimdi bu ilaçları gerekli yerlere götürmen gerek”
(devam edecek)