Hayal – Bölüm 12

Bu sektörde ilk kez yaşanmıyordu böyle şeyler. İnsanları baştan çıkaran bir yanı vardı şöhretin, bir süre sonra kendilerini ya da kendileri olmalarını sağlayan insanları kolayca bir kenara itiveriyorlardı. Samimiyetsiz ve kolayca kaybedilebilir sahte sevgilerin çokluğu bir taneve zor bulunur gerçek sevgiye değişiliyordu nedense.İnsanlaırn yürekleri kuruyordu bir süre sonra sahtelikten. Hissetmekten keyif aldıkları o kıpırtılar, sıcaklık, kalp çarpıntılarını kaybediyorlardı. Kurumuş, taşlaşmış yüreklerini yeniden ısıtmak çoğu zaman imkansızdı. Harun’da onlarda biri olmuştu sonunda. Gerçekten sahip olduklarını elinin tersiyle itmiş, avuçlarından kolayca kayıp gidecek bir ilüzyonun peşine takılmıştı ne yazık ki.

Kötü bir babanın ardından, sahte ışıltılar peşinde bir adam daha hayatına girip çıkmış ve ondan bir çok şeyi alıp götürmüştü işte. Erkeklere güvenilmeyeceğini iyice öğretmişlerdi ona. “Erkelere güvenilmez” ifadesinin altında yatan gerçek ise aşktan vazgemekti aslında. Her yaşta hayata bahar tazeliği katan aşktan vazgeçmek.

“İnsanları sevmekten vazgeçirmek en büyük günah olmalı!” demişti bir kez annesi.

Sevmekten vazgeçen insanın değişimi kaçınılmazdı çünkü. Yine Hayal’in okuduğu kitaplardan birinde şöyle bir şey anlatılıyordu. Yaşadığımız yeryüzünün gözle göremediğimiz bir ışıltısı, frekansı vardı. Tıpkı radyo dalgaları gibi, görmediğimiz halde var olan ve bir şeyleri barındıran bir titreşimdi bu. Biz yeryüzünde yaşayan varlıklar onun duymadığımızı sandığımız bu titreşimine uyumlu olmamız gerekiyordu. Ancak onu görüp duyamadığımız için bunu yapmamız gerektiğinden asla emin olamıyorduk. Sadece o uyumu yakaladığımızda hisettiğimiz mutluluk bizi ikna edebiliyordu varlığına. Yeryüzünün frekansına, ışıltısına uyumlandığımız ve kendimizi gerçekten mutlu hisettiğimiz anlar sevgiyi yüreğimizde hissedebildiğimiz anlardı. Mutlu hissediyorduk çünkü o zaman ancak üzerinde yaşadığımız toprak parçası ile aslında bir bütünün parçaları olduğumuzu hissedebiliyorduk. Sevebildiğimiz, mutlu olduğumuz zaman. Duymasakta yeryüzü ile aynı dili konuşabiliyorduk. Ancak çoğumuz sevmekten vazgeçtiğimizde, mutlu olmaktan da vazgeçiyorduk ve hatta yeryüzü ile uyumlu olmaktan da. Çünkü mutsuz olduğumuzda frekansımız, ışltımız azalıyordu. Yeryyüzüne ve onunla mutlu olabilenlere kendimizi gösteremeyecek, varlığımızı hissedemeyecek ve hissettiremeyecek kadar söndürüyorduk kendimizi. Tıpkı yeryüzünün içindeki o ateş söndüğünde buz gibi olup yok olacağı gibi biz de kendimizi buz gibi yapıp yok ediyorduk aslında. Ölü bir gezegen olarak varlığını sürdüren pek çok benzeri ile doluydu evren.

“İşte asıl intihar bu olmalı!” diye düşünmüştü bunları okuduğunda. Beden zaten başı sonu belirlenmiş bir ömrü yaşarken yüreği ondan önce öldürmek intihar değilde neydi sanki.

İnsanları mutsuzluğa sürükleyerek ışıklarını yok etmiyorlar mıydı gerçekte de, mutsuz insan kitleleri, iyilik ve güzelliği unutup, kendilerini karanlığa teslim ediyorlardı. “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” diyen ozan boşuna mı sarf etmişti bu sözleri. Ancak sevmeyi sevilmeyi unutmayıp, yaşadığımız sürece kurtarabilecektik birbirimizi.

“İşte Harun, senin beni ölü bir gezegene çevirmene izin vermeyeceğim!” dedi hırsla bir kez daha.

O senaryoyu tamamlayıp, o parayı da derleyip annesinin kolyesini geri alacaktı önce ve sonra hayatını Harun hiç var olmamış gibi sürdürmeye karar vermişti Hayal. Zihninin yazdığı senaryoya kulak vermeye karar verdi bu yüzden. Not kağıtlarını çekmeceden çıkardı ve yeniden sehpanın üzerine koydu. Yazmayı bıraktıktan sonra zihninde canlananları kağıda geçirmek istiyordu. Ancak zihni o kadar hızlı ilerletmeye devam ediyordu ki hikayeyi onu durdurup, nasıl kağıda geçireceğinden emin değildi henüz.

