Hayal mindere sımsıkı sarılmış “Keşke ömrümün geri kalanı benimken tanısaydım seni Moil!” dedi iç çekerek.
Sonra açtı gözlerini, kendi evinde kanepedeydi. Senaryo zihninin içinde kendi kendine devam ediyordu sanki. Moil’in sevgi dolu kollarında olduğundan emindi az önce. Kendini o kadar iyi hissetmişti ki o anın sonsuza kadar sürmesini gerçekten çok istemişti. Öleceğini hatırlamıştı sonra yeniden ve içi acıyarak açmıştı gözlerini. Şimdi evinde kanepesindeydi, kollarının arasındaki ise kanepenin minderinden başka bir şey değildi.
“Aklımı kaçırıyorum herhalde!” dedi derin bir iç çekerek.
Harun’un yaptığı şeyi sindirmesi kolay olmayacaktı, kendini kullanılmış, aldatılmış, aptal yerine konmulmuş hissediyordu. Gururu kırılmış, yüreği paramparça olmuştu.
Üç ay içinde kolye için aldığı parayı geri ödemesi ve bir senaryo yazması gerekiyordu. Bu ruh halinde ikisinide yapmak ona imkansız görünüyordu ama zihni kontrolü dışında senaryoyu ona anlatmaya, hatta yaşatmaya devam ediyordu.
Bunca zamandır pek çok hikaye uydurmuş, bir çoğunu gerçek gibi hissederek dökmüştü kağıtlara. Hatta kendi yazdığı dramlara ağladığı bile oluyordu. Okuyanlar da etkileniyordu yazdıklarından. Ancak bu defa yaşadığı başka bir şeydi. İki gündür yazmaya başladığı senaryo yaşadığı hayatın içinde herhangi bir anda kendiliğinden başlıyor ve onu da hikayenin içine çekiyordu. Az önce o mindere sarılmış yatarken Turel olduğuna emindi.
“Yaşadıklarım yüzünden bunlar!” dedi kendi kendine yeniden. Eğer bu düşüdüğünün gerçekten olduğuna inanması onun akıl sağlığının yerinde olmadığı anlamına gelirdi. Böyle şeyler olduğunu anlatan kitaplar okumuştu. İnsanlar kendilerine ağır gelen olaylara maruz kaldıklarında tuhaf sonuçlar ortaya çıkabiliyordu. Yaşamadıkları şeyleri yaşadıklarını sanabiliyor, başkalarının göremediği insanlarla konuşabiliyorlardı. Beyin çok tuhaf bir şeydi. Her şeyin normal olduğuna ikna edebiliyordu sahibini. Dışarıdan bakanların sorun olduğunu hemen anlayacağı durumlar kişi tarafından oldukça normal karşılanıyordu böylece. Hasta bir beyin asla ben hastayım demiyordu. Daha da doğrusu beynimiz her şeyi yönetebiliyor, bilgileri toplayıp işleyebiliyor ancak kendi hastalığını farkedemiyordu.
“Hayır bunca şey yaşadım bunu da atlatacağım” diyerek kalktı kanepeden, “Şimdi bir duş alacağım ve toparlanacağım!” Tam elini perdeye atıp açacaktı ki reklam panosundaki Harun’un yüzü geldi aklına vazgeçti ve banyoya girdi.
“Mutlaka ama mutlaka bir çare bulacağım ve senin ölmene izin vermeyeceğim!” dedi Moil.
Turel’in gözlerinden yaşlar indi yine, hayatının aşkını ölüm fermanını duyduktan sonra hatta neredeyse onun sayesinde bulmuştu. Herkes sevdiği ile bir ömür hayal ederken o bir seneyi bile hayal edemiyordu. Bunca yıldır tekrarlanan bu kurban törenlerinden kendini öldürenler dışında kurtulan olmamıştı.
Moil’in giderek artan ziyaretleri ile aralarındaki bağ daha da kuvvetlendi, bağ kuvvetlendikçe henüz yaşanmamış sonsuz ayrılığın acısı daha da hissedilir oldu içlerinde. Turel’in ailesi de çaresizlikten ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Günlerce gecelerce planlar yapıyorlar, sonra hiç birinin işe yaramayacağı sonucuna varıp, baştaki çaresizliğe geri dönüyorlardı.
On ay hızla akıp gitti hayatlarından. Moil kendi bölgesinde sürekli güvenliği sağlamak ile de sorumlu olduğu için kendi derdi yanında bir çok dert ile de başetmek zorundaydı. Bunlardan biri de son zamanlarda giderek artan dolandırıcı büyücüler ve medyumlardı. O akşam üzeri kaleye yaka paça yaşlı bir adam getirdiler. Köylerde dolaşıp insanlardan yüklü paralar alıyor ve bekleyip görmeleri için uzun yıllar yaşamaları gerekecek kadar uzun vadeli kehanetlerde bulunuyordu. Söyledikleri insanların en çok olmasını istedikleri şeylerdi ama o kadar ileri tarihler söylüyordu ki o yıllar gelene kadar zaten buralardan çoktan çekip gitmiş olurdu. Yine de garip bir şekilde inanıyordu insanlar. Bir çeşit umut taciriydi adam. Büyük paralara büyük umutlar satıyordu insanlara, üstelik uzun vadeli olan bu umutlar yıllarca insanları ayakta tutabiliyordu garip bir şekilde. Hastalar şifa bulacaklarına inanıyor, bekarlar evleneceklerine, fakirler zengin olacaklarına, zenginler mutlu olacaklarına inanmışlardı. Yapmaları gereken tek şey ise umutla beklemekti, inanmak. Kimse herhangi bir çaba göstermeden bütün bunların nasıl olacağını merak etmiyordu.
“Sormuyorlar ki!” demişti adam Moil onun ifadesini alırken, “Kimse bana bunu nasıl olacağını sormuyor! Olup olmayacağını da sormuyorlar! Ne zaman olacağını bilmek istiyorlar!”
“Sen de onlara zaman söylüyorsun öyle mi?”
“Elbette öyle, on yıl sonra diyorum mesela! Yirmi yıl sonra!”
“Peki sen biliyor musun bunların gerçekten olup, olmayacağını?”
“O kadar süre umut eden bir insanın dileklerinin gerçek olması çok yüksek bir olasılık değil mi? Düşünsene yıllarını onun olacağına inanarak bekliyor. Ben sadece emin olmasını sağlıyorum. Aslında tek yaptığım inancını kuvvetlendirmek. Bunda yanlış bir şey yok. Güven ve inancın ne kadar zor kazanılan şeyler olduğunu bilecek kadar akıllı birine benziyorsun sen asker! Sence aldığım bedele değmez mi yaptığım!”
“Yani aslında onları kandırıyorsun!”
“Hayır kandırmıyorum! Tam aksina yaşama bağlılıklarını artırıyorum! Ben gerçek bir medyumum!”
“Sahi mi? Benim hakkımda bir şeyler söylesene o zaman!”
“Çaresizsin!” dedi yaşlı adam.
Moil irkildi bir an için ama sonra toparlandı. Her insanın hayatında çaresiz hissettiği anlar, dönemler olurdu ve medyum boş atıp dolu tutmaya çalışıyordu muhtemelen.
“Haydi canım?” dedi imalı imalı, “Neden çaresizim peki?”
“Aşıksın çünkü!”
“Evet ailesi evlenmemize izin vermiyor!” dedi Moil sahte bir tavırla.
“Hayır!” dedi adam, “Konu değil!”
“Konu ne o zaman?”
“Kız hasta!”
“Bak sen nasıl da bildin? Peki ne hastalığı var acaba?”
“Cildinde korkunc cerrahatlı yaralar çıkıyor, bunlardan sızan iltahap o kadar kötü bir koku yayıyor ki kimse onunla kapalı bir yerde durmak istemiyor.”
Moil adamın hayal gücüne şaşırmıştı gerçekten, “Sen sahiden iyi senaryo yazıyorsun!” dedi gülerek.
“Hayır o yazacak!” dedi yaşlı adam.
“Yok artık!” dedi Hayal duştan çıkarak. Suyu açtığı andan itibaren rahatlamayı ve kafasını toplamayı beklerken birden bire Moil’in yanında bulmuştu kendini. O sonradan ortaya çıkan yaşlı adamın kolyesini bırkatığı emanetçi olduğunu farketmişti. “O yazacak!” demişti adam sonra gözlerini kocaman açıp.
“Yo, bu sağlıklı bir beynin yaşadığı bir şey olamaz! Buna yenilmeyeceğim Harun! Beni bu hale getirmene izin vermeyeceğim!” dedi hırsla. Arkasından yine bir ağlama krizi geldi. Bir hafta sonra biraz daha iyi hisseder hale gelmişti. Üç gün dinlendikten sonra işe de geri dönmüştü zaten. Onun solgunluğunu görenler hastalığı ağır geçirdiğini düşünmüşlerdi önce. Ancak herkes bir süre sonra Harun’un artık ortalarda olmadığını farketti, elbette dizi çalışmaları ile çıkan haberlerde onun Aysun Kutlu’nun yanından hiç ayrılmadığını ve bir süre sonra magazin basınında da ikisinin boy göstermeye başladığını. Herkes üzülmüştü Hayal için, insanların acıyan bakışları Hayal’in bu süreci daha iyi atlatmasını da zorlaştırıyordu ne yazık ki. Ancak setteyken kesinlikle belli etmemeye çalışıyordu hissettiklerini.
(devam edecek)