“Senin bir yalancı olduğunu biliyoruz artık!” dedi Moil adama alaycı bir şekilde, “Benim sevdiğim kadın hasta falan değil! Bir melek kadar güzel, hatta o kadar güzel ki bu yüzden..” dedi ve sustu sonra. Sarayın en güzel kızları seçerek onları yok etmesi konusunu bu sahtekarla konuşacak değildi. Hele ki o kurbanlardan birine aşık olduğunu asla söyelmezdi. Ne bu sahtekara ne de bir başkasına.

“Anlamıyorsun değil mi?” dedi yaşlı adam, “Sana güçlerimi kullandığımı anlatmıyorum, insanlara istediklerini verdiğimi söylüyorum! Ancak senin için yaptığım bu değil. Evetgüzelliği başına bela olan bir kadına aşıksın asker! Bu yüzden acı çekiyorsunuz ikinizde. Çünkü güzellik her zaman bir nimet değildir ne yazık ki? Nimet olan iyi şanstır. O olmadan insanların sahip olmak istedikleri hiç bir şey onları sandıklaır gibi mutlu etmez. Herkes bir ev, pahalı yiyecek ve giyecekler, güzel insanlarla evlilik, mevki ister. Ancak hiç biri sadece iyi şans istemeyi akıl edemez. İyi şansla gelmeyen hiç bir şey iyilik ve güzellik getirmez.”

“Çok ama boş konuşuyorsun!” dedi Moil sıkılarak. Adam laf kalabalığı yaparak onu oyalamaya ve kandırmaya çalışıyordu belli ki!

“Sen asker güzel bir sevgili bulmuşsun ama onu koruyacak bir akla bile sahip değilsin! Neyse ki bunların hepsinden çok iyi şansın varmış!”

Moil iyiden iyiye onu aşağılamaya çalışan bu adama öfkelenerek ayağa kalktı, “Her kim olursan ol, bana hakaret etmeye cürret edemezsin. Seninde aklının pek çalışmadığı ortada cezanı verecek yetkiliye karşı sınırları zorluyorsun. Ya fazla kibirli ya da fazla aptalsın!”

“Kendi aklını yeterli sanacak kadar kibirli olan sensin, çünkü alenen söylediğim halde sevdiğin kadını kurtarmak için önüne çıkan iyi şansı farkedemiyorsun!”

“Ne saçmalıyorsun açık konuş!” dedi Moil yeniden masaya oturarak. Adamın söyledikleri elinde olmadan zihninde soru işaretleri yaratıyordu.

Adam elini belindeki kuşağın içine sokunca yeniden gerilerek savunma pozisyonuna geçti ama adam sadece bir kese çıkardı kuşaktan. Kesenin ağzını açarak içindeki dört parçayı masanın üzerine döktü. Bunlar koyu renkli şekilsiz boncuklara benziyorlardı ya da tohumlara.

Bunlar ne?”

“Bunlar asker, senin iyi şansın!”

Ne yapacağım toprağa ekip sihirli fasulyenin büyümesini mi bekleyeceğim!” dedi Moil sinirleri bozuk bir şekilde gülerek.

“Masalları seviyorsun demek!” diye güldü yaşlı adam. “Bunları on gün arayla güzel kadınına içireceksin!”

“Ne için?”

“Sana anlattığım o hastalığın bütün vücudunu sarması için elbette!”

“Onu hasta ederek mi kurtaracağım?” dedi Moil bıkkın bir sesle, sonra durdu. Adamın ne söylediğini daha yeni anlamıştı, “Yani şimdi o bunları içince!”

“Evet o bunları içince kokulu cerahatler akan berbat bir deriye sahip olacak!” dedi yaşlı adam keyifle arkasına yaslanarak.

Moil şaşkınlık ve hayranlıkla adamın yüzüne bakıyordu. Adam sahiden de ona ayladır aradığı çözümü sunuyordu şu anda ama bunu nasıl bilebildiğini bir türlü aklı almıyordu.

“Sen beni daha önceden tanımış olamazsın öyle değil mi?” dedi gözlerini kısarak.

“Sen beni daha önce tanımış olsan hatırlamaz mısın?”

Moilin güçlü bir hafızası vardı gerçekten, gördüğü yüzleri kolay kolay unutmazdı.

“Yani sen şimdi gerçekten?” dedi şüpheyle.

“Başka nasıl bilebilirim ki?”

Peki ya bunları yutunca söylediğin şeyler olmazsa, ya bu da uzun vadeli oyunlarından biriyse ne olacak ha?

“Hepsini yutana kadar beni burada misafir edersin. Dört hap bir ay eder. Ben de biraz dinlenmiş olurum. Zaten ilkini yuttuktan sonra belirtileri göreceksin. Onun halini rapor ettiğinde sence ne olacak?”

Onu listeden çıkaracaklar!” diye mırıldandı Moil, “O kurtulacak!”

(devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s